DÖRDÜNCÜ VE BEŞİNCİ BÖLÜM
Dördüncü Bölüm ise, Bedîüzzaman 23/09/1943-21/10/1943 (1 ay) tarihleri arasında cebren Isparta’ya nakledilmiştir.Bedîüzzaman Kastamonu’da hizmetine devam ederken Isparta Kahramanları da aşkla ve şevkle Nurların neşri için gayret göseriyorlardı. “Hazret-i Üstâd Kastamonu’da iken, Isparta’daki talebeleriyle daima alâkadar idi. O, izn-i İlahî ile biliyordu ki; Risâle-i Nur’u dünyaya ilân ve neşredecek fedakârlardan ve naşirlerden kısm-ı a’zamı Isparta’dan çıkacak veya Isparta merkezindeki hizmet ile bu büyük vazife îfa edilecek.”[1]
1943 yılında, Denizli vilâyetinin Çivril kazasının Homa nahiyesinde ve köylerinde, Nur Risâlelerinin hakikatlarını neşretmekle meşgul Atıf Egemen isminde faal bir Nur talebesi, nurlu ve hakikatlı hizmetlerini engellemek istediler. Oynanan bir oyunla kaza merkezinin müftü ve vaiziyle el birliği ederek evvelâ cami’lerde vaazlarla Risâle‑i Nur, hatta Bedîüzzaman’ın şahsı ve Nur talebesi Atıf Egemen aleyhinde, bir sene önce İstanbul’daki ihtiyâr şeyhin taklidini yaparak konuşmalar yaptırdılar. Bu yol bir netice vermeyince, bu defa rejime dayanarak hükümetin nazar‑ı dikkatini çekmeye çalıştılar. Neticede emniyet ve jandarma Homa ve civarında aramalar yaptı. Bir kaç el yazma Nur Risâleleriyle birlikte, bir de bir nüsha elyazma Beşinci Şu’a’ Risâlesini buldular. Bunun üzerine Atıf Egemen ile bir kaç arkadaşını Çivril’de tevkif ettirdiler. Aynı tarihten bir sene kadar önce Isparta adliyesinin Beşinci Şu’a’ Risâlesi dâhil bütün bu kitaplar hakkında vermiş olduğu beraat kararına rağmen, bu masumlar tevkif edilmekle birlikte, Denizli Vâlîsi hâdiseyi çok büyüterek; Ankara, Isparta, İstanbul, Kastamonu, Muğla ve Aydın vâlîlerine de şifrelerle durumu bildirdi. Ankara hükümeti başta Reis‑i cumhur İnönü ve başbakan Şükrü Saraçoğlu ve Milli Eğitim Bakanı Hasan Ali Yücel üçlüsü ayaklanarak hâdisenin genişçe aranma ve taranmasına dair gizli emirler verdiler.
Aşağıda Isparta Vâlîsi Rıfat Şahinbaş’ın 18 Ekim 1943 tarihinde Isparta Hapishanesinde bulunan 42 Nur talebesi ve Bedîüzzaman’ın fotoğraf ve eşkâllerinin Dâhiliye Vekâletine gönderildiğine dair resmî yazısı başta olmak üzere onlarca belgeyi esas alıp bu bir aylık hayatını inceledik. Bedîüzzaman, Kastamonu’dan Isparta’ya götürülmek üzere, Çankırı üzerinden karayoluyla Ankara’ya 21 Eylül 1943 gecesi Posta Kamyonu ile getirildi. Ankara’dan ise, 22 Eylül 1943 tarihinde ve Ankara Treniyle Isparta’ya müteveccihen hareket etmiştir. Burada Vâlî Nevzat Tandoğan ile yaşadığı olayları da belgelerle ortaya koyduk.
Bedîüzzaman, 20 Eylül 1943’de Isparta Savcısından gelen talimat üzerine yeniden tutuklandı. Ağır hasta olmasına rağmen aynı gün Kastamonu’dan ayrıldı ve Isparta’ya gönderildi. Askerî konvoyla, Çankırı üzerinden kara yoluyla Ankara’ya getirildi. Ankara’da daha önceden tutulan ve otel görevlisi kılığına girmiş polislerle doldurulan Kastamonu Oteli’ne yerleştirildi. Bu arada Ankara Vâlîsi Nevzat Tandoğan, Said Nursî’yi vâlîliğe çağırtarak sarığını çıkarıp şapkayı giymesini istedi. Hatta elindeki şapkayı zorla giydirmek için teşebbüste bulundu. Ancak Bedîüzzaman, boynunu işâret edip, “Bu sarık bu başla beraber çıkar” diyerek sarığını çıkarmayı reddetti. Bu tartışmanın yaşandığı akşam Bedîüzzaman trenle Ankara’dan Isparta’ya geldi. Sorgulamalar başladığında Risâle-i Nur ile ilgili davaların Denizli’deki davayla birleştirilmesi kararı alındı. Bedîüzzaman’la birlikte Isparta, Kastamonu ve Denizli’deki Nur Talebeleri daha sonra Denizli’ye sevk edildi.
Denizli Ağır Ceza Mahkemesindeki iddianâme tam olarak arşivlerde bulunmamaktadır. Ancak Isparta Vâlîsinin Anakara’daki makamlara sunduğu ithâmnâme, mülkî makamlara ait bir yazı değil, tam tersine Cumhuriyet Savcılığının hazırladığı İddianâme mahiyetindedir. Eğer bu İthâmnâmenin metni ile Bedîüzzaman ve talebelerinin mahkemedeki müdâfa’alarını kıyaslarsanız, İddianâmeden alınan iktibasları göz önünde bulundurursanız, bu dediklerimizi tasdik edebilirsiniz. Zaten bu İthâmnâmenin tarihi (15 Ekim 1943) ile yargılamanın başlama tarihleri, neredeyse günü gününe uyuşmaktadır. Bu iddianâmeyi ilk defa yayınlıyoruz. İddianâme tamamen Bedîüzzaman’ın yok edilmesi gayesiyle hazırlanmıştır. Sadece son sayfasını buraya alalım:
Başbakanlık Cumhuriyet Arşivi, 13311-22-3; BCA\SAİD_İ NURSİ_14_2_12\13217\13217-233 Husrev 1941-1974
Bedîüzzaman’ın mantıklı savunmaları ve dilekçeleri üzerine Kemalist Hükümetin erkânları Bedîüzzaman’ı Isparta’da mahkûm edecek bir yol bulamamışlardır. Bu sefer Denizli Mahkemesine sevk için yollar aramaya başlamışlardır.
Bütün bu baskılara rağmen Bedîüzzaman Hazretleri hem teliflere ve hem de talebeleriyle muhabere devam etmiştir. Bu bölümde, Nur ve Gül Fabrikalarını, Isparta Kahramanlarını, Atabey Kahramanlarını ve benzeri mümtâz Nur Talebesi gruplarını ayrıntılarıyla anlattık.
Ağustos 1943’de Denizli‑Çivril’de tevkif edilen Atıf Egemen ve Homa’lı bir kaç arkadaşı meselesi, hazırlanmış plânlar gereğince, çok fazla büyütülerek Ankara’ya bildirildi. En önemli bir meseleymiş gibi Ankara bile meşgul ettirildi.. Bütün mes’ele de Beşinci Şu’a Risâlesi idi. Reis‑i Cumhur İsmet, Başbakan Sükrü Saraçoğlu, Milli Eğitim Bakanı Hasan Ali Yücel hâdise ile direkt ilgilendiler. Denizli Vâlîsi her tarafa şifreli telgraflar gönderdi. Eylül ayı içinde birçok masumlar Isparta’da tevkif edilerek hapsedildi. Bedîüzzaman’ın Kastamonu’daki menzili de bu hâdisede ilk olarak 18.9.1943 günü Denizli’deki evi şiddetli bir şekilde didik didik arandı. Fakat aradıkları Beşinci Şu’a’ Risâlesi yoktu, bulamamışlardı.
Bu arada Denizli ve Isparta’da yapılan tevkiflere rağmen, Bedîüzzaman’a karşı, bir kaç gün bir sükûnet devresi içinde uzaktan murakabe edildi. Gizli zındık komiteleri başka bir plân hazırlamaktaydılar. Bir kaç gün sonra o şeytanca ve zındıkça plânları tatbike konulmuştu. Onu zehirlediler ama muvaffak olamadılar; Allah onu koruyordu.
Beşinci Bölüm, Bedîüzzaman’ın 21/10/1943-09/08/1944 tarihleri arasındaki yaklaşık 8 ay süren Denizli Hayatına ayrılmıştır. Bedîüzzaman ve arkadaşlarını Denizli’ye sevk etme kararı, Temyiz Mahkemesinin 3. Dairesince 30 Eylül 1943 tarihinde kararlaştırılmıştır. Kastamonu Vâlîliği, Bedîüzzaman’ın Denizli Mahkemesindeki yargılamasında, Cumhuriyet Başsavcısı gibi hareket etmiştir. Bunun delillerinden bir tanesi, 15 Aralık 1943 tarihli “Risâle-i Nur Eserlerinin zararlı muhtevası hakkında” Dâhiliye Vekâletine takdim ettiği ayrıntılı rapordur. Biz bunu Isparta Cumhuriyet Savcılığının İddianâmesi ile birleştirirsek, Denizli İddianâmesi adını verebiliriz.
İsmet İnönü’nün Cumhurbaşkanı olduğu bu dönemde, kuvvetler ayrılığı prensibi asla işlemiyordu. Kimin icrâ organı, kimin yargı gücüne sahip ve kimin savcı olduğu belli değildi. Denizli Savcısı da bu işi taahhüdüne almıştı ve davayı yürütecekti. Kara vagonlara doldurulan Nur Talebeleri, üstlerinde kapılar muhkemce kilitlendiği gibi, ayrıca da kalın demir şişleriyle dışardan kapılar iyice bağlanmıştı. Ancak onun hazırladığı iddianâmeyi Vâlîlik ve Emniyet Bakanlığa takdim ediyordu. Burada Afyon Mahkemesi sırasında Nur Talebelerinin kaleminden çıkan hülasayı aktarmak istiyoruz:
Eskişehir Hapishânesinden çıktıktan sonra, Kastamonu’ya nefy edilir. Sekiz sene sonra 1943 tarihinde din ve mukaddesât düşmanları, Risâle-i Nur Külliyâtı neşriyatının kendi zehirli ideolojilerinin genişlemesine mani gayet kuvvetli bir sed teşkil ettiğini; millet ve gençlik tarafından gittikçe fazla rağbet kazandığını müşâhede ederek, Risâle-i Nur’a suikasd için Bedîüzzaman’ı yüzden ziyade talebesiyle birlikte, Denizli Ağır Ceza Mahkemesine sevk ederek, hapse sokarlar. Yine “Gizli cemiyet kuruyor. Halkı hükümet aleyhine çeviriyor. Medeniyetimize mimsiz medeniyet diyor. Mustafa Kemal’a din yıkıcısı Süfyan, Deccal diyor. Mustafa Kemal’in Süfyan olduğunu hadis-i şeriflerle, hâdisâtla isbat etmeğe çalışıyor” gibi bir sürü bahanelerle mahkeme cereyân ediyor.
Sonra Risâle-i Nur Külliyâtında siyasî bir faaliyet olup olmadığını tedkik için birkaç memurdan bir ehl-i vukuf teşkil edilerek toplanan eserler tetkike başlanınca, Bedîüzzaman; “Bu vukufsuz ehl-i vukuf Risâle-i Nur’u tedkik edemez. Ankara’da ilmî bir ehl-i vukuf teşkil ettirilsin. Eğer onlar bir suç görürlerse, en ağır cezaya razıyım” der. Bunun üzerine Risâle-i Nur Külliyâtı, Ankara’da profesörlerden ve ilmî şahsiyetlerden mürekkeb ehl-i vukufa satır satır tedkik ettirilir. Ehl-i Vukuf tarafından “Bedîüzzaman’da siyasî bir faaliyet ve gaye yoktur. Eserleri ilmî ve imânîdir. Kur’ân-ı hâkimin hakiki bir tefsiridir.” diye rapor veriliyor.
İthamlar delilsiz ve isbatsız olduğu için iftiralardan ibaret olduğu anlaşılıyor. Bilhassa Bedîüzzaman’ın “Mehdilik davası güdüyor” ithamı isbat edilemiyor. Neticede Bedîüzzaman büyük bir müdâfa’a yapıyor.[2]
Tekrar önemle hatırlatalım ki, Denizli Ağır Ceza Mahkemesinin iddianâmesi, Isparta Cumhuriyet Savcılığı tarafından hazırlandığı ve zaten söz konusu iddianâmenin 15 Ekim 1943 tarihinde hazırlandığı unutulmamalıdır. Bedîüzzaman ve talebeleri hem İddianâmeye itiraz ediyorlar ve hem de Nur Davasını müdâfa’a ediyorlar. Biz bütün belgeleriyle bu mahkeme safahatını ve müdâfa’aları, arşiv belgelerine dayanarak açıklamaya çalıştık.
Bu yargılama sırasında tarihe geçecek dört önemli olay olmuştur:
Birincisi, Denizli Savcısı Ankara’dan gelen talimatlarla dosyayı uyduruk bir mahallî bilirkişi hey’etine göndermiştir. Bedîüzzaman, Denizli Savcısının Isparta Savcısından daha çok bir gayretkeşlik içerisinde olduğunu müşahede edince, ilk başta mülâyim bir iki parça hakikat‑ı hali dile getiren dilekçeleri iddia makamına gönderdi. Bir kaç gün sonra da, 8.11.1943’te birinci ehl‑i vukufa tevdi’ edilen dosya ve kitaplar hakkındaki bilirkişi raporları geldi. Bunun üzerine müddeî‑i umûmî, dosyaları davanın evvela sorgu mahkemesinde yürütülmesine bıraktı. Sorgu hâkiminin kararnâmesini de aldıktan sonra, dosyayı ağır cezaya sevk etti. Bu bir rezalettir.
İkincisi, ilim adamlarından oluşan üç kişilik Ankara bilirkişi hey’etinin verdiği rapor, bazı hatalarına rağmen olumlu bir rapordur. Ankara birinci Ağır Ceza Mahkemesi Reisi Emin Böke’nin riyâsetinde yetkili ve her birisi kendi dalında feylosof kadar yüksek ilmî seviyeye mâlik ve ünlü şahsiyetlerden üç tane ilim adamı tayin edilir ve dosya bu zatlara tevdi’ edilir: Ehl-i vukuf Diyânet İşleri Müşavere Hey’eti azasından, Dersiâm Profesör Yusuf Ziya; Ehl-i vukuf Dil-Tarih Fakültesi Şarkiyat Enstitüsü Müdürü Necati Ögal (Lügal); Ehl-i vukuf Türk-Tarih Kurumu Türk-İslâm Kitabları Derleme azasından Yusuf Aykub (Aykut). Bu bilirkişi hey’eti, tek tek Nur Risâlelerini ve hâdise dosyasını bir ay kadar kısa bir zaman içerisinde tetkikten geçirdikten sonra; ileride metninden bazı bölümler vereceğimiz raporlarını 22 Nisan 1944 tarihinde oy birliğiyle hazırlayıp ilgili makamına teslim etmişlerdir.
Üçüncüsü, o günlerin Polis İstihbârât Başkanlığı demek olan Önemli İşler Müdürlüğü’nün sonradan arşiv kayıtlarına girmesi için talimat verdikleri, değerlendirme notlarıdır. Bu notlar, karar verilmeden evvel, Bedîüzzaman ve talebelerinin bütün müdâfa’aları, itirazları ve taleblerinin beyanları ve ifadeleri hakkıyla değerlendirilmiş ve neticede beraatlerine karar verilmiştir. Biz bu devlet arşivlerine giren değerlendirme notlarını olduğu gibi kitabımıza aldık.
BCA, 13311-22-7 Afyon-Denizli
Osmanlıca olarak kaleme alınan bu değerlendirme notlarından sadece bir sayfa Mukaddimeye alacağız:
BCA, 13311-22-7 Afyon-Denizli
Dördüncüsü ise, bütün siyasî baskılara rağmen, Ali Rıza Bey başkanlığındaki Denizli Ağır Ceza Mahkemesinin Risâle-i Nur hakkında verdiği beraat kararıdır. Biz 40 sayfayı geçen bu kararı ilk defa meraklı hukukçuların istifadesine sunmuş bulunuyoruz. Denizli’de yargılamaları süren Bedîüzzaman ve talebelerinin mahkûm edilmeleri için, Dâhiliye Vekâleti, Kastamonu Vâlîliği ve de CHP Genel Sekreterliği işbirliği yapıyor ve Nur davası konusunda rapor üzerine rapor hazırlıyorlar. İşte bunlardan biri şöyledir:
Nur hizmetine “mel’anet tohumu” diyecek kadar alçalan Dâhiliye Vekili, 28 Ocak 1944 tarihli talimatla Kastamonu Vâlîliğine, Bedîüzzaman ve davasının takibi, haklarında rapor hazırlanması ve baskı yapılması konusunda aşağıdaki yazıyı yazıyor:
Başbakanlık Cumhuriyet Arşivi, SAİD_İ NURSİ_14_2_121331113311-22-5
Bütün bu baskılara rağmen, Bedîüzzaman ve talebelerinin mukni ve hakikatlı müdâfa’alarını; şahitlerin beyanlarını ve nihayet Ankara Ehl-i vukufunun raporunu nazara alan Ağır Ceza Mahkemesi beraat kararı vermiştir. Denizli Ağır Ceza Mahkemesinin âdil hâkimler hey’eti şu zatlardan müteşekkildi:
1‑ Reis: Muğla’Iı Ali Rıza Balaban.
2‑ Birinci Aza: Isparta‑ Senirkent kazasından ve uzaktan Tola ailesinin yakını Hâkim Hesnâ Şener Hanım.
3‑ İkinci Aza: Hakkı Tüzüner.
Tarihin şeref levhaları arasına girdiğinden bu kararın ilk ve son sayfalarını mukaddimeye de alıyoruz:
BCA\SAİD_İ NURSİ_14_2_12\13311\13311-22-6 Afyon-Denizli 1944-49
Mahkeme beraat kararı vermesine rağmen, yine Bedîüzzaman sımsıkı ta’kip ve mürakebelere ma’ruz kalmaya devam etti. Bedîüzzaman’ın Denizli’deki talebeleri Üstâdlarının kaldığı otele hergün gelip gidiyorlardı. Fakat gelen gidenlerin gizlice tesbitleri yapılmakta idi. Hasan Feyzi Efendi, Hâfız Mustafa, Muharrem ve Yakub Cemal gibi zatlar Bedîüzzaman’ın yanına devam ediyorlardı. Bilhassa Veliyy‑i Âşık olan Hasan Feyzi Efendi Üstâd’ına pervane kesilmiş, ona ve nurlara hizmet etmişti. Bu arada tabi MİT’in de raporları Ankara’ya gidiyordu. Bedîüzzaman Hazretleriyle görüşenler ve Denizli şehrinde beraatten sonra inkişaf eden fevkalâde dinî hayat, tek tek, raporlanıp Ankara’ya gönderilmekteydi. Ankara ise, daha çok evhama kapılmıştı.
İsmet İnönü’nün Cumhurbaşkanlığı döneminde ve Hilmi Uran’ın da Dâhiliye Vekili olduğu bir vakitte, Bakanlar Kurulu, 9 Ağustos 1944 tarihli kararıyla, Bedîüzzaman’ın Afyon Vilâyetinin Emirdağ Kazasına nakli, Dâhiliye Vekâletinin 21 Temmuz 1944 tarihli teklifi esas alınarak kararlaştırılmıştır.
BCA\SAİD_İ NURSİ_14_2_12\13311\13311-22-6 Afyon-Emirdag-Denizli 1944-49
Kitabımızın kaynaklarını her ne kadar bütün ayrıntılarıyla bu cildin sonunda da verdik ise de, ana hatlarıyla burada da açıklamakta fayda bulunmaktadır. Bu cildin en önemli özelliği, Bedîüzzaman’ın hayatına ait eski tarihçelerde yer almayan çok sayıda belge ve olayın yer alması ile birlikte, özellikle hayatı ile alakalı tarihlerin bazan yıl bazında değişmesidir.
Birinci derecede kaynaklarımız, Bedîüzzaman’ın eserleri, lâhika mektupları ve talebelerinin mektuplarıdır. Şu anda mektuplarının tamamına yakınının orijinalleri elimizdedir diyebiliriz. Neşredilenler kadar, neşredilmeyen eserlerden ve lâhika mektuplarından da istifade ettik. Şu gökkubbe altında hiçbir şey gizli kalmasın istedik. Envar Neşriyata, Hizmet Vakfına ve Nesil Yayınclık grubuna müteşekkir olduğumuzu bu konuda ifade etmekle mükellefiz. Elimizde 2000’in üzerinde Risâle-i Nur Külliyâtının yazma nüshaları bulunmaktadır. Bu nüshalar, Abdülkadir Badıllı Ağabey Arşivindekiler, Millî Kütüphanedeki nüshalar, Necmeddin Şahiner Ağabey’in elindeki kitaplar ve en önemlisi de bu konuda en zengin arşive sahip olan Hizmet Vakfı arşivindeki 1600 küsur nüshadan müteşekkildir.
İkinci derecede kaynaklarımız, Necmeddin Şahiner Ağabey’in Son Şahitler ve Aydınlar Konuşuyor gibi kıymetli eserleridir. Bunlar olmasaydı, bu eser çok zor telif edilirdi. Bu muhalled eserler, asır yeniden yaşanmadan kaleme alınamayacak eserlerdir.
Üçüncü derecede kaynaklarımız, Abdülkadir Badıllı Ağabey’in başta Mufassal Tarihçe olmak üzere kaleme aldığı eserlerdir. Kendileri bizzat bu eserlerin dijitallerini bize verdiğinden, çoğu kere aynen iktibasta bulunduğumuzu şükranla yad ediyoruz. Ömrünün tamamını bu hizmete vakfetmedikçe ve Nurlara tam vâkıf olmadıkça, bu eserlerin kaleme alınamayacağını mütalaa edenler idrâk edebilirler.
Dördüncü derece kaynaklarımız, Abdülkadir Aksu ve merhum Turgut Özal’ın yardımlarıyla elde ettiğimiz Emniyet Genel Müdürlüğündeki arşiv belgeleri; sayıları 18.000’i bulan Kürd Te’âlî Cemiyeti ve 1980’li yıllara kadar Nur Cema’atine ait devletin farklı arşivlerindeki muhtelif resmî belgeler; Cumhurbaşkanlığı Arşivindeki belgeler ve nihâyet Osmanlı Arşivindeki belgelerdir. Bu belgelerde anlatılanların her zaman doğru olduğunu söylemek zordur; zira özellikle bazı raporlarda sapla saman birbirine karıştırılmıştır.
Prof. Dr. Ahmed Akgunduz