Erzurum Narmanlı Camii etrafında on binlerce kişiye hitaben, talebelerinden Ahmed Akgündüz Hoca veciz bir hitabede bulunmuştu. İşte o veciz konuşma;
“Doksan sene bereketli bir ömür yaşayan, Ümmet-i Muhammed’in dirayetli bir allamesi, nur cemaatinin cesur hocası, Mehmed Kırkıncı Hocamız Hakkın rahmetine uğurlanmaktadır. Ben o hocamızı tezkiye manasında konuşarak anlatacak durumda değilim. Ama yedi sene beraber, iman ve Kur’an hakikatlarını müzakere ettiğimiz ve kendisinden istifade ettiğim bu zat hakkında bir iki hususu sizlere arz etmek istiyorum.
Evvela; Mehmed Kırkıncı Hocamız, Osmanlı medreseleri usulü iki tane icazetnamesi bulunan önemli bir allameydi. Ağrı’daki Molla Nadir Efendi’den akli ilimlerde icazetini alan Mehmed Kırkıncı Hocamız, Erzurum’un allamelerinden de nakli ve şer’i ilimlerde icazetini almıştı.
Özellikle Mantık, Kelam ve Münazara ilimlerinde gerçekten Türkiye’de nadir yetişebilecek bir mütehassıs ve âlimdi.
Ayrıca, sade ‘kadim hikmet’ dediğimiz İslam felsefesine değil, Yunan felsefesine de vâkıf ve Risale-i Nur’un külliyatını İslami ilimler ve felsefe ile alakalı ilimlere vâkıf bir âlim olarak izaha muktedirdi. Bu, önemli bir özelliği idi.
Muhterem kardeşlerim, ikinci bir özelliği; onun vehbi imtiyazı idi. Bediüzzaman hazretlerinden Risale-i Nur’un Külliyatındaki en zor iman hakikatlarını kolay misallerle anlatabilmek için dua almıştı. Onun için, kaleme aldığın Hikmet Pırıltıları ve özellikle, bir Ezher Üniversitesi Profesörünün “hayatımda Kader meselesini yüz sayfa kadar tutan Kader Nedir kitabı kadar kolay anlayamadım” şeklinde tavsif ettiği eserleri ile yüz binlerce gence rehberlik eylemişti. Bu da ikinci temel özelliği idi.
Üçüncü temel özelliği; ne 60 ihtilaline, ne 71 ihtilaline, ne de başka siyasi çalkantılara aldırmadan, Risale-i Nur talebesi olmaktan iftihar ediyor ve izzet duyuyordu. Çok büyük bir nur talebesi idi. Bediüzzaman’la tanışmış, hayatı boyunca ‘Risale-i Nur’un külliyatı medrese ulemasının malıdır’ sözünün masadakı olarak, hem Kümbet’te İslami ilimleri okutuyor, hem de Risale-i Nur derslerini binlerce gençlere ders veriyordu.
Muhterem kardeşlerim, sözü uzatmak istemiyorum. Ama böyle bir cemaatte, tezkiye için onun üç temel özelliğini daha anlatacağım.
Bunlardan birincisi; Bediüzzaman hazretlerinin son dersinde ders verdiği müsbet ve menfi hareketi bir nevi Kırkıncı Hoca, doksan yıllık hayatı boyunca müşahhas bir misal olarak çevresindekilere anlatmıştı. Nasıl mı dersiniz? Kendi ifadesiyle; “Ahmed Efendi! Müsbet hareket güneşin hareketine benzer. Menfi hareket rüzgârın hareketine benzer. Rüzgârın çatırtısı, patırtısı çoktur. Bir iki parça esip gürlemek ve ağaç parçalarını yere indirmekten başka bir neticesi yoktur. Ama güneş sessizdir, sakindir, ama istemeyen ve sevmeyenlerin bile odalarına iki yaşındaki bir çocuğun perdeyi aralamasıyla yatak odasına girecek kadar, gönül koymaz, kalpleri nurlandırır” derdi.
Onun için, ömrü boyunca, ister devlet hayatında, ister içtimai hayatta menfi bir harekete müsaade etmezdi. “Estağfurullah, estağfurullah” der, menfi hareket edenlere mani olurdu.
İkinci bir özelliğini söyleyeceğim; Muhterem kardeşlerim, Mehmed Kırkıncı Hocam, Bediüzzaman’ın halis bir talebesi olarak elbet fiili siyasetle uğraşmıyordu. Ama güzel gördüklerini ister devlet adamı, ister diyanet işleri başkanına olsun yazdığı mektuplarla tasdik ediyor, tasvip ediyordu. Ama muhalefet edeceği zaman, Bediüzzaman’ın 1935 Eskişehir mahkemesinde savunduğu düsturlara bakıyordu. Nedir o bilir misiniz? “Ahmed Efendi! Biz ilmen ve fikren muhalefetimizi bildiririz. (Nitekim seksen ihtilalinde ihtilal yapanlara da mektuplarla ikazda bulunmuştu.) Ama biz siyaset yoluyla Kur’an talebeleri olarak muhalefet etmeyiz. Devlete, cemiyete isyan etmeyiz. Kur’an bizi siyaseten ve isyan yoluyla muhalefetten kıyamete kadar men etmiştir” diyor ve daima müsbet hareketle devlet ricali ve idarenin lehinde asla yıkıcı olmuyordu.
Son bir noktayı belirtmeden geçemeyeceğim. Hiç unutmuyorum, “Ahmed Efendi! İki şey denenmez; Biri ölüm, biri devlet. Bir adam dese ki; ‘ben bir öleyim de, sonra dirilip size ölümü anlatayım.’ Mümkün değil. Aynen öyle de, ‘şu devleti yıkayım da, güzelini kurayım’ Mümkün değil. İşte Lübnan, işte Afganistan. Eğer Erzurum Camilerinde bin bir hatim okunuyorsa, unutma ki, namaz kılmasa da sınırda karakol bekleyen askerlerin sevap payı var” derdi.
Son cümle; Muhterem kardeşlerim, ağabeylerim ve Bediüzzaman’ın talebeleri! Bediüzzaman Münazarat’ta diyor ki;”müştebih ağaçları gösteren, semereleridir. (Münazarat, s: 15) Yani birbirine benzeyen ağaçların, yalancı armutla meyve veren armudun yaprakları birbirine benzer. Ama onları birbirinden ayıran meyveleridir.
Bu mübarek ve mukaddes yolda bize ışık tutan hizmet eden be insanlığı kurtuluşa erdirenlerden Allah rası olsun.
“Akgündüz” ve Ak liderler bu milletin namusudur.
Mehmet Kırkıncı hocamıza Yüce Mevla’dan rahmet diler her iki hocamıza hürmetlerimizi iletiriz.