Diğer evren ve âlemler hakkında fazla bir bilgimiz yok ama bulunduğumuz boyuttaki, maddî mahlûkatın, “fizikî vücud ve hareketleri”, “ân’lık var – yoklar”la gerçekleştiğini, hepimiz görüyor ve tecrübe ediyoruz, fakat farkında değiliz.
Farkında ol(a)mamazın sebebi: İçinde bizle birlikte, tüm varlık yok edildiğinden, bu “yok ediliş ve yokluğa” şahit olamıyoruz. Halbuki fizikî, somut varlığımızın, “ân’lık var – yoklar”la gerçekleştiğini farketmek, zor değil.
Şöyle ki: Bulunduğumuz “şimdiki ân/zaman”dan; “1 saniye”, hattâ “1 ân” önceki ve sonraki zamana gidemediğimiz; yani “ân”lık bile olsa, “geçmiş” ve “gelecek zamana” gidemediğimiz ma’lûm. Demek ki; bizim “fizikî vücud / somut mevcudiyetimiz”, sadece, o daracık “şimdiki ân/mekân”da; yani “ân’lık!”
Misalen: “Şimdiki ân/mekân”da sandalyede oturan bir insan (meselâ kendimizi) tasavvur edelim. Bu kişi, “şimdi” sandalyeden kalkıyor olsun. Bu kişinin “yeni şimdi”de, sandalyeden kalkma hareketinin yaratılması için; oturuyor olduğu “önceki şimdi”sinin silinmesi ve yok edilmesi gerekiyor.
Yani “oturuyor olduğu şimdiki ân/mekânı”nın, “geçmiş ân/mekân” yapılması gerekiyor ki; yeni gelen “şimdiki ân/mekânı”nda, “ayakta durma” pozisyon/durumuna yer açılsın. Tıpkı; “şimdiki ân/mekân”a benzeyen Sinema Beyaz Perdesinde, “ânlık resim kareleri”nin biri giderken, diğer “ân/mekân resim karelerinin” gelmesi gibi.
Eğer bu kişinin, “an”da bulunan “sandalyede oturma fizikî pozisyon ve vücudu” silinip, yokedilmeseydi; “sandalyede oturan önceki ben” ve “sandalyeden kalkmış şimdiki ben” olarak; 2 ayrı fizikî ve somut Ayhan’ın birbirine bakıyor olması gerekirdi! Reâlitede böyle birşey olmadığına göre; o hâlde, içinde bizle birlikte, tüm mahlûkatın “varlık ve vücudu, hareket ve devamı;” her “ân” tekrar tekrar “var – yok edilmeleri”yle gerçekleşiyor demektir!
Yani: Yaşadığımız evrendeki “varlık ve hareketi”; bilgisayar ekranındaki piksellerin yanıp – sönmesiyle, ekrandaki cursorun hareket ettiğini görme algılamamız gibi ve bilgisayar dil ve işleyişindeki “0 – 1, var – yok”, yani “sinyal gelsin – gelmesin” komut / mantığıyla gerçekleşiyor.
Veya sinemada, “Şimdiki Ân / Mekân”a benzeyen “Beyaz Perdesi”ndeki “varlık ve hareket”in oluşma mekanizmasıyla, birebir aynı gerçekleşiyor; reel evrenimizdeki varlık ve hareket.
Çünkü: 1 Uzay–Zaman’da, 2 Nokta olamayacağı gibi; 1 Nokta’da da, 2 Uzay–Zaman Olamaz. Çünkü: Matematikte “doğru”nun, “bölünemeyen en küçük noktalar”dan oluşması gibi; “zaman” denilen dairevî süreçte, “bölünemeyen en küçük ân/süre noktaları”ndan oluşur. “Zaman” denilen olgunun teşahhus ve zuhuru ve böylelikle “süre”nin akması; “ân” denilen, hareketin olmadığı “fotoğraf karesine” benzeyen bu “süresiz nokta”ların, tekrarlı bir şekilde, ardarda “var – yok” edilme süreç ve devamlılığıyla sağlanır.
Bir sinema ve fotoğraf karesine benzeyen; yani “zaman/süre”nin akmadığı ve “hareket”in gerçekleşmediği, o donuk “en küçük ân”da bulunan “fizikî vücud” ve vücudumuzun yeni “hâl / pozisyon / durum” ve “hareketi;” birbirlerine kesikli ve boşluklu bağlanan “süresiz şimdiki ân/mekân”ların, ardarda yaratılma ve yok edilmeleriyle gerçekleşir.
Başlangıçta, renksiz ve hareketsiz bir “film şeridi”nde bulunan resim varlıkların, “şimdiki zaman – mekân” (uzay – zaman’a) benzeyen “sinema beyaz perdesinde”, ışık vurunca; zahire çıkıp, vücudlanması ve renklenmesi ve hareket bulması gibi; varlıkta, İlm-i İlâhî’den, “şimdiki zaman – mekân”a gelip, Kudret-i İlâhî ona vücud giydirip, renklendiriyor; aynı varlık, “geçmiş ân/zaman”a geçerken de o vücudu çıkarıp; yeni gelen “şimdiki ân/zaman”da, yeni maddî vücud giydiriliyor.
Zaten mantıken: Aynı cins iki cismin, aynı “ân/zaman”da, aynı “uzay/mekân”ı paylaşmasının mümkün olmaması gibi; iki “şimdiki ân/mekân”ın da, aynı “ân / zaman – uzay / mekân”da olmaları mümkün değil. Yani: İçinde tüm mahlûkatın bulunduğu “şimdiki ân/mekân”, içindekilerle birlikte yok ediliyor ki, yeni “şimdiki ân/mekân” gelsin, yaratılsın. Yani varlığın “fizikî vücudu” ve bu vücudun “hareket ve yeni durumları”; Rabbimiz tarafından, her ân yeniden yaratılıp – yok ediliyor.
Zamanın olmadığı, yani sürenin akmadığı ve hareketin gerçekleşmediği; ardarda yaratılıp – yokedilen ve birbirlerine kesikli/kesintili bağlı olan, bir fotoğraf karesi gibi donuk “ân uzay–zaman birim/noktaları” derken; Quantum Fiziğinde geçen, “quantlaşma ve taneciklenmenin olmadığı en küçük uzay-zaman/mekân-süre ve basamağı” anlatan “Planck Sabiti (Uzunluk-Süresi)” de, aynı şeyi anlatır.
Yani: Evrenimizdeki “Planck Uzunluğu”nu (uzay / mekânını), monitörlerdeki “piksel”lere benzetirsek; evrenimizi oluşturan piksellerin yanıp – sönme süresi de, “Planck Süresi” (zaman / ân’ı) oluyor. Bu süre de, reel evrenimiz ve içindeki bizlerin, “ânlık var – yok edilme süresi” oluyor. Yani “fizikî (somut) vücud” ve “hareketlerimizin;” tıpkı bir bilgisayar ve TV ekranlarındaki gibi, “görüntü tazeleme / yenileme / tepkime / fps / tarama hız ve frekansı” var!…
Evrende “hareket”in olmadığını söyleyen Parmenides’in ve Elealı Zenon’a atfedilen “ok” ve “Aşil-Kaplumbağa” paradoksunun çözümü de; bu “sürekli ve sonsuz olmayan;” yani “süreksiz ve sonlu, kesikli / kesintili ân noktaları”nda