KADİR CANPOLAT İLE
BULTÜRK BAŞKANI RAFET ULUTÜRK RÖPORTAJI
Osmanlı Ocakları Genel Başkanı Kadir Canpolat,
Bulgaristan’daki Türklerin haklarının kazanılmasında önemli ölçüde katkısı
bulunan fikir ve mücadele adamı Rafet Ulutürk ile röportaj gerçekleştirdi.
Rafet Ulutürk, 1966 yılında, Kırcaali Köseler köyünde doğdu. Bulgaristan
Türkleri’nin sosyal, politik, ekonomik ve hukuk alanlarındaki hak kayıplarının
geri kazanılmasında önemli projeleri hayata geçiren isimdir. Aynı zamanda Rafet
Ulutürk, Balkan Türkleri Dayanışma ve Kültür Derneği Bayrampaşa Şube Başkanı
olarak görev yaptı Türk Dünyası Gazeteciler Birliği Federasyonu Yön. Kur.
Üyesi, Türk Halkları Kongresi Dönem Başkanı, Dünya Türk Gençler Birliği Yön.
Kur. Üyesi, 2003 yılında Bulgaristan Türkleri Kültür ve Hizmet Derneği’nin
(BULTÜRK) kurucusu oldu. Dernekte Genel Başkan oldu ve halen başkanlık görevini
sürdürmektedir. Osmanlı Ocakları Genel Başkanı Kadir Canpolat’ın Rafet Ulutürk
ile röportajı aşağıdadır.
Sorular bizzat Kadir Canpolat tarafından sorulmuştur.
KÜLLİYEHABER Gazetesi;
Osmanlı Ocakları Genel Başkanı
Kadir CANPOLAT Soruyor
Rafet ULUTÜRK cevaplıyor;
Cevap Rafet ULUTÜRK: Bulgaristanlı bir soydaşım. Bulgaristan’dan Türkiye’ye geldik. Anavatanımızın bağrında örgütlendik. Hedefimiz tüm Türklerde olduğu gibi bizlerde Kızılelma’ya doğru koşuyoruz. Amacımız dünyada kardeşçe yaşamak, gönüllere ve dünyaya gerçek barışı ve huzur getirmek, kısaca onurlu ve ahlaklı insan olma yolundayız.
Bizim düşüncemiz bir insanda ahlak olmadan Hristiyan veya Müslüman vs. olsa da hiç fark etmez, ondan insan olmaz. İşte bugün bu dünyada yaşayan söz sahibi olan kişiler en azından bu gerçeği insanlarımıza özellikle gençlerimize öğretmek arzusundayız. Bizler Atalarımızın hedeflerinin peşindeyiz… İnsanların Dünya Türklükle yoğuruldukça herkesin mutlu olacağına inancımız tamdır. Eskiden olduğu gibi Türk olmak, ahlaklı ve adaletli olana Türk denirdi eskiden, işte bunu tekrar başarmak zorundayız bu da bize düşer. Bizler bunu tekrar başlatacağız ardımızdan gelen nesil bunu zirveye çıkaracaktır İNŞALLAH…
Cevap Rafet ULUTÜRK Osmanlıdan sonra Balkanlar çok parçalandı. Şu an Hırvatistan’dan – Moldova’ya, Ukrayna’dan – Yunanistan’a 13 devlet var, buralarda insanlar 80 halk dilinde konuşuyor. Rumeli Roma imparatorluğu toprakları anlamıyla yüklüdür. Dünya çok değişti. Bir defa milli uyanışlar devri olan XIX. yüzyılın sonlarından 20. yüzyıl sonlarına kadar gelen ve Kuzey Makedonya Cumhuriyeti (KMC) örneğinde izlendiğine göre, millileşme süreci hala henüz tamamlanmamış ve bu devam ediyor. Bizlerde problemlerimizi ata vatanımız olan Bulgaristan örneğine odakladık. Problemlerimiz öncelikle Bulgaristanlı Türk kimliği ve kültürel kimlik konusunda düğümlüdür.
Bizler 1951-1958 yıllarında bu engeli bir defa aşabilmiştik.
İki Balkan ve İki Dünya Savaşının yürütüldüğü Balkanlarda ağır bir hak ve özgürlükler mücadelesi verdik. 1989 Mayıs Ayaklanmamız azınlık haklarımız için bir kitlesel başkaldırıydı. Azınlık haklarımızın başında bireysel ve toplu insan haklarımız, detayda öne çıkan anadilimiz Türk eğitim, öğretim, geleneklerimizle var olma ve kültürel gelişmemizdir.
Biz Balkanların en iyi insanlarıyız, yardımlaşmayı severiz, bundan dolayı 2003’de kurduğumuz derneğimize kısaca BULTÜRK dedik, kısaltmanın içinde hizmet sözünün derin anlam taşıdığına işaret etmek isterim.
Cevap Rafet ULUTÜRK; Konuyu Türklerin ve geniş anlamda Müslümanların insan haklarına kilitlersek, Rusya İmparatorluğu’nun 1877-1878 Osmanlı topraklarına Tuna nehri üzerinden saldırmasından ve ardından toplanan Berlin Konferansı kararlarıyla Balkanlar medeniyet değişimi yaşamıştır. İslam medeniyetinin Hıristiyan medeniyetiyle yer değiştirmesi gündem oldu.
Hıristiyan dünya görüşüne ve yaşam tarzına hayır diyen Batı Balkanlar’dan Türkler Anadolu’ya dönmeyi seçti. Arnavut, Boşnak, Pomak Müslümanların çoğu orada kaldı. Bulgaristan Türklerinden büyük kısmı göç yolunu seçse de, bugün de Balkan ülkelerinde yaşayan en büyük Türk azınlığını yine Bulgaristan’da biz oluşturuyoruz.
Bunun nedenlerinden biri Osmanlının bir Bulgaristan devleti olması, yani bakın Osmanlının en çok eseri Bulgaristan’da var. Bir de anavatan Türkiye’ye çok yakın olmamız ve aramızda yalnız sınır hattı bulunmasıdır. O gün bu gün artık 142 yıldan beri değişik ülkelerde yaşayan Balkan Türklerinin hakları, problemleri ve hayalleri farklı olmuştur ve bugün de farklıdır. Her devletin problemi bir diğer devletle benzerliği dahi yoktur. Bir bakın, Bosna Türkleri iktidardadır, Kosova Türkleri iktidar ortağıdır, Kuzey Makedonya -KMC Türkleri de yönetime ortaklardır. Sırbistan ve Karadağ’da Türkler yok denecek kadar azalmış, ayakta kalan Türklerin maddi tarih-kültür değeridir. Biz Bulgaristan’da 1990’da politik sahneye çıktık, ne var ki ülkemizde yaşayan 7 azınlığı kapsayan bir toplum sözleşmesi, azınlık kimliğini tanıyan ve kültürel varlığına yaşam hakkı tanıyan bir anlaşma imzalayamadık, bu konuda kurulmuş yuvarlak masa da henüz yoktur.
Cevap Rafet ULUTÜRK Biz Bulgaristan’da devrim yapmadık. Daha doğrusu Osmanlı’dan ayrıldıktan sonra Bulgaristan’da devrim olmamıştır. Devrimin üretim araçları mülkiyetini ve üretim güçlerinin toplumdaki durumunu değiştirmesi gerektir. Osmanlıda her vatandaşın mal mülk hakkı vardı. Demek istediğim Bulgarlar toprak sahibi, işçilik, çiftlik, dükkân ve hatta fabrika sahibiydiler, serbest ticarette ilişkileri hâkimdi. Bulgar işçi gücünü Bulgar fabrika sahibine satabilir, Bulgar zanaatçı bakır ve kazanlarını, çoban koyun ve kuzularını, dokumacı halı, aba ve kaytanlarını imparatorluğun hangi pazarında ve çarşısında isterse satabilirdi. Bulgaristan prensliğine Osmanlı kapitalizmi yerine Bulgar kapitalizmi gelmişti ki, değişen yalnız etiketti.
Bulgarlar ev ve köprü yapmayı, demiryolunda yolculuk etmeyi, pastanede kahve içmeyi ve bankadan kredi almayı Osmanlı’dan öğrenmişlerdi.
Bu bakıma 1978’de Bulgaristan’da devrim yaşanmadı, devrim yaşansaydı 1795 Büyük Fransız Devrimi esintisi olarak Cumhuriyet ilan edilirdi. Berlin Konferansı devlet biçimi olarak monarşinin anayasal prenslik biçimini dayattı.
BULTÜRK olarak Cumhurbaşkanı seçimlerine kendi adayımızla katılmamız çok anlamlı bir adımdı. Bir defa Bulgaristan Türklerinin böyle bir hamleye, devlet yönetimine aday olduklarını doğru okuduk. İkinci olarak, seçmen oylarımızın Bulgar partilerine ve adaylara satılmasına karşı olduğumuzu göstermiş olduk.
Üçüncü olarak da, Avrupa Birliği (AB) değerlerine yenisini kattık, azınlıkları devlet yönetimine taşıma örneği olarak göstermiş olduk.
Cevap Rafet ULUTÜRK İsimlerimizi, dilimizi, dinimizi değiştirip Bulgarlaştırılmak istendiğimiz soykırım denemesi döneminde bizi Türkiye devleti ve halkı, Azerbaycan devlet yönetimi, İslam Konseyi ve Müslüman Dünya destekledi. Bulgar zulmü kınandı. Türkiye ile birlikte Türk Dünyasının her köşesine gidip sağ salim olduğumuzu, ayaklanmamızı, isimlerimizi ve din haklarımızı geri alabildiğimiz ve hayallerimizi anlatırken kendilerine teşekkür etmek şerefi bana nasip oldu. Ziyaretlerimi daha Bulgaristan’dayken başladım BULTÜRK ile devam ettim ve Bulgaristanlı soydaşlarımız ve bu görüşmeleri Bulgaristan’da yaşayan kardeşlerimizi temsilen yaptım. Kendilerine hem anlattım hem de bizi anlatan eserlerimizi de hediye ettim.
Artık
kafalarımızı kaldırıp ileriye bakmak gerekir
Büyük ve Güçlü
Türkiye dünyaya yeni güneş gibi doğuyor.
Dünyayı yönetmek için öyle çok çok bir şeylere gerek yok. Bunu atalarımız zamanında yapmış biz neden yapamayalım. Atalarımız dünyayı ahlakla, dürüstlükle hak ve adaletle yönetmişlerdir. Başkalarının başaramadığını başarıp sadece Balkanlarda 600 yıl yönetimde kaldılar. Biz Türkler şunu çok iyi biliyoruz adalet yoksa barış da yok.
Türkiye yıllardır barış ve adaleti dünyanın dört bir yanına taşımak için çalışıyor ve artık bunun sonuna çok yaklaşmıştır. Gençlere seslenmek isterim “Değerli gençler şunu çok iyi biliniz Sizler hayalleriniz kadar güçlüsünüzdür. Hayal etmeyi öğrenmelisiniz ve bu hayalin 100 yıl -500 yıl sonrası için olsun fark etmez. Hayalleriniz ne kadar erişilmez ise o kadar güçlüsünüz. Adalet insana hak ettikleri şekilde hükmetmektir”.
Hayatta en önemli şey “Hatalı olmak değil, hatalardan ders almaktır. Yanlışlardan korkmayın, yaptığınız her işin insanlığa faydası olacağını düşünerek yapınız.”
Cevap Rafet ULUTÜRK 1951 göçünden sonra ve daha sonraki göçlerle gelenler muhacir kimliğini maalesef aşamadılar. Bireysel menfaatleri aşarak ata-vatanda kalan ortak menfaatlerimizi, Bulgaristan Türkü kimliğimizi kucaklayıp bir ortak bilinç düzeyine taşıyamadılar.
Fakat 1989 Büyük Göçün bizlere sınır kapısını bir daha kapanmamak üzere açık bıraktık. Yola çıkarken evlerimizin kapılarını da açık bıraktık. Bizler bu gün hepimiz çifte vatandaşız. Bulgar devletinin her yeni edinimi bizim de kazanımımızdır. 2007’de Bulgaristan Cumhuriyeti Avrupa Birliği’ne (AB) üye oldu. Biz de topluca AB üyesi olduk. Yani AB vatandaşı olduk.
Seçimlere katılıyoruz. Seçilme hakkımız olmasa da seçme hakkımız ve referandumlarda oy kullanma hakkımız var.
İnsan haklarımızı genişletmek ödevimizdir. Bu bakıma BULTÜRK bir öncüdür. 2021’de yapılacak hem meclis hem de cumhurbaşkanlığı olağan seçimlerinde oylarımızı internet üzerinden ve posta ile göndermek istiyoruz.
Bulgar meclisine önerilerimiz oldu. Bulgaristan sevgimiz canlıdır. Bulgaristan’ın her problemi bizim sorunumuzdur. Bulgaristan yuvarlak masasında yerimizi almak istiyoruz. Evlerimiz, köylerimiz, şehirlerimiz bugün de bizimdir. Gitmesek de görmesek de onlar bizim köylerimizdir.
Öncü atılımlarımız itirazlar yaratabilir.
Geleneklerine bağlı kalanlar yol alamaz. Burada önemli olan diğer STK’lar bizi eleştireceklerine kendilerine bakmaları daha iyi olur, bir baksınlar kendilerine bu güne kadar neler yapmışlardır. Kendisi yapamadığı bir işi eleştirmek insanlığa yakışmaz.
Biz geçmişi ileriyi daha iyi görebilmek için öğreniyoruz. Gelecek hepimizindir. Yolumuz Atamızın dediği gibi “Muasır medeniyetlerin üzerine çıkmak” yoludur. Biz iki ülkede yaşayan parçalanmış Bulgaristan Türk topluluğu olsak da, gönül birliği, emel birliği içindeyiz.
Yeniden birleşeceğimiz gün yakındır.
Bu bakıma Bulgaristan Cumhurbaşkanlığına, Bakanlar Kuruluna, halk meclisine ve siyasi parti merkezlerine ziyaretlerimiz ve temaslarımız anlayışla karşılanmalıdır. Bunlar devam edecektir. Diyalog sürmezse yerimizde sayarız. Bunu yapamayanlar evinde otursalar daha iyi olur kanaatindeyiz.
Cevap Rafet ULUTÜRK Ben 1993 yılından beri Dünya Türk Gençler Birliğinin Kurultaylarına, ayrıca Türkiye Cumhuriyetinin yaptığı Türk Dünyası Liderler zirvelerine de katılmaya başlamıştım.
Sofya’da Dünya Türk Gençlik Zirvesi düzenleme fikri 2000 yılında doğdu. Türk Dünyası Kurultayını bir Türk kalesi olan Kırca Ali şehrinde yapacaktık. Hak ve Özgürlük Hareketi – HÖH ile birlikte yapacaktık, fakat HÖH önerimizi kabul etmedi. 2010 yılında Avrupalı Bulgaristan Vatandaşları – GERB Partisinin katkıları ile Sofya’da yapabildik. Dünya Türk Liderler Zirvesini Sofya’ya bizlere nasip olduğu için gurur duyuyoruz.
Cevap Rafet ULUTÜRK Bunun cevabı için 140 yıl geriye dönerek cevap vermeliyiz. “93 Harbinden” sonra Bulgar Prensliğinden Osmanlı yerel ve devlet yönetiminin kaldırılmasıyla Türklerin maddi yönetimi Bulgar makamlarına geçti. Okullar özel, din işleri cemaat, encümenlikler ve müftülükler tarafından yönetiliyordu. Başmüftülük ancak 1909’da Osmanlı devleti ve Sofya Çarlığı arasında İstanbul Anlaşmalarının imzalanmasından sonra kurulabildi.
Eğitim ve öğretim alanında kadro yetiştirme davası Şumnu’da (Şumen) Türk Lisesi ve din ihtiyaçları için NÜVVAB okulunun açılmasıyla adım attı. Bulgaristan Türklerinin milli liderinin yetiştirilmesine doğru ilk adımlar dünyada da ilk turan ismiyle kurulan “Turan Dernekleri” örgütlenmesi, etkinlikleri ve forumlarında başladı. İlk büyük adım ise 1929’da Sofya’da toplanan Milli Türk Kurultayında belirlendi. Bu arada Türkleri Sofya meclisindeki birkaç Türk milletvekili temsil ediliyordu.
Bu çalışmalarda çıkan Türkçe gazete ve dergilerin rolü önemliydi. 1922’de toplanan Çiftçi Partisi Kurultayında, parti lideri, halk önderi, başbakan Aleksandır Stanboliyski foruma katılan 500 Türk delege önündeki konuşmasında Türklere “Gelin devleti birlikte yönetelim” demesi çok güzel bir jest olmuştu. Milli liderin biçimlenmesine doğru ilk adımlar böyle atılmıştı. Bulgaristan’da onun gibi sevilen ikinci bir Başbakan da olmadı.1925 ve 1934 askeri darbeleri Türklerin cami dışında örgütlenme ve dikey yapılanma yolunu kestiler. 1944’ten sonra Bulgaristan Türklerine devlet yönetimine örgütlü bir birim olarak katılma hakkı tanınmadı.
Sosyalizm ve totalitarizm yıllarında (1944-1989) Bulgar devleti ve toplumunu yöneten Bulgaristan Komünist Partisi (BKP) azınlıklara karşı faşizm yıllarında (1933-1944) izlenen siyasete sahip çıktı.
1951 yılında 150 bir Bulgaristan Müslümanı, 1964’ten başlayarak, 10 yıl boyunca göç devam etti. 1964’te uygulanmaya başlayan isim değiştirip anadil ve din yasaklayarak Pomakları, Türkleri, Tatarları, Gagavuzları ve Müslüman Çingeneleri giderek asimile ederek Bulgarlaştırma siyasetine karşı mücadeleye örgütlemek devletin başat ödevi oldu. Bu ödev olağanüstü zor şartlarda güç topluyordu.
1984 Aralığından başlayarak Todor Jivkov totaliter diktatörlüğü Müslüman azınlığa topluca savaş açtı.
Devletin tüm kolluk güçleri 5 sene karma bölgeleri işgal etti, Türkiye ve Yunanistan sınırından memleket içine doğru 3 aşamalı izinli bölge ilan edildi ve sosyal, ekonomik ve kültürel hayat felce uğradı. Bu ağır koşullarda Türk bölgelerinde, sürgünde, toplama kamplarında, “Belene” adasındaki ölüm kampında, hapishanelerde 52 direniş örgütü örgütlendi. Bu örgütler parti, hareket, dernek, tutuklulara ve ailelerine yardım ve kulüp biçiminde, illegal veya yarı legal bir dokuydu. Hepsinin başkanı, yönetimi ve örgüt yapısı vardı.
Bu örgütler toplumu hak ve özgürlük, adalet ve demokrasi davasına uyandırdı. Mücadelemiz uluslararası forumlara taşındı Ankara Radyosunda, Batı medyasında baş haber ve ana yorum konusu oldu. 1989 Mayısında Bulgaristan Türklerinin siyasi eliti ülkemizden kovulmaya başladı. Kamuoyu oluşturan Türk öncüler Belgrad’a, Viyana’ya kovuldu, “Kapı Kule” den Türkiye’ye kovuldular. Tüm bu baskı ve teröre rağmen bir siyasi parti olarak örgütlenen Bulgaristan Türklerinin İnsan Hakları Mücadelesi Örgütü “Demokratik Birlik” – (Demokratik Lig) Mustafa Ömer önderliğinde 21 Mayıs 1989’da İslimye (Sliven) ili Yablanovo (Yablanlar) köyünde kurucu milli kongre ilan etmişti.
Bu, Bulgaristan Türkleri tarihinde birinci milli siyasi parti kurultayı olacaktı. Yöneticilerin hepsi Bulgaristan’dan kovulunca düzenlenemedi. Ne var ki, ayni gün – 21 Mayıs 1989’da Bulgaristan Türklerinin Ayaklanması patladı. Komunizmi yıkan 72 bin kardeşimiz katıldı. Direniş örgütlerinin hepsi mücadele alanındaydı.
Şehitler verdik. Ayaklanmamızın zafer yıldızı Todor Jivkov diktatörlüğünün devrilmesi ve rejim değişmesi olsa da, büyük bilinçli enerji birikimi ve sık doku yatay örgütsel yapımıza rağmen Büyük Göç seliyle kadroları ana kitleden koparılıp Türkiye’ye aktığından dolayı ulusal lider çıkaramadık.
Pek tabii ki baskısı sürekli şiddetlenen bu zulüm döneminde Bulgar devleti ve Komünist Partisi ve siyasi polis (DS) boş durmadı, Müslümanların arasından koparıp özel eğitim merkezlerinde bu halk dirilişini gemleyecek kadro yetiştirmeye yıllarca çalıştı.
Ajan lider olarak yetiştirilen Ahmet Doğan, İsimlerimizin ve din haklarımızın iade edildiği 30 Aralık 1989 günü polis refakatindehalkın önüne çıkarıldı. 4 gün sonra da eline bir kâğıt verilerek, “ben Hak ve Özgürlükler Partisi (HÖH) kurdum” sözleriyle halkın arasına karışması sağlandı.
30 yıldan beri devam eden bu siyasi oyunun hedefinde Bulgaristan Türklerini Bulgar devletinden, toplumundan ve siyasetinden koparmak, komünizm katillerinin, soy kırım denemesi suçlularının yargılanmasının önlenmesi ve Türkleri asimile etme siyasetine farklı yöntem ve usullerle devam edilmesi vardı.
Türklerin dönüşüm enerjisini ve halk iradesini temsil ettiği iddiasıyla sahneye sürülen HÖH partisi Bulgaristan’da Türk kimliğini ve Türk ruhunu temsil eden kadrolardan sürekli arındı.
Türklük davasıyla yatıp kalkan 10 binden fazla Türk kadro partiden atıldı, işsiz bırakıldı ve ekonomik nedenlerle göçe zorlandı. HÖH politik sistemine davet edilen yeni kadrolar ise totalitarizm ve soykırım çabalarının yoğunlaştığı yıllarda gerçekleri göremeyen, uyanamayan ve halkımızın Türk kimliği mücadele alayına katılamayan, hatta 1990’dan sonra gece karanlığı ile sisi birbirinden ayırt edemeyen kişilere yol verildi. Onlardan biri, kendisine “lider” denmesinden hoşlanan, Ahmet Doğan’ın HÖH 8. Kurultayında kürsüden atılmasından sonra parti genel sekreterliğine atanan, birkaç yıl sonra ideolojik değerle maddi menfaatleri birbirinden ayıramadığı için partiden atılan ve daha büyük hayallerle DOST partisini kuran Lütfii Mestan’dır.
Türk kimliğini tanımamakta ısrar eden Bulgar devletine hizmet etmeyi kabul eden ve bu hizmette sadakat ödülü olarak gazetelerden okuduğumuz 10 milyon leva ön ödül olarak alan bugünkü HÖH Genel Başkanı Mustafa Karada’yı da hepimizi Bulgarlaşma hendeğine götüren yeni “liderdir”.
Demek istediğim Bulgaristan toplumunda Türk nüfus siyaset ortamında orta direk olmadan, gerçek lider çıkarabilmemiz güç olacaktır.
Bu arada Türkiye’deki 1 milyon kardeşimizin Bulgaristan ve Avrupa Birliği siyasetinde yer alması da ancak yeni tip bir liderin önceliğinde olacaktır. Örgütsel birliğimizin yeni yapılanma yolunu açıyoruz. Ayrıca Bulgaristan için Bulgaristan’ın dışında yaşayanlar gelip siyasete el atmazlarsa Bulgaristan ismi bile kalması mucize olacaktır. Fakat bunları doğru değerlendirebilirsek Avrupa’da da çok büyük lobi faaliyetleri yapılabilinir.
Cevap Rafet ULUTÜRK Toplumlar lider, kolektif yönetim organı veya kristalleşmiş halk iradesi tarafından yönetilir. Bugünkü Bulgaristan’da biz Türkler kendi kendini üreterek yenileyebilen bir azınlık topluluğuyuz. Halen bu süreci geleneklerimizden ve bunları Türkiye Cumhuriyeti’nin yakınlığından ve anavatanda yaşayan soydaşlarımızdan aldığımız güçle yapabiliyoruz.
Bulgaristan toplumunda milliyetçilik devlet milliyetçiliğidir.
1913’te, 1934-1944 yılları arasında ve 1964’ten 1989’a kadar şiddetli ırkçılık şeklinde saldırılara geçmiş bir ülkeden bahsediyoruz. Bulgarlar Müslümanlarla yüzleşmede 12 defa geriletilmiş, fakat ülkede yaşayan ana unsur olan Türklerden göçe zorlama veya Bulgaristan Türkülüğünü baştan sona yok sayma yolunu seçmiştirler. Ayrıca Türk kimliğini silme siyaseti 142 yıldan beri biçim değiştiren, özünü koruyan bir uygulamadır.
1882-1934 yılları arasında bu siyaset maddi alanda uygulanmış ve Bulgar topraklarını Osmanlı kalıtından temizleme stratejik plan olarak Vidin’den başlamış Bulgaristan’ı baştanbaşa dolaşmış ve Türkiye devlet sınırına doğru yayılmış ve yuvarlanmıştır.
Bu 200 yıllık bir uygulama olup hiç durmadan sadece gizli ve açık şekiller alarak bu gün bile halen Koca Balkan önü Trakya ovasında bu çalışmalar devam etmektedir.
Şu aşamada bu gün bile Stara Zagora (Eski Zara) ilinde yer adlarının isimleri değiştiriliyor. Bu program çerçevesinde Başkent Sofya’da 29 Türk Mahallesi yerle bir edilmiş, 72 cami ve mescitten bu gün bir tek açık cami (Evliya Çelebi’nin sözleri ile Sofya‘da en güzel minaresi olan Banyabaşı Camii)ve birkaç türbe ve hamam ayakta kalmıştır. Toplumun maddi alanda Türk ve İslam izlerinden temizlenmesi cami, mescit, türbelerle birlikte okulları, okuma evlerini, odaları hatta mezarlıkları dahi hedef almışlardır.
1934 askeri darbesinden sonra Başbakan Kimon Georgiev hükümetince hazırlanan Türk Azınlıkla Uzun Vadeli Çalışma Programında Bulgaristan’ı Türksüz bırakma programı maddi alandan manevi alana taşınmıştır.
Türklerin dayanağı olan Başmüftülük Dış İşleri Bakanlığına bağlanmış müftülere ve köy imamlarına da maaşa bağlanarak emir altına alınmışlardır. Bu yönde propaganda silahlarını da desteklemişler, Başmüftülüğün çıkardığı “Medeniyet” gazetesi de İçişleri Bakanlığı tarafından finanse edilmiştir. Tabi bu gazetenin hedefinde Türk ahalisini bölmek olmuştur. Bulgaristan Türklerinin ilk bölünme ve aralarında kavga kıvılcımları burada atılmış ve her gün odun taşıyanlar çoğaltılmıştır. Monarşi döneminde 2250 Türk Okulu kapatılmıştır.
1946’da Türk okulları devletleştirilmiştir. 1957’de Türk okulları Bulgar okullarına katılmıştır.
1964’ten sonra Müslümanların Bulgarlaştırılması süreci başlamıştır.
Bu süreçlerin herhangi birini yönetmeye aday Türk çıkmamıştır. Türklerin milli uyanışı ve örgütlenmesi sıkı baskı altında olduğundan ve halkın maddi ve manevi haklarını savunması ödeviyle sahneye taşıdığı kişiler ya sürülmüş, ya öldürülmüş ya da yargısız hapis edilmiş, yok edilme yolu aranmış veya vatandan sökülüp atılmış, Türkiye’ye göç ettirilmiştir.
BKP ancak monarşi döneminden devraldığı azınlıkları yok etme siyaseti için kadro yetiştirmiş ve kendi çıkarları için kullanmıştır. İşte bu gün Aydınlarımızın içerisinde ENTELEKTÜEL TÜRK olmaması bunun sonucudur. Hem monarşi döneminde hem de totalitarizm yıllarında Türklerle ilgili siyasette fark aranması yanlış olur. 1990 yılında “demokrasiye geçişte” ilk seçimleri sahte sosyalist kimlikli komünistlerin kazanmasından niteliksel farklı bir milli politika ya da azınlık siyaseti beklenemezdi. Bir benzetmeyle anlatmam gerekirse, Bulgarlar Türkleri, Müslümanları, İslam’ı sinir sistemlerinin tamamını sarmış ve kurtuluş olmayan kanser olarak görüyor.
Türklerin kişileştirilmesinden ve yok sayılmasından en fazla kendilerinin zarar gördüğünü ise kabul etmiyorlar ve göremiyorlar. Bu gün Bulgaristan Türkleri her şeyi bildiklerini zannediyorlar, bilmediklerini bilmiyorlar, ne siyasetçi siyaseti, ne akademisyen, öğretmen, ne iş adamı ne de herhangi biri görevini maalesef yerine getiremiyorlar. Bulgaristan Türkleri ne zaman bilmediklerini bilmeye başlayacaklar işte o zaman toplum olarak kazanmaya ve geleceğe kurtarabileceklerdir. Toplum hakkını alamayanlar bireysel hakkını alamaz, aldım zannederler…
8 Ekim günü Avrupa Parlamentosu Bulgaristan’la ilgili bir Bildiri kabul etti. Bir defa bu belge Bulgar basınında ve medyasında tam metin olarak yayınlanmadı. İnsan hakları, basın özgürlüğü, yargı sistem, rüşvetçilik, savcılığın toplumu boğduğu ve başka konularda (bildiri 11 sayfadır) Bulgaristan hükümeti eleştirilirken hükümetin devrilmesi ve başsavcının istifası için 4. Ay devam eden protesto gösterileri özgürlük ifadesi olarak değerlendiriliyor.
Siz “lider” neden çıkmıyor diye soruyorsunuz.
Bu gün Bulgaristan’da 200 bin kişinin katıldığı bu sivil protesto eylemlerinin de lideri yok. Deniz dalgalanıyor. Bulgar Anayasa Mahkemesi siyasi programlı hükümet dışı toplum örgütü (STK) kurulmasını yasaklıyor. Bu konuda Strazburg Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin (AİHM) Bulgaristan aleyhinde 200 kararı var. Bulgar devleti bu kararları sistemli uygulamıyor.
Bu arada Avrupa Konseyine bağlı Bakanlar Komitesi yeniden bir ara karar-bildiri yayınlayarak Makedon azınlığın “Omo-İlinden-Pirin” derneğinin tescil edilmesi lehinde alınan 11 adet AİHM kararının Bulgaristan’da uygulanmasında ısrar etti. Aynı zamanda, Avrupa Parlamentosunun son bildirisinin içinde “Türk”, “Türklerin anadili” ve “azınlık kültürü” gibi kavramların yer almadığı için bayram ediyorlar.
Bu süreç içinde Brüksel’deki oylamada HÖH milletvekillerinin “tarafsız” kalmasını ise anlam vermek gerçekten çok zor. Ne yazık ki Brüksel’deki milletvekillerimizin kafasında “Türk ve Türklük” konularındaki karışıklık devam ediyor.
Yalnız Türk adı taşımanın ve camiye girip çıkmanın Türk bilinci ve kimliği, yaşam tarzı ve kültürü uğruna verilen davada ancak bir gölge olduğunu aydınlık kazanmamıştır. Bunlar hala Müslüman isimlerden bile korkuyorlar. Liderlik davası halkı bilinçlendir ve politikaya taşıma davasıdır. Bir davayı politik arenaya taşıyamadınsa dosyalarda tozlu raflarda o orada ölür gider.
Cevap Rafet ULUTÜRK; Ben özellikle AB konusunda farklı düşünüyorum. AB’nin kökleri bugünkü Türkiye topraklarında ve bölgesindedir. Avrupa kültürü Anadolu’da yeşermiş, Avrupa yasaları Anadolu’da derlenmiş, Hıristiyanlık ibadeti Güney Doğu Anadolu’dan yola çıkmıştır. Uyanış ve Diriliş Devrinde Hristiyanlık Avrupa’da kiliseden çıkmış, yasalar üniversal kalıba dökülmüş ve medeniyetlerin beşiği olan kültür de XIX. yüzyıldan beri Avrupa kıtasında kısırlaşmış ve inişli çıkışlı bunalımlar yaşamaktadır. Dünyanın bir başka ülkesinde soykırım ve insanları sömürerek kendi devletinde insanları rahat yaşatmak medeniyet olamaz. Bu bakıma, 1950’lerden beri Avrupa Topluluğu kapısında bekletilen Türkiye Cumhuriyetine karşı haksızlık edildiği görüşündeyim ve bu görüşlere katılıyorum. Fakat artık Türkiye’nin AB’ye ihtiyacı olmadığını da çok net görebiliyoruz.
AB ülkeleri artık Türkiye’nin peşine takılacaklar.
Türkiye bu yılsonuna kadar inşallah Türk Birliğini ilan eder ve ettikten sonra onlar da bu çatının altına girmek için AB üyeleri çaba sarf edeceklerine inanıyorum. Sadece AB üyeleri değil Suriye, İrak, İran hatta İsrail bile Türkiye’den yardım isteyecekler, Türkiye’nin garantörlüğünde olmak isteyecekler. Bunlar hayal değil çok yakında bunu göreceksiniz. Türkiye’den yardım isteyecekler bunlarla da sınırlı olmayacaktır rahat olun Türkiye Cumhuriyeti Devletimize güvenin artık eski Türkiye yok. Bakın bu gün BÜYÜK VE GÜÇLÜ TÜRKİYE YILDIZI PARLIYOR…
Herkes bu çatının altına girmek için mücadele edecektir az kaldı yakında hepimiz bunu göreceğiz. Dünya’da Türkiye her zaman olduğu gibi yine iyi adaleti hakkı ve hukuku temsil edecektir. Türkiye Cumhuriyetine güvenin, inanın ve elinizden gelenleri az çok demeden yapınız.
Cevap Rafet ULUTÜRK; Bulgaristan Türkiye’nin Avrupa’ya açılan kapı komşusudur. Bir halk olarak 17. Yüzyılda Osmanlı bağrında mayalanıp uyanarak biçimlendikleri toplumsal ortama ilgileri büyüktür.
Tarihsel kültürel geçmişimiz aynı topraklar üzerine bina edilmiştir.
Aynı kaldırımlar üzerinde yürümüş, aynı çeşmelerden su içmişiz.
Zahari Stoyanov gibi Bulgar klasiklerin eserlerinde “Bulgar topraklarında Türklere ebediyen yer olacak” sözlerine yer verilmiştir. Bulgar komitalarının başı Vasil Levski, Bulgaristan Cumhuriyetinde kardeşçe beraber yaşayacakları milletler arasında Türkleri birinci yere koymuştur.
Bugünkü Bulgaristan Cumhuriyeti 1878 yılında Berlin Konferansı kararlarıyla Osmanlı devletine bağlı bir prenslik olarak kurulmuştur. 1885’te Doğu Rumeli’yi ilhak etmesine de savaş açmamıştır.
1908’de ilan edilen Bulgar Çarlığını ilk tanıyan Osmanlı devleti olmuştur. 1912’de Balkan Birliği kurarak Edirne’ye saldıran ve Çatalca’ya inen Bulgar Ordusu, 1914’ten sonra Birinci Dünya Savaşı ve 1918’de Ruslara karşı Dobruca cephesinde birlikte savaşan Osmanlı orduları Türk ve Bulgar halklarının yakınlığına büyük sayıda örnekler vermiştir.
Bulgaristan iç politikasında Müslümanlarla ilgili siyasetin dalgalı gelişmesine asla seyirci kalmayan Osmanlı devleti ve Mustafa Kemal Atatürk yönetimindeki Türkiye Cumhuriyeti komşusuyla barışçı ve dostane işbirliği ilişkileri geliştirmeye her zaman önem vermiştir.
1990’a kadar Varşova Paktı’nın Türkiye’ye karşı kalesi olan ve 3 500 tank ve Rus SS 23 füzeleri üslendiren Bulgaristan’ın 2004’te NATO’ya alınmasına garantör olan Türkiye’dir. 1990’da derin mali ve ekonomik bunalıma düşen Bulgaristan’a el uzatan, altyapı tesisleri kurulmasına etkin katılan, ağır ve hafif sanayi yatırımları yapan, ikili ticaret hacmini 5 milyar Avroya çıkarak, Edirne’de Bulgar çarşısı açan Türkiye’dir. Bulgaristan’da bir sel faciasında battaniye dağıtan Vidin’de tırın önünde bir kadın çıkıp TV’lerde “BENİM DEVLETİM GELMEDEN BANA ULAŞAN BURSA BELEDİYESİNE TEŞEKKÜR EDERİM” diyordu. Bu atılımlı gelişmeleri sağlım, eğitim, kültür, sanat dallarında izliyoruz.
21. Yüzyıl Bulgar algısında en yakın dost, en güvenilir kimlik ve huzur kalesi Türkiye olacaktır. Daha neler yapılması gerektiğini zaman gösterecektir. Büyükleri bu lafları hiç unutulmamalıdır Bulgaristan’a güneş her zaman Türkiye üzerinden doğummuş ve doğmaya devam edecektir.
Cevap Rafet ULUTÜRK; Bulgar ve Türk halkları aynı tarihsel, üretim, tüketim ve kültürel geleneklerinden geldiğinden dolayı Serbest Pazar koşullarında ticaret hacminin sürekli artış kaydetmesi doğaldır. Sosyalizm yıllarında özel üretim ve ticaretin yasaklanmış olduğundan Türkiye Bulgaristan ticareti devlet kurumları arasında yapılıyordu. Ana kalemler enerji, kimya sanayi, siyah ve renkli metaller, makine sanayi ürünleri, tekstil ve hafif sanayi makine ve hammaddeleriydi.
1990’dan sonra Bulgaristan’da tarımın özelleştirilmesiyle Türkiye’ye büyük sayıda canlı hayvan ihraç edildi. Yemlik ve ekmeklik buğday da önemli bir kalemdir.
Son yıllarda Bulgaristan “Türk Akım” ve TANAK gaz boru hatlarına bağlandı. Devlet malı olan Bulgaristan ağır ve hafif sanayinin özelleştirilirken çökmesiyle hem ağır hem de hafif sanayi fason işleme dallarındaki hammadde ihtiyaçlarına komşu kapısı daha açıldı. Bu arada kara ve hava insan ve kargo taşımacılığında işbirliği ortaklıkları gelişti. Avrupa Birliğine üreten birçok Türk şirketi işlerini Bulgaristan Türk bölgelerine aktardı. “Şişe Cam” “TEKLAS” bunların başında olanlardır.
Cevap Rafet ULUTÜRK; Geçiş döneminde Bulgaristan’da 400’den fazla siyasi parti kuruldu. Bunlardan bazıları politik sahneye 1944’te yasaklanan monarşi dönemi partilerinin devamı, bazıları maske takıp renk değiştiren komünist parti türevleri ve birçok da yeni liberal ve popülist partiler olarak sahneye çıktı.
1944’te faşizmin ve ırkçılığın, 1990’da da komünizmin ve komünist partisinin lanetlenmesiyle, siyasi alan liberalizme ve sosyal demokrasiye kaldı.
“Berlin Duvarı”nın yıkılmasıyla çöken komünist dünya görüşünün yerine post modern, özgürlükçü, varoluşçu ve popülist görüş ve ideolojiler Doğu’ya, bu arada Bulgaristan’a aktı. Bunların taşıyıcıları Georg Soros, Konrad Adenauer, Fridrich Nauman vb. vakıflar, şirket ve ajanslarla olurken, örneği Bulgaristan ile Rusya arasındaki eski bağımlılık durumunu korumak amacıyla 500 Rus şirketi de geldi.
Ne var ki, monarşi-faşist ve komünist-totaliter yargı değerleri ve yaşam ilkeleri sistemini toplumsal maneviyattan sömürüp atmak ve yerine örneğin Avrupa Birliği değerlerini aşılamak zor oldu.
Bu yönelimde en büyük engellerden biri 1991 Anayasasının Bulgar dilinde “hükümet dışı örgütler” adıyla bilinen sivil toplum örgütlerinin ideolojik ve politik etkinliklerde bulunmasını, azınlık partileri kurulması vb yasaklaması oldu.
Kurulan siyasi partiler 1989’dan sonra kurulan siyasi partiler tek dilli, tek kültürlü, tek milletli Bulgar devleti oluşturma ödeviyle yüklendi.
Bulgaristan’da %4 seçim barajını aşan ve meclise giren partiler devlet yemliğine bağlanıyor, aldıkları her oy için 28 yıl boyunca her oy için 11 leva prim aldılar, 2018’den sonra da bu 8 levaya düştü. Bulgaristan’daki Hak ve Özgürlükler Partisi daha sonra bu partiden ayrılanların kurduğu siyasi partiler Türk kimliği, Müslümanların kültürel haklarının tanınması, Türkiye ile daha yakın işbirliği gibi temel isteklerle öne çıkınca hep güdük kaldılar. Kasim Dal tarafından yönetilen Hürriyet ve Şeref Halk Partisi (HŞHP) ile Lütfi Mestan tarafından yönetilen DOST partisi Bulgar liberal partileriyle işbirliğine seçenek arıyor. HÖH partisi, Bulgaristan Müslümanlarının faşizm ve totalitarizm zulmüne, Türk kimliğini değiştirip Türklüğü eritme, soykırım denemesine karşı toplu direniş enerjisinden doğmuştur.
20. Yüzyılda uyanan Bulgaristan Türk bilincinin toplu ürünüdür. Bulgaristan’da yaşayan Osmanlı ruhunun canlı olduğunun kanıtıdır.
Bu parti, kendi toprağı üzerinde yaşayan, devlet dışında kendini yaşatıp yaşatabilen, ama hiçbir kültürel hakkı olmayan, dilinin, dilinin, geleneklerinin ve istediği gibi yaşama hakkının yok edilmesine karşı fışkıran politik gücün kendiliğinden yapılanmasıdır.
Bulgar devleti, gizli politik polis kimliğinde, bu Türk partisini Bulgar devletinden uzak tutmak, ezmek ve etkisiz kılmak, git gide tamamen ülkeyi tamamen Türksüz-leştirme siyasetine devam etmek için HÖH yönetimini ele geçirip incir ağacı göreviyle Ahmet Doğan’ı bu partiye Başkan atamıştır. A. Doğancı özü Türk milli davamıza hainlik dolu sonradan yetiştirilen parti politik yönetimi ile Bulgaristan Müslümanları arasındaki bağdaşmaz çelişki ki, parti yıldan yıla küçültmeye ve dağıtmaya devam ediyor.
Konuya bu kadar uzun bir giriş yapmamın sebebi şudur.
Bulgaristan’da 400 küsur sicilli siyasi parti var desem de, aslında siyasi parti niteliklerine sahip sadece 2 parti var.
Bunlardan birisi 130 yaşında olup 5 defa isim ve program değiştirmiş, şimdi de Bulgaristan Sosyalist Partisi (BSP) ve Avrupalı Bulgaristan Vatandaşları (GERB) partisi ile Hak ve Özgürlükler Partisi (HÖH) partisidir.
1878 Berlin Konferansı kararlarında ana nüfus olarak Hıristiyan Bulgarlardan ve Müslüman Türklerden söz ediliyor. O zamanki görüşmelerde Yunanlar Varna’yı istediler, Yahudiler de Osmanlıdan ayrılmamıza izin verilmesi şeklinde istekte bulunmalarıyla tutanaklara geçmiş ve Yahudiler 1948’de İsrail’e topluca göç etmişlerdir.
Daha 1879da Tırnova’ya toplanan Birinci Yüce Halk Meclisi, o zaman sınıflaşıp biçimlenmiş Bulgar burjuvazisi olmasa da halkçı, radikal, demokrat, liberal vs. halk tabanı ve ideolojisi olmayan popülist partiler meclise dolmuşlardı. Onlar aynı isimlerle 1989’dan sonra politik sahneye Demokratik Güçler Birliği (CDC) olarak birleşip meclise girseler de, maddi menfaatlerine yenik düşmüş ve dağılmışlardır.
Son 10 yılda seçime katılma oranı %50’dir. Demokrasinin bahar rüzgârı gibi kendiliğinden geleceğini sananları politik mücadele saflardan attı.
BSP, 1989’da katil kabuğunu atıp ideolojiden vazgeçen komünistlerin sosyalist güler yüzlülükle partisidir. Komünist partisini BSP ve 2005’te sahneye çıkan GERB olarak ikiye bölen Müslüman Türklere karşı 20.yy. boyuna işlenen suçlar, soykırım denemesinden sorumluluğu kim üslenecek kavgasıdır. Bu ayrılmada, sivil partililer soldaki (BSP) ve polis, gizli polis ve ordudaki partililer de sağdaki (GERB) olarak şekillenmiştir. Bu partilerin ikisi de Rusçu, ikisi de NATO-cu ve Avrupa Birlikçidir. BSP Avrupa sosyalistlerine, GERB de Avrupa Halk Partisi’ne bağlanmış, 2 kurnalı çeşme gibidirler. İşte böyle bir ortamda Bulgar toplumunun demirbaşı olan HÖH partisi de ellindeki oyu bir BSP’ye ya da GERB’e satarak politik elit oluştururken, saraylarda yaşayan bir de hain lider yetiştirmiştir.
Bu partilerin üçü de devlet partisidir. Fakat HÖH devlet sarayının dış bekçisidir. Diğer partilerden hepsi, yok kenarında kendiliğinden biten eşek dikeninden farksızdır. Günümüz Bulgaristan siyasetinin ana ödevi Türk partisini Sarayın içine taşımak ve devlet yönetimine katmaktır. Bu olmadan demokrasiden, adaletten ve huzurlu gelecekten söz edemeyiz.
Soru Kadir Canpolat: Türkiye’de yeni kurulan partiler konusunda ne diyeceksiniz.
Cevap Rafet ULUTÜRK; Türkiye Cumhuriyeti demokratik düzeni oturmuş güçlü bir ülkedir. Türk demokrasisi çok partili bir tabana dayanır. Parlamenter demokrasi, hukukun üstünlüğü ve Cumhurbaşkanlığı sisteminin başarıları pek çok ülke ve devlete ilham oluyor.
Bu ortamda AK Parti’den ayrılan eski başbakan ve parti başkanı Prof. Davutoğulu ile eski maliye bakanı Babacan’ın merkez sağda siyasi parti kurmaların ve başarılı bir iktidarı eleştiri topuna tutmaları düşündürücüdür. Türkiye’de 4 yıl önce darbe yapmayı deneyenlerin uyumadığına ve Anadolu ormanlarında avlanmaya devam ettiğine işarettir.
CHP’den ayrılan Muharrem İNCE Bizim oralardan gelmiş Batı Trakya’lı bir öğretmendir. Yüksek sesle konuşur. Bizim memlekette yüksek sesle konuşanların haklı olduğu iddiası vardır. 2017 seçimleri arifesinde damadı olduğu Kırca Ali’ye geldi. Türk Halkına hitaben konuşmasına “verginizi ödeyin” dedi. Bulgaristan’da sosyalizm yılında her şey devletin olduğu için kimse vergi ödemezdi. Sözde demokrasi yıllarında vergilendirme sisteminin işlemeye başlaması bir 25 yıl sürdü.
Soyup soğana çevrilmiş, son lokması elinden alınmış insanlarımızı bir kaçakçı gibi görüp vergi ödemeye davet etmek, adama pabucunu ters giydirmektir. Büyük Türkiye daha zengin deneyimli ve soyutlaması da yüksek önderler bekliyor. Bizler Türkiye’den gelen her şeyi seviyoruz amma en büyük isteğimiz bu halkın önüne çıkacak kişilerin dünya vizyonuna sahip olmalarıdır. Bizlere Bulgar gözüyle bakmamalarıdır. Biraz tarih okuyup bizi daha iyi değerlendirmeleridir. Bu konuda başka diyeceğim yok.
Cevap Rafet ULUTÜRK; Bulgaristan Komünist Partisi (BKP) zengin deneyimli, kökleri derin olan ve ideolojisi milliyetçiliğe oturan bir parti olarak ayaktadır. BSP ve GERB olarak solda ve sağda örgütlenmiş ideoloji-sis ve vizyonsuz bir ortamda iktidar ve muhalefet oyununu sürdürüyorlar. BKP’nin Marksist-Leninist dünya görüşüyle yakından uzaktan ilgisi kalmamıştır. Avrupa sosyalistlerinin PASE çatı örgütü üyesi olarak önce “demokratik sosyalizmi” bayrak etmiş, son dönemde de sol liberalizme sevdalanmıştır. Yeni durum komünist ülküsü çürük diş gibi çektirip attığı anlamına gelmez.
BKP ideolojisinde, Marks’tan kalan ve geçerli olan, insanı yaratanın toplumsal gerçeklik olduğu inancıdır. Bunun biz Bulgaristan Türkleri ve diğer azınlıklar için anlamı gözle görülür derinlikte ve şöyledir:
– Dört yaşından başlayarak çocuklar anaokulu, özel kamp, eğitim yuvaları gibi yerlere toplanıp Bulgar bakıcı, eğitmen ve öğretmenlerin eline verildiğinde yüzde yüz Bulgar milliyetçisi olarak yetişir inancıdır.
Bu deneyim, Nazi Almanya’sından kopyalanmıştır.
Hitler zamanında Alman sosyal demokrat ailelerden çocukların toplandığı, Avusturya, Macaristan ve Polonya gibi ülkelerde kurulan özel eğitim kamplarına götürülüp orada ırkçı Alman şarkıları söyleterek kahramanlık efsaneleriyle eğitildiği ve faşizme kazanıldığı biliniyor.
Bu ideolojide Lenin’den kalan ise, sınıf düşmanına amansız davranma, şimdiki koşullarda düşman milletlerden ne pahasına olursa olsun kurtulma anlayışıdır. Bulgar toplumunda totalitarizm döneminden kalan bu inanç ve uygulama, sözde “demokrasi” koşullarında yaşamaya devam etmektedir. Bulgaristan’da yaşayan bütün milli azınlıkların, dillerine ve geleneklerine, din ve kültürlerine bakmaksızın Bulgar ilan edilmişti ama bunun 1990’da kınanmış ve meclisin kabul etti yasalarda lanetlenmiş olmasına rağmen, Bulgarların hemen hemen hepsi 30 yıldan beri hiç birinin fikrini değiştirmemiştir.
8 Ekim 2020 tarihinde Avrupa Parlamentosunun (AP) 358 oyluk bir çoğunlukla kabul ettiği Bulgaristan Bildirisinde, Bulgaristan’da yaşayan ve insan hakları gasp edilmiş, öz kimlikleriyle, anadillerini konuşarak ve öz kültürleriyle yaşamaları yasaklanmış ve hakları hala iade edilmemiş olan azınlıklardan söz edilmemiş olması Bulgar kamuoyunda adeta memnuniyet uyandırmıştır.
Bu işin en tuhaf tarafı ise, Bulgaristan Müslümanların ve Türkiye’deki soydaşlarımızın oylarıyla seçilip Brüksel’e giden Avrupa Parlamentosunda oturan HÖH milletvekili grubunun oylamada “tarafsız” kalmasıdır. Bir de Bulgaristan Türkleri içinde aydınım diye geçinen diplomalı “aydınlar” her şeyleri konuşurlar amma nedense Türk Halkına yapılan haksızlıkları konuşmaz, konuşamazlar.
Bu olaylar Bulgaristan’da komünizmin maske değiştirerek hem ülkedeki duruma hem de AB koşullarına ayak uydurup yaşamaya devam ettiğini gösteriyor. Milli azınlıkların doğal haklarının, insan haklarının ve azınlık kültürel haklarının yasaklanmış olması, Bulgaristan’da komünizm ve faşizmin el ele vermiş aşırı milliyetçilik ve ırkçılık şeklinde toplumsal üst yapının tüm kurumlarında yaşadığını görüyoruz.
Biz soydaşların ve dış ülkelerdeki gurbetçilerimizin seçme ve seçilme hakkının kısıtlanmış olması ve seçimlere istedikleri oy verme usulüyle katılamamaları ve başka uygulamalar modern ırkçılığın bizdeki belirtileridir. Bizler seçimde oy kullanırız amma aday olamayız. Neden? Avrupa Birliği içinde başka bir ülke var mı oy kullanıp aday olamasın. Bunu konuşan var mı yok. Bir Bulgar çıkıp burada insan hakkı ihlali var diyen parti, lider, bakan, siyasetçi var mı? Yok. Peki neden?
Ekonomik alanda ise komünizmin devletçilik ve kooperatifçilik temelleri sökülmüş ama yerine adil bir serbest Pazar ekonomisi oturamamıştır.
Cevap Rafet ULUTÜRK; Bulgaristan’da faşist yapılanma ve ırkçı hareket Birinci Dünya Savaşından sonra başladı. Kökünde savaştan dönen tutukluların ve yaralıların yabancı düşmanlı, 1919 Paris / Neully Anlaşmasının reddi ve azınlıkların göç etmesi istekleri vardı. “Rodina Zaştita” (Vatan Savunması) şeklinde gelişen örgütlenme gençleri üniversite öğrencileri, ordu mensuplarını, tüccar, esnaf ve zanaatçıları peşine takabilmişti.
1925’te kurulan “Kubrat” örgütü ise, İtalyan faşistlerini örnek alarak, milli program yayınladı. Bu programda askeri hükümet kurulması ve tek kişilik otokrat yönetime geçilmesi isteniyordu.
Bulgar ırkçılığının anası sayılan “Rodna Zaştita” 1928’de “Nasionalna Zadruga – Faşisti” adıyla ulusal hareket oldu. Kurduğu faşist gençlik örgütü daha sonra Nazi ruhlu “legion” oldu. Aynıları 1990’dan sonra Sofya sokaklarında milliyetçi-faşist-ırkçı gösteriler yapıyor. 1931’de bu hareket İtalyan faşizminden uzaklaşıp Alman Nazilerine yakınlaştı, partileşmeye çalıştı, fakat politik iktidara katılamadı. “Legion” gençlik Örgütü 1933’te yayınladığı programla Bulgaristan’da antisemitist hareket başlattı. 1940’da mecliste “Ulusu Koruma Yasası” tartışılırken antisemit kavramı genişletildi, kapsamı Türkleri, Çingeneleri, Yunanları ve Yahudileri kapsayan “ksenefobi” azınlıkları ötekileştirme kavramı kullanıldı.
Bulgaristan faşizmi 1878’den sonra 3. kuşak Bulgarlarda, ağır ekonomik bunalım içinde, Batı yönelimli bir hareket olarak, dış etki altında beliriyor.
Aynı dönemde Bulgaristan’da lise öğrencileri arasında “Ratnik” ve “Brannik” adlı bir faşist gençlik hareketi daha kuruluyor. Bu hareketler Neully Antlaşmasının revize edilmesi, anti-komünist çıkışları ve 1938-39’da Almanya’daki “kistal geceleri” – Yahudi dükkânların yağmalanması gibi olayları ve bildiri dağıtma gibi faşist propagandayı yoğunlaştırınca Çar III. Boris tarafından 1939’da kapatıldılar. Yahudilere karşı ırkçı kanun mecliste onaylanmazdan ve 1942’de Yahudiler düşük ırk, Bulgarlar da “üstün ırk” ilan edilmezden önce yapılan tartışmalarda şu rakamlar üzerinde durulmuştur: “Bulgar endüstrisinin % 56’ini, ithalatın % 55’ini ve ihracatın da % 35’ini elinde tutuyor. Bulgaristan’da yaşayan bir Yahudi’nin geliri bir Bulgar’ın gelirinden 26 defa daha yüksektir.” Üzerinde durulan bir fikir de, sadece sanayi ve ticaretle uğraşan Yahudilerin Bulgarları devlet yönetiminden giderek dışlamasıdır.
Faşist örgüt ve partiler 1944’ten sonra yasaklı kaldı. Fakat 1990’dan sonra Bulgar milliyetçiliği, aşırı milliyetçiliği ve ırkçılığı yeşerdi. 2014’te Avrupa Konseyi tarafından “faşist“ olarak nitelendirildi. Bunlar “Ulusal Yurtsever Cephe” adı altında birleşen, “Bulgaristan’ı Kurtarmak İçin Milli Cephe” (NDSV), İç Makedon Devrim Hareketi (VMRO) ve “Ataka” partileridir ve birlik olup 2017 seçimlerinde iktidara tırmanmayı başardı, başbakan yardımcılıklarına ce savunma bakanlığı gibi en önemli bakanlıklara oturmuşlardır. Bulgaristan’daki “Trakya Göçmenleri” dernekleri, subay kulüpleri, sosyalist ordudan ayrılan politik subay birimleri vb hep bunların tabanını oluşturur.
Bulgaristan Müslümanlarının 1989 sonunda isimlerinin ve din haklarının geri verilmesine karşı milli çapta tepkinin öncüleri ve kışkırtıcıları bunlardır. HÖH partisi ile VMRO partisi arasında “milli çıkarlar” esasında gizli işbirliği olduğu biliniyor. HÖH ve VMRO yönetimi gizli polis (DS) kökenli, GERB partisi temelinin de polis ve subay dayanaklı olması bu üçlü arasında gizli dayanışma ve işbirliği tabanında bulunur.
Bulgarlar her zaman güçlü olanın yanında olmak ister. Osmanlı’dan sonra Rusya İmparatorluğunun (1917) yıkılmasıyla Batıya döndüler. Faşizmin belinin kırılmasıyla (1944) yılında yeniden Sovyet esaretine düştüler ve “Berlin Duvarı” yıkılması olayından sonra NATO ve AB’ye yöneldiler ve şimdi AB’nin sorumlu olduğunu keşfedince Birleşik Amerika’ya sarıldılar. Türküye Cumhuriyetinin Balkanların ve Yakın Doğu’nun en güçlü devleti olunca, Türk ve İslam düşmanlığını unutup Türkiye’nin boynuna sarılacaklarından yüzde yüz eminim. Biraz Sabır, sabır! Az kaldı…
Cevap Rafet ULUTÜRK; Her halkın tarihinde milli bayram çok önemli bir gündür. Vatandaşları aynı bayrak altına toplayan ve düğümlerin açılıp sıkıldığı bir gün olan Milli Bayram Milli ruhun doğduğu gündür de diyebiliriz. Ne yazık ki Bulgaristan halkının böyle bir birleştirici gurur günü yok.
3 Mart 1878 tarihinde Osmanlı devleti ile Rusya İmparatorluğu arasında İstanbul / Yeşil Köy (San Stefano) geçici barış protokolünün imzalandığı gündür. Bu görüşmelere ve imza törenine herhangi bir Bulgar yetkili veya temsilci katılmamıştır. Bulgarlar için önemli olan bu tutanakta Osmanlı devletinin 1872’de Doğu Ortodoks Başpiskoposluğuna tesis ettiği toprakları yeniden teyit etmesidir. Ortada ve belgede taraf olan bir Bulgar ya da Makedon devleti yoktur. Ayrıca 3 ay sonra, 1878’,n Temmuzunda toplanan Berlin Konferansında protokol geçersiz kırılmıştır. Tarihsel açıdan 3 Mart 1878’in Rusya ve Osmanlı imparatorlukları için olduğu gibi, Bulgar halkı içinde bir anlamı yoktur. Bir defa o tarihte bugünkü Bulgaristan Topraklarında yaşayan nüfusun %52’si Müslüman Türk’tür ve 3 Martı bir milli bayram olarak kabul etmeleri söz konusu olamaz.
O zaman statükoları değişmediğinden dolayı Makedonlar için de anlam yüklü olmayan bir gündür. Ülkeye 1930’larda gelen Ulahlar ve Osmanlıda geçimlerinden gayet memnun olan Romenler ve Müslüman Millet içinde önemli bir gün sayılmaz. İşte böyle bir ortamda yalnız devlet makam görevlilerinin ve papazların katıldığı resmi geçitle ya da çelenk koymakla anılan milli bayram gününün değiştirilmesini Bulgarlar kendileri de istemiş ve defalarca değiştirmiş, fakat halk istemese de 1991 anayasasıyla yine de 3 Mart’ta bilinçli olarak Türk düşmanlığı kaşımak için dönülmüştür.
Aslında 3 Mart Bulgaristan’da yaşayanların Rus esaretine düştüğü gündür. Bu gerçek Bulgaristan’da bilinç oldu. Ruslar, Tuna nehrini Bulgarları “kurtarmak” için değil, sıcak denizlere çıkmak için geçmişlerdi. Sonunda onların istedikleri de olmadı. Son yıllarda Bulgaristan’daki 180 Rus ve Sovyet anıtının sökülüp yıkılması ve hurdaya verilmesi için bir hareket de güç topluyor. Sonunda Plovdiv’te Saat Tepe artık eski haline getiriliyor. Devlet 2 milyon leva ayırmış Razgrat Parkalı Camii onarılıyor, Meriç üzerindeki “Mustafa Paşa” Köprüsüne de el atılacak.
Bazı konularda gerçekten geri dönmenin kaçınılmaz olduğuna Başbakan Boyko Borisov da inanmış ki, “başa dönelim, baştan başlayalım” dedi. Bulgar uyanışının Payisiy Hilendarski’nin 1762’de bir hayal olarak çimdiklediğini düşünürsek, Osmanlının reform kapısını açtığı ve Bulgar bilinç ve kimliğinin mayalandığı 3 Kasım 1839 tarihi neden milli bayram olmasın? Bulgaristan’ı seven Bulgarlar iş başına geçerse bu iş olur…
İlk Bulgar Okulu Osmanlı’da açıldı, ilk Bulgarca gazete Osmanlı’da çıktı, Bulgarlar Kilise bağımsızlığına Osmanlıda kavuştu, Bulgar işçi sınıfı ve aldın zümresi de Osmanlı devrinde oluştu. Bulgar uyanış ve devrini Osmanlı’da yaşadı…
Fransa “Marsellez”in ilk çalındığı 1792’yi anmıyor mu? Avrupa Birliğinin Milli Marşı Beerhoven’in 1824’te bestelediği 9.Senfoni değil mi? Schiller’in 1785 tarihli “Neşeye Şarkısı” AB marşına güfte değil mi!? Herkes başa dönmüş biz neden dönmeyelim. Gerçekleri kabul etsek yollar kendiliğinden açılmaz mı? Herkesin seve seve kutladığı bir bayram olsa, sorunlar kendiliğinden ortadan kalkmaz mı?
Cevap Rafet ULUTÜRK; İlk önce şunu bir aydınlatalım. Bulgaristan’da yaşayan Türkler Osmanlı ile giden Türkler ve kuzeyden geçen Türkler olarak ikiye ayrılmaktadır. Osmanlı ile gidenler burada Türkiye’dekiler ile aynıdır. Kuzeyden giden Türkler ise Gagauzlar, Pomaklar, Bulgarlar, Kırım savaşı sonrası Tatarlardır, bunların hepsi Türk soyludur. Yani bizler kardeş diğerleri kardeş çocukları gibi düşünün.
Rus Türk harbinden sonra zaten Bulgaristan Türkü ismi de o savaştan sonra verilecektir Bulgaristan’da kalanlara. Savaştan sonra Türkiye’de artık 6. Kuşak Bulgaristan Türkü muhacir soyları var. Bu serüven şimdiki Bulgaristan topraklarında yaşayan Müslüman ailelerden gençlerin 1877-78 Zviştovi (Sviştov), Plevne (Pleven), “Şipka” (Şipka Tepesi), Eski Zara (Stara Zagora) savaşlarına katılmasından sonra başlamıştır. Edirne, Kırklareli, Çatalca, Gelibolu ve Çanakkale Savaşlarına katılanlar ailelerini alıp göç etmişlerdir. İkinci Dünya Savaşından hemen sonra Stalin’in Bulgaristan’dan 250 000 Türkün hemen Türkiye’ye göçe zorlanması emri üzerine 1951 göçüyle 150 000 kişi memleketini terk etmiş, 1964’te başlayan ve 10 yıl süren parçalanmış aileleri birleştirme sözleşmesi gereğince de bir o kadar göç ettikten sonra, 1989 milli Türk kimliği ayaklanmasından sonra da 360 bin Türk ata topraklarından sökülüp vatanımızdan dışlanırken ardından Bulgaristan’da ekonomik çöküş derinleşince 150 bin kişi de ekonomik göç neticesinde Türkiye’de sığınmış ve yerleşmiştir. Biz şu 30 yıldan beri gelen ve hepsi çifte vatandaş olan soydaşlarımıza “yeni gelenler” diyoruz. Hepimiz aynı kökten, aynı soydan, aynı ruhun parçalarıyız. Gönlümüzde ayrı gayrı yoktur. Ne var ki, zaman ve mekânın, toplumsal ortamın, yaşanan olayların ve tarihin insan ruhu üzerinde farklı etkileri olduğuna işaret etmeden edemeyiz.
Konumuz 5 kuşaktır. İnsan ruhunun 3 kuşakta bir birikim yenilendiğini ve arınmış nitelikler kazandığını dikkate aldığımızda, oluşan farklılıkların öz belirleyici olduğunu kabul etmeliyiz.
Şu da var, ilk 4 kuşak göçler, hep 1877-78 Rusya ve Osmanlı imparatorlukları arası büyük savaşın ardı ardına gelen darbeler sonucudur. Osmanlılık ve Türklüğün maddi ve manevi izlerini yok etme, camilerden kilise yapma, türbeleri yıka, çeşmeleri kurutma, kuyulara domuz başı atma, 2700 okulu kapatma, Türk dilini yasaklama, kabristanları sürme, üzerine parlamento yapma, camileri 5 defa kapatıp altı defa açma, ölüleri Fatiha sız gömme vs vs zulüm biçimleri göç birikimi yaptı. 1960’larda 500 000 Bulgaristan Türkünün Büyükelçilik ve konsolosluklardan göç vizesi istemesi de çok anlamlıdır. 1984’te iş savaş şiddetiyle başlayan, soykırım denemesi şeklinde gelişen ve 5 sene süren Bulgarlaştırma zulmünden göç seçeneği doğacağını devlet bekliyordu.
Göçe zorlayan uygulamalar her dönemde Bulgar devlet politikasıydı.
1989’da ayaklanan 5. Türk kuşağıydı prenslik, monarşi, faşizm, komünizm ve totaliter Bulgar diktatörlüğü zülüm yükü altında ezilen atalarının öfke ve nefretiyle patlamış ve fışkıran bilinçli Türk kudreti Bulgar devletini devirmişti.
Anavatana yönelen Türk seli son savaşta galip gelen bir ordunun güç tazelemek için kışlaya toplanması gibi bir şeydi. Ve sorunuza cevaben, 4 kuşak “geldik kurtulduk” demişti. Bu 5. kuşak Bulgar topraklarında zaferle sonuçlanan büyük bir ulusal ayaklanmadır. Komünist totaliter devletle 1984-1989 arası 5 sene arasız savaştıktan, soykırım zincirlerini kırarak, vatandaşlığını koruyarak, gelirken Bulgar sınır kapısını koparıp gidişim gelişim senin değil benim elimde demiştir. Ayrıca çok farklı bir maneviyat, pekişmiş bir irade ve yüksek kimlik birikimiyle, bir de ardında dikey oluşumu ve iradesi oluşmuş bir politik yapılanma bırakarak gelmişti. Bu, ancak kınamak ve lanetlemekle yetinen ve kinini öfkesini savaş meydanında dökmüş insanların arasındaki farktı. Son gelenler vatan davasında öncülük rolünü daha Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı olmadan kucakladılar.
Şehitlere saygı mitingleri, Türk mezar taşlarından atalarımızın isimleri kazınırken, şehit anıtları dikmek, kahraman çeşmelerinden umut akıtmak, kahramanların isimlerini sokak ve meydanlara, kütüphane, kahve ve spor komplekslerine vermek, kahramanlarımıza mevlitler yapmak, yeni camiler inşa ederken, eski camilerden birçoğunu onarmak, köfteciler ve dönercilerle Türk kokusu dağıldı ve baklava ve künefecilerle ağız tatlandırmak sosyal havayı değiştirdi.
Bu gıpta edilecek, kıskanılacak bir durumdur.
Tabi ki eski göçmenlerimize faydası da büyük oldu. Pek çokları Bulgar vatandaşlığını yenilerken Avrupa Birliği vatandaşı olmayı da hak ettiler. Bu bir çelişki değil 5. Kuşağın Bulgaristan Türklüğü soydaşlarımızın kaynaşmasına sunulan paha biçilmez bir hizmettir. Türkiye’deki soydaş kaynaşması Bulgaristan Türklüğüne böylece kendiliğinden kudret kaynağı olmuştur. Göçler çelişkisi dediğiniz aslında göçler kaynaşmasıdır.
Cevap Rafet ULUTÜRK; Türkiye’de Bulgaristan göçmeni dendiğinde Bursa akla gelir amma sadece İstanbul’da – 1 500 000 (bir buçuk milyon) nüfusla ilk sıradadır. Ardından Bursa – 600 000, İzmir – 450 000 vs civarındadır, tüm Türkiye’de 8 milyon civarında Bulgaristan göçmeni bulunmaktadır. Balkan göçmenlerinin en büyük müfrezesi biziz. Türkiye’deki kültürel birikimimizi Bulgaristan Türk kimliğine yüklemek en önemli ödevlerimizden biridir. Balkanlarda yeşeren yeni Türk kimliğinde Bulgaristan Türklerinde orta direk ve taşıyıcı olma özellikleri belirleyici olacaktır bunu çok yakın bir zamanda herkes görecektir. Bu güne kadar Türkiye’ye gelenler karışmışlar ve memleket meselesine pek önem vermemişler, tabi bu gücü de ortaya çıkartan özellikle 89 göçmenleri oldu.
Cevap Rafet ULUTÜRK; 1990’dan sonra Bulgaristan Türkeri’nin siyasi uyanışı çok zor oldu. Bulgaristan 45 yıllık bir aradan sonra, komünist partisinin her seçimi % 99 kazandığı tek partili siyasi matrisi kırıldı ve 10 Haziran 1990’da çok partili sistemle ilk defa 2 sistemli seçime gidildi.
Bu seçime Bulgaristan Müslümanları topluca Hak ve Özgürlükler Hareketi’ne oy verdiler. Yüce Halk Meclisi seçildi ve ilk kez Bulgaristan Türkleri 23 milletvekilli ile meclis grubu kurdular. Çok ilginçtir o seçimleri komünistler kazanmıştı ve aynı yıl 2 hükümet kurdular. Demek oluyor ki, Bulgaristan halkının bilincinde dönüşüm gerçekleşmemiş ve ruhu da yenilenmeyi kabul etmiyordu. Bu süreç Bulgaristan’da yaşamın değişmesi sonucu bilincin etkilenmesiyle gerçekleşmeye açıldı.
1992 yılında tarımda kooperatifler dağıldı özele geçildi, 1995-2001 arasında ekonomide devlet mülkiyeti, bankacılık, ekonomiyi ve ticareti yöneten devlet kurumları yok edildi. Bulgaristan’da özel sermayeye ve serbest Pazar ekonomisine dayalı demokratik çok partili sistemi 5. kuşak Bulgarlar gerçekleştirebilseydi, fakat üst yapıda (KGB) sökülemeyen totaliter politik zihniyet mafya, oligarşi ve tek kişilik yönetime birikim yaptı. Parlamenter demokrasi topluma demokrasi taşıma adaletli, eşitlikçi ve çoğulcu farklılıklara yaşama hakkı tanıyan bir kurallar matrisi oluşturamadı ve sanki tarihsel rolünü artık tamamen yitirdi. Avrupa değerlerine göre yeni bir toplum düzeni kurmayı rafa kaldırıp özellikle, insan hakları, azınlık hakları ev adalet gibi konularda faşist ve komünist totaliter sistem geleneklerine hayat hakkı tanımayı kendine ana ödev olarak benimsedi.
Bunun en son örneğini 8 Ekim tarihinde Avrupa Parlamentosunda Bulgaristan Durum Değerlendirmesi onaylamasında gördük.
Makedon oldukları için Çarlık devrinde zülüm gören, sosyalizm yıllarını da aynı nedenle hapishanelerde geçiren Bulgar Makedonlarının milli kimlik davasının haklı olduğuna Strazburg AİHM’den 40 karar çıkmasına ve Avrupa Konseyinin özel bildiri yayınlamasına rağmen, bu gerçeğin tanınmasına yine de karşı oy kullanılması Bütün demokratik Avrupa’yı şaşırtsa da Bulgaristan’da alkışlandı. Bu konuda HÖH milletvekillerinin “tarafsızlığı” ise Bulgaristan Müslümanlarını her zaman olduğu gibi bir kez daha şok etti. Bu örnekler ülkede çok sert bir baskı olduğuna, ekonomik liberalleşmenin kendiliğinden insan haklarında ve politik bilinçte değişikliklere götürmediğine kanıttır. Bulgaristan Müslümanları isimlerini ve dinsel haklarını totaliter komünist diktatörlüğü devirerek elde etmişlerdir. 1990’la gelen yeni sistem azınlık hak ve özgürlüklerinde, hatta azınlıkların doğal hakkı olan anadillerinde konuşma, okuma ve yetilme hakkına bile yasal yaşam hakkı tanımamış baskılarını şiddetlendirerek sürdürmüştür.
Son 30 yılda Bulgaristan’da 16 olağan ve erken meclis seçimi yapıldı. 2009 milletvekili seçildi. 1992’de Prof. Lüben Berov, 2001’de II. Semeon ve 2005’te Sergey Stanişev başbakanlığında kurulan hükümetlere bakan ve başbakan yardımcılarıyla katılan HÖH partisi Bulgaristan Müslümanlarının kimlik sorununa ve kültürel haklarına ilişkin hiçbir öneriyi meclise veya bakanlar kuruluna taşımadı. Öte yandan insanlarımızın ana geçim kaynağı olan tütüncülük ve hayvancılığın dibine kibrit suyu döktü ki, acısı halkımızın yüreğini hala dağlıyor. Bulgaristan’da Türk kimliğine nefes alma hakkı tanımayan bu tutuma karşı başkaldırı 1993’te HÖH Kırca Ali Milli Konferansında Başkan Ahmet Doğan’ın “ebedi başkanlık” talebine karşı başkaldırıyla başladı. Bu dava 20 bine yakın mert Türk milliyetçisinin partiden ayrılmasına ve yurdu terk etmesine neden olurken, Ahmet Doğan’ın bu baskılarda devlet kolluk güçleriyle el ele vermiş olduğu ortaya çıktı. İç protesto partinin 5 kez parçalanmasına neden oldu. Kasim Dal ve Lütfi Mestan olayları son örneklerdir. 2014 seçimlerine kadar Türkler hem memlekette hem de anavatanda hep HÖH partisine topluca oy verdiler ve milletvekilli sayısını 39’a, belediye ve muhtarlıklarda seçilmiş kadro sayısını da 1000’e çıkaran Türkler, bundan 6 yıl önce HÖH’ten siyasi olarak soğudu. 2017’de yapılan son seçimlerde iktidar partisi GERB Türklerden 150 bin oy aldı ama o da Başbakan Yardımcıları Türk olacak dese de sözünde durmadı. 2021 Martında yapılacak olağan genel seçimde “Evet, Bulgaristan!” ve “Cumhuriyetçi Bulgaristan” partileri etnik azınlıklarla yakın çalışmaya el uzatıyor.
Cevap Rafet ULUTÜRK; Türkiye bir defa Osmanlı devri geleneklerine bağlı kalarak 100 yaşına uzanan Cumhuriyet devrinde de Bulgaristan’la ilişkileri hassas konu olarak görmüş ve özel bir yerde tutmuştur. Bulgar Çarlığını ilk tanıyan Osmanlı devletidir. Birinci Dünya Savaşında Makedonya ve Dobruca Cephesinde iki devlet omuz omuza savaşırken, Bulgaristan Müslümanları da tabyalardaydı ve 9 656 şehit verdi.
1913’te Bulgar devletinin zor kullanarak Pomak Müslümanların yarısını topraklarından kovup diğer yarının da isimlerini değiştirip, dinlerini yasaklayarak hepsini Hıristiyan yapması faciasına diplomatik çözüm bulan Osmanlı’nın Sofya askeri ataşesi Yarbay Mustafa Kemaldir.
20. Yüzyıl boyunca Pomakların Türkleri, Tatarların da isimleri ve Gagavuzların da gelenekleri, tarihsel-kültürel birikimi, halk medeniyeti reddedilip yok edilmeye çalışıldı. Hem monarşi hem de komünist dönemde baskı, terör, zulüm içerikli soykırım denemesi, iş savaş boyutunda Bulgarlaştırma saldırıları kesilmemiş ama 12 defa geri püskürtülebilmiştir. Kuşaktan kuşağa geçen bu sert mücadelede Türkiye devletinin varlığı her bir fert tarafından her zaman ve her yerde hissedilmiştir.
Türkiye devletinin Bulgaristan’a yardımları asla kesilmemiştir. 1990’dan son Bulgaristan ekonomisi ve maliyeti çökünce ilk tüketim ve üretim malı kredisi Ankara’dan geldi. İki taraflı ana yol, tünel, köprü, metro, modern semt, AVM gibi inşatlarda Türk holdingler işe el koydu. Birçok sanayi tesisine Türk şirketleri sahip çıktı. Karma bölgelerde işsizliğin ağır yükünü üslendiler. “Şişe Cam” devinden sonra, “Teklas” Bulgaristan’da 7. sanayi işletmesini kurdu.
2004’te Bulgaristan’da NATO yolunu açan Türkiye devletinin meclis kararıyla verdiği garantidir. 2015 yılından sonra sığınmacı ve ekonomik göç selinin Bulgaristan’ı boğma tehlikesi belirdiğinde, Türkiye yolu kesmiş ve Bulgaristan’ı istiladan korumuştur.
Türkiye’den Belediyeler, STK’lar ve vakıflar Ramazan ve Kurban Bayramlarında her zaman Bulgaristan’da iftar açmış, kurban kesip dağıtmıştır.
Yüzlerde gencimiz Türkiye’de eğitim ve öğretim aldı.
Elektronik çağ olanaklarından yararlanan Türk kültür ve sanatı Bulgaristan’ı adeta esir aldı. Demokrasi yıllarında Türkiye Bulgaristan sınırında Bulgaristan vatandaşları için vizesiz giriş çıkış Edirne’yi Bulgar pazarı şeklinde geliştirdi. Türkiye ekonomisi zor günlerde Bulgaristan’da her haneyi adeta himaye altına almış ve yiyecek giyecek sıkıntısı yaşatmamıştır.
Cevap Rafet ULUTÜRK; Türkiye’nin MAVİ VATAN’ı Türk Milletinin geleceğidir. Gençlerimize vatan toprağı gibi Mavi Vatan’ı da iyi öğretmeliyiz. Yeni sloganımız Vatan toprağından da suyundan da kimseye vermeyiz veremeyiz. “Türkiye’nin savunması ileri hatlardan başlar” fikrine dayanıyor. Türkiye’nin toprağı kadarına ulaşan mavi vatan ortaya çıkmıştır, bunu gençlere çok iyi anlatmalıyız. Türkiye’yi zirveye ulaştıracak olan budur. Kim ne derse desin bu konuda Türkiye kendi çıkarları karşısında kimseye boyun eğmeyecektir. Yeni Büyük ve Güçlü Türkiye meydana çıkmış ve tüm dünya güçleri ile (İrak’ta-ABD; Suriye’de-Rusya; Libya’da-Fransa vs.) savaşmaktadır. En önemlisi de kendi askerleri ile Tarih yazmaktadır. Diğer devletler gibi paralı askerlerle değil.
Türkiye Cumhuriyeti’nin Mavi Vatan haritası, gençlerimize öğretmeliyiz;
Türkiye’nin Libya ile anlaşmayla bölge ülkelerini mat etti. AB ülkelerinde de büyük bir panik yarattı. Öncelikle şunu söylemek icap eder ki, Türkiye bu hamleyle Doğu Akdeniz’de bir oldubittiye müsaade etmemiştir. Kendisine yönelen kuşatmayı baştanbaşa yardı. Birleşik Arap Emirlikleri, Suudi Arabistan, İtalya, İsrail, Mısır ve diğer tüm ülkeler Libya üzerinden Doğu Akdeniz’de mevzi kazanmaya ve/veya var olan mevzilerini tahkim etmeye çalışırken, aynı zamanda bir Akdeniz ülkesi olan Türkiye bu sürece kayıtsız kalamazdı. Nitekim kalmadı da. Yunanistan ile Güney Kıbrıs Rum Kesimi arasındaki bağlantıyı da kesmiş oldu. Orta Doğu’da, Balkanlar’da hatta ve hatta Akdeniz’de Rus varlığını da düşünürsek Kafkasya’da güven, huzur ve sükûnu tesis etmek istiyorsak büyük devlet reflekslerine, ferasetine ve vizyonuna sahip olmak zorundayız. Bu da tarihi hafızayı tazelemeyi, tarihi tecrübe ve birikimlerin sunduğu projeksiyonla dış politika yapmayı beraberinde getirmektedir. “Libya’da ne işimiz var?”, “Suriye’de ne işimiz var?”, “Azerbaycan’da ne işimiz var?” diyenler, çok değil bir asır öncesine dönerlerse ne işimiz olduğunu anlayacaklardır.
Libya ile anlaşma tüm komşuların ve sömürücülerin hesaplarını darmaduman etti. Bu anlaşmalar Mısır, İsrail ile devam etmesi beklenmektedir…
Cevap Rafet ULUTÜRK; Evet Suriyeli milli kimliği de Osmanlı ümmetinden çıkmıştır. Suriye halkının emperyalizme karşı milli kurtuluş savaşı Büyük Atatürk’ün emperyalizme karşı verdiği dünyada birinci başarılı Ulusal Kurtuluş Mücadelesi esinlidir. Türk ve Suriye hakları kardeştir, davaları ortaktır. Suriye halkı kültür tarihi zengin, farklılıkların uyumundan güç alan bir medeniyet geliştirmiştir. Emperyalizm uşağı saldırgan İsrail’e 20. asrın ikinci yarısı savaşlarında Ruslardan tank top, uçak ve savunma sistemleri almak zorunda kalınca, onları Akdeniz limanlarına ve topraklarında üs kurmaya davet eden Şam hükümeti, tarihinin en büyük yanlışını yapmış ve halkını sonu görünmeyen bir savaşa sürüklemiştir. İçine düşülen dipsiz kuyudan önce İŞİD çıkmıştır. Suriye’ye çöreklenmiş yerlileri topraklarından kovmuştur.
Ülke mezheplere bölünmüş, PKK ve PYD gibi terör örgütleri emperyalizm destekli Türkiye’ye saldırılarını şiddetlendirmiştir. Roja’yı başkent ilan etmiştir. Bölge, bir yere en fazla silah yığılmış bir saldırı üssü haline getirilmiştir. Bunalımın kaynaklarından biri olan iki aşamalı Irak savaşını izleyen bu gelişmeler, PKK Kürt terör devleti hayaletine kesin cevap verme gereğini doğurmuştur. Bu 3 harfli örgütlerin ömürleri sona gelmiştir, inşallah çok yakında bunun üstesinden Büyük Türkiye gelecektir.
Türkiye devletinin terörle kesin mücadele davasında dış operasyonlar 2016’da başladı. Günümüze kadar çok büyük operasyonlar gerçekleştirildi. Amaçları terörü durdurmak, barış ve huzur sağlamak ve savaş kaçaklarının evlerine dönmelerini sağlamaktı. 4 milyon Suriyelinin Türkiye’ye sığınması 50 milyar Avro gider yaratmış ve sorunlu olmuştur.
Emperyalist devletler destekli terör örgütlerinin milli devletlerle başa çıkamadığı bilinir. Suriye kaynaklı ve PKK saldırıları 35-40 yıldan beri devam ettiğinden ve neden olduğu kötülüklerin tüm sınırları aştığından kökünün kesin kazınmasına geçildi. NATO üyesi olan Türkiye, Batı ve Doğu kaynaklı PKK / PYD terörüne sınır dışı savaş açtı. Türkiye Suriye’de Rusya’yı, İrak’ta ABD’yi ve Libya’da da Fransa’ya derslerini verdi.
Başarılı operasyonlar, daha önce bölge ve dünya savaşlarında kullanılmayan elektronik sistemler, uzay gemisi, İHA ve SİHA sistemleri, elektronik ayarlı “Fırtına” topları ve diğer araçlar Türkiye devletini Yakı Doğu’nun sorun çözen güçlü devleti ve coğrafik bölgenin en güçlü devleti olarak kanıtladı. Kullanılan silahların %80 yerli üretim olması ise Türk Cumhuriyetleri ve İslam Dünyası odağına çekti ve Türkiye Cumhuriyeti’nin saygınlığını kat kat arttırdı ve Türk Dünyasının liderliğine yükseltti. İnşallah Büyük ve Güçlü Türkiye kısa bir zamanda Türk Birliğini ilan eder ve tüm Türk Dünyası ve AB devletlerinden de bu çatının altına katılımlar olacağı kesindir.
Türkiye, Atatürk ülküsü, ülkede barış ve dünyada barış ilkesine bağlı, Suriye’nin topraklarında gözü olmayan ve Suriye’nin dağılmasını hiçbir zaman istememiş olan bir komşusudur.
Cevap Rafet ULUTÜRK; “Ayasofya” Hıristiyanlığın yükseliş devrinde (537) kurulan bir kültür ve din simgesidir. Bizans İmparatorlarında I.Justinianus (527-565) emriyle kurulmuştur. Bizans hükümdarı 1. Yüstünyen’in dünyevi bilgeliği yasaklayıp yerine Hıristiyan din ve felsefesine kale olarak Ayasofya Ortodoks Patriklik Bazilikası Ayasofya’yı bina ettirmesi, aslında yuvarlanıp giden hayatı arkadan kovalarken kendini ona uydurmaya bocalama merkeziydi. Hayatın algılanamamasına cevap olarak gelen Buyruğu Hıristiyanlığı çatlattı ve dağıttı. 1453 fethi, Ayasofya’ya bir şafak oldu. 29 Ekim 1923’te Türkiye Cumhuriyeti istiklal ve egemenliğini ilan eden büyük önder Mustafa Kemal ATATÜRK, aynı zamanda İstanbul’un ikinci kurtarıcısıdır. İstanbul’u İngiliz pençesinden kurtaran da Atatürk’tür. Ayasofya dinlerin Kültürüne katkısı vardır. İmparator’un eski Yunan felsefesi eserlerinin okunmasını yasaklamasından sonra, Platon’un toplu eserleri 14. Cilt halinde 9. yüzyıla kadar Ayasofya’da saklanmıştır. Kendi yargı sistemi olmayan Ortodoks Hıristiyanlıkta medeniyet matrisi olarak Roma yasaları uygulaması, 17. yüzyılda Batı Avrupa’da Tanrı’nın Kiliseden çıkmasına kapı açmış ve laiklik, toplum sözleşmesi ve anayasal düzen hayat hakkı kazanmıştır. Osmanlı çağında “Ayasofya Camii” İslam medeniyetinin Rumeli’ye yerleşip Avrupa’ya uzanmasında önemli rol oynamıştır.
Son 86 yılda “Ayasofya” dini ihtiyaçlar için kullanılmamıştır.
Ne yazık ki, Avrupa devletleri, Avrupa Konseyi ve Avrupa Birliği Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan yönetiminde Türkiye’ye Avrupa medeniyeti yolundaki hamlelerini doğru değerlendirememişti.
Cevap Rafet ULUTÜRK; Türkiye Cumhuriyeti dış politikası devletler hukukuyla uyumlu, sabırlı, ilkeli, çök yönlü ve çok katlıdır. Türk halkı iradesinin ifadesi olan bu dış politika “Ülkede barış ve Dünyada barış” ilkesine dayanır. Türkiye devleti uzak ve yakın hiçbir ülkeye savaş açmamıştır. Komşularının daha fazlası Osmanlı devletinden ayrılmış olsa da hepsiyle iyi komşuluk, dostluk ve işbirliği ilişkileri başta gelir. Bakmayınız bu gün etrafımızda herkez düşman diye propagandalarına inanmayınız. Bu gün tüm çevremizde hatta Osmanlı coğrafyasında tüm halk Büyük Türkiye’ye hem saygı hemde sevgileri büyüktür. Bu gün oralarda yöneten kuklaların zincirleri ABD-İngiltere’ye bağılı olduğu için onların emirlerine uymaktalar. Türkiye Cumhuriyeti’nin dış politikası bir ulusal dış siyasettir. Dış siyaset merkezlerinin tez, konsept, öneri ve yönlendirmelerini kabul etmez. Uluslararası güvenlik kurallarına bağlı kalarak dost ve müttefik ülkelerin ricası üzerine terörle birlikte savaşma kapsamında 12 ülkede barış gücü bulundurur. Türkiye yine 3 kıtaya yayılmaya başlamıştır. 21. yüzyılda barış ve güvenliğin güvencesi olan Kuzey Atlantik Paktı NATO üyesidir. Devlet güvenliği konusunda başkasına güvenmeyen Türkiye devleti, bir güvenlik kalesidir.
1990’lı yıllarda eski Yugoslavya’da Müslümanlara karşı soykırımın durdurulmasında, katillerin cezalandırılmasında, Batı Balkanlarda barış ve huzurun sağlanmasında ve yeni milli devletlerin tanınmasında Türkiye’nin paha biçilmez katkısı olmuştur.
Yıllardan beri 4 bin Suriyeli sığınmacıya ev sahipliği eden Türkiye, bölgede terör örgütlerinin başını ezen ve barış çabalarına öncülük eden devlettir. Türk dünyasında medeni yenilenmeye, Latin Alfabesi, yeni ortak değerler ve teknolojik atılımlarla öncü ve doğal gaz ve elektrik enerjisi üretim, taşıyıcı ve dağıtıcı en güvenilir ülkedir. Birleşmiş Milletler, Güvenlik Konseyi ve eski sömürgeci Avrupa devletlerinin dünyayı 20. Yüzyıl kuralları ve hukuk anlayışıyla yönetme yöntemlerini eleştiren Türkiye’yi destekleyen devletlerin sayısı yıldan yıla artıyor ve bu gelişmeler Türkiye Cumhuriyeti’ni bölgesel bir bölgesel güçten, etkisi artan küresel güce – Büyük Türkiye Cumhuriyetine taşımaktadır. Yakın Doğu, Balkanlar, Avrupa Birli, Afrika ve Rusya Türkiye ’siz olamaz. “Corona -19” salgın bunalımında 120 dünya ülkesine yardım gönderen ve insanları bu öldürücü salgından kurumak için yeni yeni laboratuvarlar çalıştıran, hastaneler açan, aşı geliştiren ülkenin Türkiye Cumhuriyeti olması gurur vericidir.
Cevap Rafet ULUTÜRK; Türkiye’de siyasi hayat, Osmanlı toplum yapısı ve devleti ile emperyalist istilacıların yadsınması ve yerine Türk milli iradesinin siyasi devlet yapılanması ortamında doğmuştur.
9 Eylül 1923’te Halk Fırkası “Cumhuriyetçilik”, “Halkçılık”, “Milliyetçilik” ve “Laiklik” gibi dört temel ilkeyi toplumsal hayata taşımış ve 1935’te bunlara “Devletçilik” ve “Devrimcilik” ilkeleri de eklenmiştir. Tarihin ve var olma mücadelesinin bağrında toplumu yeniden üretme ve güçlendirme gereği olarak fışkıran bu ilkeler, Türk halkının özelidir, toplumsal dikey yapılanmanın sarsılmaz ve yıkılmaz sütunlarıdır. Burada önemli olan laiklik demokrasinin teminatıdır. Devrimcilik adaletin ve özgürlüklerin teminatıdır. Türk siyasi zihniyeti “Mülkiyetin, adaletin temeli olduğunu”, parlamenter demokrasiyi, yasaların üstünlüğünü, çoğulculuğu ve insan haklarını da esas ilkeler olarak Türk siyasi yaşam ve devlet hamuruna başarıyla karmıştır.
Cumhuriyet halkın kurabildiği en yüksek ve adıl devlet sistemidir. Bugün Cumhurbaşkanlığı hükümet sistemiyle yönetilen Türkiye Cumhuriyeti, Cumhuriyeti büyütme yolunda çakılıp kalmamış, başkanlık sistemine geçerek dünya ülkeleri arasında cumhuriyet yönetim sistemini seçenlere örnek olmaktadır. Cumhurbaşkanlığı hükümet sistemi demokrasinin yetkinleşmesi koşullarında en üstün yönetim biçimi olup diktatörlük ve totalitarizme seçenektir.
96 yaşında olan Türkiye’nin siyasi partileşme yolu tek partili ve çok partili gibi aşamadan geçmiştir. Medeniyetler ve toplumsal düzenler gibi siyasi partiler de geçici olgulardır. Tarih tek kamaralı ya da iki katlı parlamentoların da ülkelerin gereklerine göre büyütülüp küçüldüğüne işaret eder. Örneğin Bulgaristan bugün Yüce Meclis toplayıp milletvekili sayısını 240’tan 120’ye düşürmeye çalışırken, TBMM’inde vekillerin sayısı son seçimde büyümüştür.
Türkiye Cumhuriyeti’ndeki siyasi partilerle ilgili görüşümü de şöyle ifade edebilirim.
Siyasi partiler toplumsal ihtiyaçların ürünüdür. Türkiye’nin İstanbul, İzmir gibi büyük liman şehirlerinde işbirlikçi, komprador güçlerin Türk sanayileşme ve serbest Pazar ilişkileri, modern finans ilişkileri ve tarımın kooperatifçi birimlerde teknolojik devrim yapma yolunu açmak için siyasi sahneye Milli Görüşün devamı olarak çıkan, 14 Ağustos 2001’de kurulan Ak Parti, bu ufku bir perde daha genişleterek bu yeni sosyal ve üretim ilişkilerini Doğu ve Güney Doğuya taşıma misyonu yerine getiriyor.
Bu atılım Türkiye’de yeni bir sosyal, ekonomik ve siyasi doku oluşturdu. Türkiye, kendi içinde Büyük Güçlü Türkiye, bütünleşmiş Türkiye anlamında böyle kuruldu. Bunun bir anlamı da ticaret sermayesinin milli sanayi üretiminde ve tarımda dönüşerek endüstriyel bağımsızlık ve egemenlik getirdiğini görüyoruz.
Sayın Recep Tayyip Erdoğan yönetiminde dünya ekonomisinin bunalımlı bir döneminde gerçekleştirilen bu atılım modernleşmenin en perspektifli dallarını kucakladığı gibi milli savaş sanayini de bünyesine alınca 83 milyon nüfusu ve 4 milyon sığınmacıyı rahatça besleyebilen bir Türkiye ortaya çıktı. Buna paralel 2 bin kilometre çevresine de gıda ve giyim, hammadde ve makine pazarı, kara ve hava ulaşımı merkezi oldu.
Yeni kuşağın anlamlı öğrenimle yetişme ufku oldu.
Bağımsız Türk devletleriyle yeni düzeyde buluşan Türkiye Cumhuriyeti kendiliğinden Türk dünyasına öncü ve ilham kaynağı oldu.
Balkanlarda ve Yakın Doğuda Osmanlı’dan ayrılan fakat ciddi anlamda bir türlü millileşemeyen ve devletleşemeyen soylar, kavimler ve halklar da bunalımlar girdabından kurtuluşa son çare Türkiye devletine sarılmada buldu.
Şu da var. Emperyalist devletlerin Yakın Doğu halklarının kaynaklarına sahip olmak için 20. Yüzyıldan günümüze taşan “Arap Baharı” ve “medeniyetler arası savaşlar” gibi uydurma teorilerin ateşlenmesi de Türkiye devletini halkların güvenliğini ve uluslararası barışı tehdit eden baş belası terörizmle mücadelede güvenli kale yaptı.
Osmanlı devrinde 300 yıl savaşsız, huzur içinde yaşayan bölge halklarının 20.Asın sonlarında ve 21. Yüzyılın başında yaşadıkları savaş ve terör felaketleri Türkiye’yi Bölgesel Büyük Güçten, dünyanın bugünü ve yarınlarının oyun kurucusu dünya devlerinin arasına taşıması, biz soydaşların dünya görüşümüzü de güçlü etkilemiştir.
Bizden herhangi birimiz, Bulgaristan’dan gelirken, Türkiye’de AK Parti yönetiminde muhafazakâr – liberal bir dev atılımın içine düşeceğimizi asla düşünmemiştir.
Bu arada Bulgaristan Türkleri Kültür ve Hizmet Derneğimiz BULTÜRK’ün de 2002’de kurulmuş olması ve AK Parti yönetiminde büyüyen Türkiye’yi gelişirken tanıması çok yararlı oldu. Bulgaristan’da bir tek Komünist Partisi vardı, Türkiye’de de Cumhuriyet Halk Partisi olduğunu işitiyorduk, isim olarak radyolardan Büyük Atatürk’ü ve davasını, rahmetli Turgut Özal’ı, rahmetli Alpaslan TÜRKEŞ’i ve rahmetli Bülent Ecevit’i de biliyorduk. Bulgaristan, milli kurtuluş mücadelesi, bağımsızlık ve egemenlik hamleleri yaşamamış, 2 defa Rusya esaretine bir de Almanya çizmesi altına düşmüş ve saygı ve insanlık dolu milli şuuru gelişememiş olan bir yer. Toplum ve siyasi yapısı, insanların dünya görüşü tamamen farklı bir küçük ülke olarak biliyorduk. Buna rağmen, insanımızın gönlünde Atatürk Partisi olarak bildiğimiz CHP’ye devlet kurucu bir parti olarak, dünya halklarına örnek demokratik bir düzen kuran bir parti olarak doğal bir sıcaklık ve yakınlık vardı ve vardır. Fakat bu gün hala Atatürk’ün partisi dememiz pek mümkün görünmemektedir. Çünkü bu gün aldığı kararlar ve sözcülerin açıklamaları Türk halkına değil de daha çok dış güçlere yaramaktadır.
Fakat soydaşlar olarak muhafazakâr-liberal ve sosyalist veya sosyal-demokrat bir dünya görüşü arasındaki 2020 nüanslarıyla bir analiz ve sentezden sonra çıkartmalar yapsak, gülünç duruma düşeriz.
Kuşkusuz seçim sonu tablolarına bakıldığında AK Partinin sağ kanat partisi olmasına rağmen oylarının %46’sını fakir kesimden, CHP’nin ise orta ve zengin kesimden alması, acil cevap bekleyen bir soruyu da doğuruyor, diyebilirim!
Milliyetçi Hareket Partisi MHP biz soydaşlar için, Türkiye koşullarında bir devlet partisidir, milliyetçiliği Türk kimliğinin gönlündedir, ideolojisi birleştirici, toparlayıcı ve sürükleyicidir. Bizler, Sayın Devlet Bahçeli’nin söylediklerini sorgulamayız. Gerçekleri konuştuğuna kesin inanırız.
Aynı sözleri, Türk toplumdaki sağ sol kesişmesinin göbeğindeki İyi Parti ve kurucu lideri Sayın Prof. Meral Akşener için de söyleyebilirim.
Ben de kendisini daha ilk miting söylevinde sevmişim.
Batı Trakyalı olması, bir muhacir kızı olarak böyle net birikimli ve her sözü isabetli ve yerinde söylemesi olmuştu. Özellikle Cumhurbaşkanlığı adaylığında sergilediği saygın görüşler kamuoyu takdirini kazanmıştır.
Biz dernekler direk olarak siyasetin içinde olmadığımızdan dolayı Halkların Demokrasi Partisi HDP hakkında söyleyeceklerim şunlar olacaktır. “Biz aynı kardeşleşmiş köklerden gelmişiz. Ağacı kurutma çabalarınızı kınıyoruz.” Bu dünyada her şey gibi siyaset de değişkenlik bir sonsuzdur. Bu gün büyük önder Sayın Erdoğan başkanlığında ve TBMM siya iradesi doğrultusunda yürütülen iç ve dış siyasetin doğruluğuna ve Türk Milletine yararlı olduğuna inanıyorum.
Cevap Rafet ULUTÜRK; Bulgaristan Türkleri Kültür ve Hizmet Derneği BULTÜRK, Türkiye’de tescil edilmiş olan, fakat Bulgaristan’da kalan kardeşlerimizi ve anavatandaki soydaşlarımızı temsil eden bir dernektir. İsmindeki “kültür” kavramı, ata-vatanda kalan halk kültürümüzle anavatanda geliştirdiğimiz kültürel değerleri Türk kültürüyle harmanlayarak geliştirmek ve halkımıza geri dönmektir. “Hizmet” sözünün anlamı da budur.
Biz, İstanbul /Beyazıt / Çemberlitaşta’ki Balkan Derneği’nin devamıyız. Onun yalnız yazar ve şairler kulübü olarak faaliyetlerini arşivimize alarak, halk kaynaklı ve halka dönük bir Bulgaristan Kültür üst yapı kuruluşu olarak, ayrıca da bir hizmet merkezi olarak geliştik. Hedefimizde Bulgaristan tarihini, Bulgar halkının maneviyatını, varsa doğru dürüst yanlarını ve kırılmalarını, Osmanlı geçmişiyle birlikte Müslümanları da söküp vatanlarından dışarı atma ve besledikleri ırkçı milliyetçilikle ne hedeflediklerini, neden millileşemediklerini, neden saygın bir devlet, hukukun üstünlüğü, demokrasi, insan hakları, azınlık hakları, ulusal kültür oluşturma ve başka konularda sürekli tökezlediklerini.
Onları isim değiştirmeye, din yasaklamaya, Türkçe konuşanlara ceza kesme, okul kapatma, mezarlıkları sürme, örf ve adetlerimize saldırma, Balkanların en barışçı insanları olan bizlere zulüm ederek, binlercemizi sürgün edip içeri atarak maneviyatımızı ayaklanmaya ve kitlesel göçe zorlama nedenlerini açıklamayı hedef seçtik.
Biz Son 20 yılda halkımızın yaralarını sarmak, onu yeniden uyandırıp gerçeklere yöneltmek, kimlik davamıza, hak ve özgürlüklerimiz için daha derli toplu daha bilinçli ve örgütlü mücadeleye hazırlandık.
Bu çalışmalarımız sözlü, kâğıda basılı ve elektronik yayınlarımızda başladı ve devam etmektedir. www.bulturk.org.tr ; www.bghaber.org
Bu amaçla Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi BGSAM kurduk.
BULTÜRK derneği olarak 15 kitap yayınladık. “Bulgaristan Türklerinin Sesi” adlı dernek gazetemizin Eylül’de BULTÜRK Gazetemizin 160.Sayısını çıkartık. “ www.bghaber.org ” Bulgaristan’dan aktüel haber ve yorum internet yayınımız Türkçe ve Bulgarca yayınlanıyor. Bulgaristan Türkiye ve Avrupa’da Türk aydınlarının buluşma merkezi olduk.
Okur kitlemiz yıldan yıla arttı. Bulgaristan karma bölgelerinde 20 binden fazla okuyucularımız var. Köşe yazalarımızın yazılarını ayrıca değerlendirip BGSAM olarak kitaplaştırıp eylül 2020 itibarı ile artık 73. Eserimizi çıkartmış bulunuyoruz. Bunları her okurumuzun okuyabileceği şekilde yayınladık. Bunları bu internet sayfamızdan da tüm dünyaya ulaştırıyoruz; https://sites.google.com/view/bgsam-kitaplar/2020?authuser=0
Türkiye, Bulgaristan ve AB ülkeleri dışında Kanada ve ABD’de de okur kitlemiz çoğalmaya başlamıştır. “BGHABER ajansımız” dünyaya açılmıştır. İnternette yayınladığımız sayfamızla ilgi büyük ilgi oluştu. Burada Bulgaristan Türklerinin geçmişimizi, madalyonun arka tarafını ve geleceğimize ilişkin tahminleri bizim sitemizden öğrenmesi gurur vericidir. Bulgaristan ile ilgili aktüel ve güncel analizlerimizi de yazarlarımızın görüşlerini gün gün yayınlıyoruz.
Ayrıca benim de “Türk Dünyasında Bir Bulgaristan Türkü 50 yıl mücadele” başlıklı birinci kitabımla Bulgaristan Türklerinin haklı mücadelesini ve kimlik özelliklerini Türk Dünyası’na taşıma çalışmalarımı da anlattım. “Bulgaristan Türklerinin Kimlik Mücadelesi” başlıklı ikinci kitabımda ve yaklaşık bir buçuk asırlık Bulgaristan Türklerinin kimlik kavgasını, gidişi dönüşe nasıl dönüştürebildiğimizi, öz kimliğimizi başarıyla yeniden üretebildiğimizi ve Büyük Türkiye’nin davamıza katkılarını anlattım.
Bu yayınlarla birlikte yüzlerce yıldönümü kutlamamız, konferans, panel, senpozyumlar, bilgilendirmeler ve görüşme düzenledik, kır gezilerinde, Balkanlarda yerleşik nüfus arasında derin gelenekli, kök bağları en güçlü, en kabiliyetli ve umut yüklü insanların biz olduğumuzu anlattık, emellerimizi sanat eserlerine yükledik.
Şu dönem uzaktan Türkçe öğrenme programları, teşvikli yöntemler, çocuklarda Türkçe özeni doğurma ve teşvik etme yolları geliştiriyoruz. Bulgaristan Türk edebiyatını genç kuşağa aktarma ve halk kültürümüzü devretme temel ödevlerimizde biridir. Yayınlarımızı her zaman ve her yerde bulabilir ve izleyebilirsiniz. İzleyenlerin bilmediklerini burada bulabildikleri söylemeleri bizi memnun ediyor. Ayrıca bizi takip edenlerin hızla değişme sürecine girdiğini ve ilgi artışıyla taraftar grupları oluştuğunu görebiliyoruz.
Bu güne kadar Bulgaristan Türkleri için yapılmış çabalar ve derin bilgi birikimimizden Türk siyaseti ve konuyla ilgili yöneticilerin daha fazla faydalanacağına inanıyoruz. Sivil toplum örgütü olarak bu çabalarımızı ve bilgi birikimlerimizi toplumu aydınlatmak amacımızla aşağıdaki medya ortamlarında paylaşmaktayız:
BULTÜRK–BGSAM-WEB SİTELERİMİZ;
1. Bulgaristan
Türkleri Kültür ve Hizmet Derneği (BULTÜRK)
BULTÜRK Derneğinin Resmi İnternet sitesi – www.bulturk.org.tr,
2. BGHABER
Bulgaristan konusunda analizler, makaleler ve haber sitesi:
BGHABER: www.bghaber.org, Bulgaristan ile
ilgili Aktüel İnternet Sitesi
3. BULTÜRK Bulgaristan Türkleri Sesi Gazetesi: Yayınlanmış Gazeteler
4. BGSAM – İnternette BG Stratejik Araştırma Merkezi’nın çıkarttığı Kitaplar: – https://sites.google.com/view/bgsam-kitaplar/ana-sayfa?authuser=0
5. BULTÜRK Gazete Haber Sitesi: www.bulturk.net
GAZETE:https://sites.google.com/bulturk.org.tr/e-bulturk/anasayfa?authuser=0
6. BULTÜRK Derneğinin Yayınladığı Kitaplar;
Türk dünyasına hizmetten başka hiçbir siyasi ve iktisadi beklentisi ve amacı bulunmayan bir sivil toplum örgütü sıfatıyla BULTÜRK olarak her türlü katkıda bulunmaya hazır olduğumuzu tekrar belirtmek isteriz. Bizi takip edin Bulgaristan’da olan bitenin nabzını tutmak isterseniz, gerçekleri öğrenmek isteyenleri davet ediyoruz.
Cevap Rafet ULUTÜRK; Hem Bulgaristan’da hem de soydaşlarımız arasında Türkiye’de 2010 – 2014 – 2017 – 2019 yıllarında yaptığımız anketlerden çok güzel tespit ve öneriler aldık. Büyük katılım coşkusu yaşandı. Basın yayın stratejimizi yapılanmasında, elektronik yayınlara yönelmemizde, genç kuşağa yönelmemizde, geleneksel kültürümüzle birlikte güncel olaylara ağırlık vermemizde ve ülkenin her ilinde ve merkez belediyelerinde muhabir ağı oluşturmamızda çok faydalı oldu.
Bulgaristan’da kalan kardeşlerimizin ruh halini de yakından duyumsayabildik. Ekonomik sorunlarını görebildik, sağlık sektöründe ve eğitim öğretim alanından sorunlarla ilgili doyurucu bilgi sahibi olduk. Anket sonuçları hedeflerimizi biçimlendirdi.
Cevap Rafet ULUTÜRK; Bir insanın hayal edebilmesi uyurken uykuda sayması gibidir. Düşünde Bulgarca sayan birisi, Türkçe hayal edemez ve Türkleri anlayamaz. Bu benim şahsi fikrimdir. Bulgaristan Türklerini zorla ve birden olmazsa – bu 20 yıl denemesiydi – 21. yüzyılda gitgide Bulgarlaşmaya itme bir milli siyaset olarak devam etmektedir. Bulgarların millileşmesi Osmanlı bağrında başladı, uyanış ve milli mayalanma ve dirilişlerini 18. ve 19. yüzyıllarda yaşarken, 19. Yüzyılın sonlarında ve geçen yüzyıl bu süreç çok şiddetlendi ama tamamlanamadı.
Birinci Dünya Savaşından sonra felaket yaşandı.
Ne var ki 1925 ve 1934 askeri darbeleriyle bu süreç, milliyetçiliğin son aşaması olan – ırkçılığa yönlendi. Tarihlerinde ilk kez Bulgaristan’da İtalyan faşizmi ve Alman Nazilerinin etkisiyle taban örgütlenmesi gerçekleşti – “Radnik”, “Bradnık”, “Kubrat” ve başka isimlerle Bulgaristan’da Nazi örgütleri kuruldu. Olay liselerde mayalandı ve programlı, hedefli ırkçı harekete dönüşürken hepsi bir ağzdan “Yahudiler, Çingeneler ve Türkler ülkeyi terk etsin!” dedirtiler.
1934-1944 Müslüman Pomakların isimlerini değiştirme ve İslam’dan vaz geçmeyenlere iş vermeme, evlenmelerini yasaklama gibi olaylar aynı aşırı milliyetçiliğin ürünleridir. Pomak kardeşlerime çocuklarını kurtarmak yardım etmek isterlerse tek önerim olacak çocuklarınızı Türkiye Türkçesini öğretiniz. Gelecek Türkiye Türkçesi bilenlerin olacaktır.
Demek istediğim, Bulgarlar “bilinç ve kimlikleri dışardan taşınır” özlü Alman teorisi temelinde 1934’te hazırladıkları Müslümanlarla ilgili devlet stratejisine temel ettiler. 2 700 okulumuz kapandı. Bulgar okulunda Türkçe derse girme derdine katlandık. Önce ders arasında Türkçe konuşmak yasaklandı, ardından sokakta ve kamu yerlerinde Türkçe konuşmak yasaklandı ve sonunda Türkçe söz edene ceza kesilmeye başlandı, Türkçe kitaplar, planlar, kasetler, feslerden sonra, şapkalar toplandı.
Bir tek Türk gibi duyumsamayı ve Türkçe düşünmeyi yasaklayamadılar. 1939’da Çar III. Boris işlerin sarpa sardığını, faşist gaddarlığın kükremesiyle azınlıkların komünistlerin tarafına kayacağını görünce faşist örgütleri yasakladı. Fakat Bulgar devleti ilk defa baskı ve zulümle bilinç ve kimlik değiştirmeyi denemiş oldu.
1963’ten başlayarak bu yaklaşım Komünist devlet yönetiminde önce gizli, sonra üstü kapalı ve sonunda açık saldırı ve soykırım denemesi şeklinde stratejik program haline geldi. Bu amaçla Müslümanların önce maddi varlığı yok edildi. Manevi hayatı devlete bağlandı. Okul programlarına sıkı milliyetçi, gerçeklerin çarpıtılmasından oluşmuş bir şovenizm öz akıtıldı.
Bu durumda Türkçe bilmemizi ana sütümüze, dinlediğimiz ninnilere, nenelerimizin hikâyelerine ve dedelerimizin kulağını çekmesine, köy yaşamı, tütüncülük ve hayvancılık dilimizin Türkçe olmasına borçluyuz.
Bulgaristan Türk edebiyatının oluşması, kültürümüzün kendini kuşaktan kuşağa ev ortamında da olsa yenileyebilmesi tarihsel zaferlerimizden biridir. Edebiyatımız Bulgaristan Müslümanlarının kendi kaderlerini kendi belirleme çabalarını dile getirmiştir.
Bugün araba geçer izi kalır anlamında varız anlamındadır. Gençlerimizin % 70’ı Batı ülkelerine işe çıktı ve kazandıkları paralardan bir kısmını yakınlarına göndererek Türklüğümüzü yaşatıyorlar, evlerini onaran ve yeni ev yaptıranlar var. Gurbetçiler devlete el açmadan yaşama yolu açtılar.
Kısacası insan simgelerle, sözlerle, kavramlarla hayal eder. Türkiye sanal dünyası Hızır gibi yardımımıza yetişti. Türkçe yazamayan ama söz hazinesi zengin, Türkçeyi iyi konuşan bir kuşak yetişti. Biz bugün internet aracılıyla onun hayallerini besliyoruz. Hayallerinin hamalı olmasını önleyip onları kanatlandırmaya çalışıyoruz.
Cevap Rafet ULUTÜRK; Bulgaristan’da Türkler, Pomaklar, Romenler, Tatarlar, Müslüman Millet (Çingeneler), Gagavuzlar, Makedonlar, Ulahlar olmak üzere 9 azınlık var. Bunların tüm yöneticileri azınlıkları değişik zamanlarda eritilerek, kimlik yitirerek devletin Bulgarlaştırma makinesine salındı. Müslümanlar kimlik kıyımı makinasını 12 defa durdurduk.
12. defa – 29 Aralık 1989 tarihinde Müslümanlar Sofya Parlamentosunu kuşatınca devletin terör makinası isimlerimizi ve din haklarımızı geri kusmak zorunda kaldı. Dilimiz, anadilde okul hakkımız, kültürel kimlik hakkımız ve azınlık kimliğiyle yaşama haklarımız makinanın içinden çıkaramadık içinde kaldı.
Bu sorunun kısa cevabı şudur: Bulgar devletinin en büyük sorunu azınlık kimliklerinin resmen tanınması sorunudur.
Azınlıkların da en büyük sorunu budur. Bu sorunlar Bulgarların daha öte millileştirilmesini durdurmuştur. Devlet stop etmiştir. 8 Ekim tarihinde yayınlanan Avrupa Konseyi (AK) geçici bildirisi de somut olarak Makedon ve Çingene kimliklerinin tanınması konusuna adanmıştır.
Avrupa İnsan Hakları Konseyi’nin (AİHK) bu konuda Sofya hükümetine uyarıları var.
Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin (Strazburg AİHM) Bulgaristan’da vatandaşların ve azınlıkların bireysel ve kolektif hakları azınlık ve milli kimlik haklarıyla ilgili 44 karar aldı. Bulgar yargısı bu kararların hiç birini uygulamadı. Bazıları için tazminat ödediler. Kimse tazminat almak için dava açmamış, yıllarca mücadele etmemiş, hapis yatmamıştı.
Bulgar devleti azınlık kimliklerinin tanınmasında milli güvenlik için tehlike görüyor. Azınlıkların doğru dürüst eğitimle öğrenimli, meslekli, aydın kimlikli yetişmesinde de aynı tehlikeyi görüyor. Azınlıkların kendi dillerini öğrenmesinde, kendi dillerinde rüya görmesinden ve hayat etmesinden bölücülük doğacağından korkuyor.
Bulgaristan’da yaşayan Makedon hapislilerinin “OMO – “İlinden” örgütü Makedon kimliğinin meşrulaşması konusunda Strasburg AİHM’de 6 dava kazandı, ne bireysel ne de ortak Makedon kimliği henüz tanınmadı ve artık Bulgaristan ile Kuzey Makedonya Cumhuriyeti (KMC) arasında bir sorun haline geldi. Bulgaristan Kuzey Makedonya Cumhuriyeti’nde yaşayan Bulgarların milli kimliklerinin ve azınlık haklarının tanınmasında ise direniyor, fakat buna karşılık Bulgaristan’da Makedon yaşadığını kabul etmiyor. Aslında Bulgarlar 1945’te bunu kabul etmişlerdi. Bulgar Bilimler Akademisinde Makedon dilinin bir halkın resmi dili olduğuna ilişkin savunulmuş doktora tezleri dahi var. Eğer sorun çözülemezse, Bulgaristan aralık ayında MKC’nin Avrupa Birliği üyelik dilekçesinin görüşülmeye açılmasına veto koymak istiyor. Kimlik sorunları Bulgaristan’da siyasi, manevi ve kültürel hayatı dondurmuştur, Bulgaristan Türk gençliği de dondurulmusluğun içindedir. Bizim Bulgaristan’da ana sorunumuz Kimlik sorunumuzdur.
Cevap Rafet ULUTÜRK; Bulgaristan Türklerinin hepsi demokrattır. Bir defa dindar olanlarımız Bulgaristan’da komünist dönemde Tanrı kiliseden zorla çıkarılırken lanetleyerek terk ettiği yere bir daha dönmediğinden, Doğu Ortodoks Kilisesinin durumu ortadadır. Memleket dinsiz kalmasın inancıyla modern dünya görüşü, ahlak ve insan sevgisi yaşatanlar Müslümanlardır. Bulgaristan Türkleri arasında deist ya da ateistler daha çok aydınların içerisinde bulunmaktadır. Komünist baskının İslam kültürünü yasakladığı dönemlerde maneviyatı yavan kalanlarımız da İslam’ın son din olduğunu, Peygamberimizin hepimizin resulü olduğunu, Allah’ın af edici olduğunu ve en önemli erdemimizin inanarak hayır etmek olduğunu bilir. İnanan vatandaşlar olarak Bulgaristan Müslümanları hak ve özgürlükler ateşinden geçtikleri, kin ve nefretle yaşamanın günah olduğuna inandıklarından dolayı, farklı olanın da insan, ama zehirlenmiş bir toplumda yetişmiş, yardıma muhtaç İnsan olduğunu görebildiği için demokrattır ve ayrıcalıklıdır. Bulgar günahkârları ancak Türk demokratların haklılığını tanımasından temizlenebilirler!
Cevap Rafet ULUTÜRK; Hiçbir anayasada ve ceza kanunlarının hiçbir maddesinde – Türklere karşı işlenmiş suçlar suçtan sayılmaz yazmasa da – memleketimizdeki uygulamada bu böyledir.
Açılan hak arama davalardan hiç biri sonuçlanmamıştır.
Haklı davaların sonuçlanmasını engelleyen Bulgar savcılığına karşı açılan davaları kazananlara da – savcılık yüzünden davanın zaman aşımına uğramasından hak edilen bir tazminat ödenmiş ve dosyalar kapatılmıştır.
Soykırım suçluları hal bugün bile iktidardadırlar.
Bu olayı, 30 yıldan beri Moskova ve özellikle KGB arkalamıştır. Hak ve Özgürlük Hareketi de bu konuda ses çıkar(a)mamıştır. Adil olmayan barışın ardına ve şahsi çıkarlarının adına gizlenmiştir. Bulgar devleti Türkler konusunda toplumda ağır basan Türk düşmanı ırkçı-faşist ayarı boz(a)mamıştır. Geleneksel hedeflerinden ödün de vermemiştir.
Belki de bu daha önce bilmediğimiz Bulgar başkalarını git gide manen tüketme uygulamasıdır.
Özünde bireylerin ve azınlıkların kendi kimliklerini belirleme hakkına hayat hakkı tanımamak olduğunu artık görebildik. Bu konuda Avrupa Birliği, Konseyi ve Mahkemelerinin azınlıkların kurtarıcısı olmadığı da gün gibi ortadadır. Şunu ilave etmek de yerinde olur. Avrupa Brüksel beyni, Bulgaristan gibi kenar üyelere, Alman “Der Spigel” dergisinin de yazdığına göre, yeni sömürge ülke gibi bakıyor ve idareci komiser olarak atanan Başbakanlar ve hükümetin işlerine karışmak ve adaletsizliği durdurma görevini üslenmek istemiyor.
En önemli olan da, Bulgar millileşme çağının 20. Yüzyıldan 21. Yüzyıla tüm illetleri, kötülükleri ve zulüm aletleriyle taşınmış olmasıdır.
Cevap Rafet ULUTÜRK; Mahallelerde hiçbir dönem Türk-Bulgar çatışması yaşanmadı. Siyaset her zaman azınlıkları Bulgarlardan ayırdı. Bulgaristan’da sosyalist düzen ekonomi ve manevi olarak çöktü. Sosyalizmin kapitalizmden sonra gelen ve daha üstün olan bir üretim tarzı, medeniyet ve kültür olduğu yalanmış. Faşizmden farkı ise, ancak özel sektörsüz bir toplum olduğunu görmeyen kalmadı.
Biz Bulgaristan Türkleri hem Hitler faşizminin hem de Stalin totalitarizminin tüm zulmünü gördüğümüzden ve üstüne üstelik de soykırım denemesi ve sürekli göç ve parçalanmalardan ezildiğimizden dolayı, bizdeki totalitarizm alaca gölgeli, ayrıca zulüm kokan demokrasiye önce gelişmelere sevindik. Zamanla bu beklentilerimiz söndü, çünkü Bulgarlar da çöp tenekeleri etrafında dolaşmaya başladılar. En iyi olan Türkiye kapısının açık kalması, gençlerin ekmek teknesini Avrupa Birliği ülkelerine taşıması, NATO üyeliğimiz ve ayrıca Avrupa Birliği’ne alınmamız gibi gelişmeler oldu diyebilirim. Başka bir ifadeyle, aklı başında olan herkes derede kafasını taşlara vura bura ölmek yerine, denizde boğulmak ister. 20. Yüzyılda biz, “bir kaşık suda” boğuluyorduk…
Durumun kökten değişmesi zamanı gelmiştir.
20. yüzyıl süreçleri bugün usulsüzlük ve yolsuzluklar, dolandırıcılık ve rüşvetçilikler olarak devlet bünyesinde devam ediyor.
Sosyalizmin birikimlerini ve son 15 yılda Avrupa Birliği’nden gelen yardım ve yatırım paralarını ele geçiren 200 aile, ülkenin kalkınmasına yatırım yapmak istemiyor. Sosyalizm yıllarında kurulan alt yapı ve endüstrinin çökmesinden sonra hala geleceğini göremeyen halk kâbustadır. Avrupa’da ve Amerika’da okuyup geri dönen ve artık 100 gündür Sofya’da gece gösterileri yaparak hükümetin istifasını, meclisin dağılmasını, başsavcılığın yok olmasını ve parlamenter demokraside köklü reformlar isteyen – yani komünist totalitarizm döneminin tamamen sökülerek süpürülüp sabunlu suyla yıkanmasını isteyen – 6. nesil genç kitlenin hayallerini okumak zor.
Çünkü program açıklamıyorlar. Fakat son yıllarda ülkede oluşan yeni bir olgu var. Bulgaristan’a Batı’dan büyük sayıda yazılım şirketi geldi. Bunlarda 160 bin genç çalışıyor ve maaşları da 6 bin levaya çıkmıştır. Bu gelir ülkemizdeki ortalama emekli maaşından 15 defa yüksektir ve yeni bir üst tabaka oluşmaya başlamıştır. Geleceği bu tabakanın belirlemesini isteyenlerden iktidar, siyaset ve adaleti biz belirleyeceğiz sesleri yükseliyor ve direnişler ısrarlı ve serttir.
Azınlıkların kaderi konusunda kimsenin ağızını bıçak açmıyor.
Eğer son 30 yılda Bulgaristan toplumunun oluştura bildiği ve genç neslim öncülerini birleştiren, en değerli olan buysa, uygulamada şu hususla yüzleşince şaşmamamız gerekir. Yani Z kuşak teknolojik toplumu yeniden biçimlendirip yönetecek çok varlıklı küçük bir zümreye işaret ederken şunları da görebiliyoruz. Bulgar ruhunu kayıtsız koşulsuz kabul etmiş olan, politik isteklerinden, azınlık hayallerinden, seçme ve seçilme hakkından vaz geçmiş ve yalnız yemeden içmeden ve eğlenmeden tatmin olan, hayatı garantili bir sosyal tabakaya var olma hakkı tanınmak isteniyor. Bugün de sosyal yardımlardan yaşayanlara iş gösterilmiyor.
Avrupa Birliği üst aklındaki “jendet toplumu” ya da İstanbul Anlaşmasına göre çok farklı yeni bir deney toplumu oluşturulmasına Bulgaristan seçilmiş olabilir. Olayları izleyenler dünyanın “insan haklarını”, “azınlık haklarını” ve “milli kimlikleri” yok saymaya hazırlandığına işaret ediyorlar.
Bulgaristan, gelecek toplumların deney ülkesi oluyor.
İnsana öyle geliyor ki, sanki ikinci Rusya esaretinde kalmamızı ve Almanya Nazi esaretinin bir asır bilincine varamadığımız gibi, teknoloji devri köleliğini, ülkemizin satıldığını, satılabileceğini, asırların posası gibi fark etmeden yaşamaya zorlanabiliriz.
Ne var ki bu kapı henüz açılmadı fakat ilgililerin elleri anahtarlıktadır. Toplumda şimdilik bu yönde bir gelişme var ve yeni önlemlere tepkiler henüz beliriyor. 2019’da Roman çocuklarının okullardan kaçırılıp Norveç’e götürülmesi ve kimliksiz insan tipleri oluşturma olaylarını tepkiler toplumu sarsmıştı. Bu çocukları orada neler yapıldı, duyulanlara göre işkence edilerek onların kanları alınıyormuş bunun doğurulu nedir bilemiyorum. Amma Medeniyetin merkezi diye bilinen Avrupa üstünden halı kaldırıldığında galiba dünyada en vahşi ve en acımasız bir yer olduğu görünecek gibi duruyor.
Bu gün 30 yılın en iyilerinin en kötülerinin sentezinden yapabildiğim çıkarma ne yazık ki budur. Vatandaşlarıyla birlikte sosyalizm yıllarında pazara çıkarılan ve Sovyetler Birliğine ucuz pahalı teklif edilen memleketimin yeniden tezgâha konacağından korkuyorum.
Cevap Rafet ULUTÜRK; Bulgarlar Osmanlı’da dini alanda toplumsal sahneye çıkabildiler. Yunan papazların kiliselerinden çıkarmak için Kongreler yaptılar. Sultan kapısı çaldılar ve 1872’den başlayarak Doğu Ortodokslukla kiliselerde anadillerinde ibadet, kilise ve kilise dışı Bulgar eğitim ve öğretim hakkı elde ettiler. Bu, Bulgar din adamlarının Osmanlı devletiyle yürüttüğü diyaloğun bir başarısıdır.
Bulgar politik zümresi siyasete katılma hakkını ve kendi menfaatlerini öne sürme hakkını Berlin Konferansından (1878) tepsi içinde aldı. Yenileşmenin Bulgarların Müslüman vatandaşları da politik sahneye davet etmesi gerekirdi ama bu olmadı, Bulgarlar bu nimeti kendilerine sakladılar. 2001 yılına kadar Türkler az sayıda temsilciyle ancak meclise girebildiler. II.Simeyon hükümetinde bakanlarımız oldu.
2005-2005 döneminde Başbakan Yardımcımız görev aldı ve Bulgar siyasi çevresinin iplerin içerenler değişmemiş olsaydı, HÖH-DPS partisi belki de birkaç hamle sonra Başbakan çıkarabilecekti.
Bu gelişmenin güç kaynağı Türklerin dikey kültürlü bir millet olmasından ve Güneşin her sabah Türkiye üzerinden doğmasıydı.
Ne yazık ki 2009’dan sonra Bulgaristan’da siyasi durum çok değişti. Bugün Cumhurbaşkanı Hava Kuvvetlerinden General, yürütmenin başı polisten General, meclis dış siyaset komisyonu başkanı da Amiraldir.
Bulgaristan bir NATO ülkesi olmasına rağmen, azınlıklardan subay yoktur.
Yeni Bulgar tarihinin 112. Yılında, Bulgaristan’da ve Doğu Avrupa ülkelerinde rejim değişikliği oldu. Bu değişiklik Bulgaristan’da yüzeysel kaldı. Ülke çöküş yaşadı. Bulgaristan’da kurulan ilk Türk partisi, son 30 yılın belirli bir döneminde Türklere devlet siyasetinde bir pay talep edeceğine, ulusal siyasette denge unsuru rolü görmeyi seçti, genel siyaseten sadece kişisel pay elde etmekle yetindi, dolayısıyla Türk azınlığın dertlerini çoktan unutulmuştu. Türklerin haksız ve siyasetten uzak bırakılmasını belirleyen ve ayakta tutan zamanını doldurmuş belgeleri maalesef yırtamadık.
Bu durumda Hak ve Özgürlük Hareketinin içinden gelen baskılar 30 yılda 7 defa parçalanmaya neden oldu.
Kim ve niçin parçalandık hala belli olmadı, çünkü arkada şeytani aklı göremedik. HÖH’ten kopan güçleri 4 defa HÖH Genel Başkan Yardımcısı ve son defa da bizzat Lütfi Mestan şahsında Genel Başkan tarafından yönetildi. İkinci bir Türk partisine hayat hakkı, meclise girme fırsatı tanınmadı, hep engel olundu. Bu partilerin Bulgaristan Müslümanlarına hangi konularda yardımda bulunduğunu söylemekte güçlük çekiyorum.
Lütfi Mestan, eski başbakan Ahmet Davutoğulu ve Bulgaristan’ı tanımayan sadece turistik olarak gelen gezen Aziz Babuçu’nun oltasına takılmıştı. Bunların hepsinin yem olduğunu ve kimin o yemi bıraktığını öğrenmemiz için ille de 20 sene mi geçmesi gerekir. Maalesef burada çok profesyonelce yönetildik ve Bulgaristan STK’larının da burada günahları çoktur. Bunu öğrenmemiz bizlere Bulgaristan’da HÖH’ün muhalefet kadroları bitirtildi ve bir nesil yok olmasına mal olduğunu düşünüyorum.
Ayrıca Bulgaristan karma bölgelerinde hayvancılık geliştirmek için 1 280 000 000 Avro yatırım yapılacağı balonu salındı ve uçmadan balon patladı.
HÖH partisi ise Bulgaristan Müslümanlarının geçim kaynaklarını yok etmiş ve yerine bir şey koymamış, yeni hedef ve yön de göstermemişti. Fakat felaket kuyusu kazılırken partinin başındaki kişi Lütfi Mestan, kurbana dua okuyan da, onun en yakın dostu, ekmek teknemizi kıran Delyan Peevski idi. Manevi ve kültürel alanda totalitarizm döneminden kalan durgunluğun korunmasına, Müslümanlar için derinleşmesine ve yer yer sertleşmesine suskun kaldı. Bunlar “Bulgar Etnik Modeli” asimilasyon siyasetinin yeni bir biçimiydi. Her şeye rağmen Türk partilerinin kapanması, dağılması ya da yasaklanması Bulgaristan Müslümanları için büyük bir kayıp olur. Bulgar milliyetçiliğini kükretir. Bunun için Azınlıklara tek yol kaldı o da bağımsız adaylarla bu parlamento duvarlarını aşmalıyız.
Cevap Rafet ULUTÜRK; Üçüncü Bulgar devleti tarihinde Bulgaristan Müslümanları 1913 seçimlerinde Radoslavov’un Liberal Partisine, 1919’da Aleksandır Stanboliyski’nin Çiftçi Partisi’ne ve 1944’ten sonra Vatan Cepgesi’ne, Bulgaristan Halk Çiftçi Partisine, Komünist Partisi’ne ve 2017 genel seçimlerinde de GERB partisine oy verdiler.
Bu siyasi partilerin hiç birisinde kurucu Türk veya Başkan Yardımcısı Müslüman yoktu. Bu siyasi adımların hepsi bilinçli atılmıştır.
Radoslavov liberallerine oy vermekle, Pomaklar Türk isimlerini, İslam dininde ibadet haklarını, medrese, cami ve mescitlerini, mezarlıklarını, İslam geleneklerine göre yaşama hakkını geri aldılar.
1919’da Aleksandır Stanboliyski’ye oy veren Türkler tarım reformunu, kooperatifleşmeyi, tarımın makineleşmesini ve yeni üretim ilişkilerini desteklediler ve ekonomik kalkınmadan yana tavır aldılar.
1944’ten sonra Türkler Vatan Cephesi hükümetlerini, 1946 referandumuna katılarak monarşiden kurtulup Cumhuriyeti desteklemekle aslında faşizm zincirlerini kırıp özgürlüklere el atmıştır.
Bulgar Çiftçi Partisi 1923’te iktidardan düşürülüp ezilmiş olsa da 1944 yılına 760 bin üye ile girmiş ve tarımda dönüşümlere kucak açmaya hazırlandı ve Türklerle birlik olmada gelenekleri vardı.
1945’te Moskova’ya bağlı bir grup silahlı komünistin İşçi Partisi olan komünist partisi, ülkenin tek döviz kaynağı olan tütün üretimi geleneğinin Türklerin elinde olduğunu bildiğinden dolayı, onları sosyalizm davasına kazanmaya önem veriyordu.
1951’de Stalin’in baskısıyla 250 bin Türkün göçe zorlanmasına Başbakan Vılko Çervenkov ve İç İşleri Bakanı Anton Yugov karşı çıkmıştır.
Bu gelişmeler büyük sayıda Türkün İşçi Partisi’ne dolayısıyla Komünist Partisine geçmesine neden olmuştur.
1952-1958 yılları arasında Türklerin kültürel otonomi haklarının tanınması bu yakınlaşmayı güçlendirmiştir.
1989’a kadar Türklerin politik partisi yoktu. Oylarını Çiftçi partisine ve BKP’ye verdiler.
1971 Anayasası da 1946 anayasası gibi halk oylamasıyla kabul edilmişti.
Son 30 yılda Bulgaristan Türkleri ve soydaşlar oylarını başlıca HÖH partisine verirken, 1992’de tarımın talancı özelleştirilmesinden ve 1997’den sonra devlet endüstrinin de haydutça paylaşılmasından sonra, 2001’de yapılan seçimlerde, yolsuzluklardan hesap sorulması sloganını yükselten aşırı sol parti “Ataka” oyların %2’sini almıştı.
2017 genel seçimlerinde GERB partisini özellikle Deliorman’da ve Güney Doğu Rodoplar’da 14 köy muhtarlığını kazanması nedenleri farklıdır.
HÖH partisinin gerçekleştiremediği sosyal ve ekonomik istekleri, Başbakan Borisov’un amaca yönelik yatırımlarla çözmüştü.
HÖH partisinin Türk seçmenin seçim özgürlüğünü kısıtlayan seçimlerde tercihli oy kullanma özelliğini bir parti kararıyla kabul etmemesi ve Razgrat milletvekili Güney Hüsmen’in partiden atılmasına tepkiydi.
2021 gelen seçimlerinden önce “Evet, Bulgaristan!”, “Demokratik Bulgaristan”, “Var Böyle Bir Halk!”, “Cumhuriyetçi Bulgaristan”, “Diril Bulgaristan” vb partilerin hiç birinde Başkan, eş başkan ya da Başkan Yardımcısı Türk yoktur. Sadece Pomak genç aydınlardan Mustafa Emin “Evet Bulgaristan” partisinin kurucularından biridir. Ayrıca Cumhuriyetçi Bulgaristan partisinde de Pomak Filibeli iş adamı Kemal TİNEV de kurucuların arasındadır. Bu yeni partilerden ikisi – “Evet Bulgaristan” ile “ Cumhuriyetçi Bulgaristan” partileri azınlıklarla çalışmaya açık olduklarını açıklarken ve ilk adım olarak seçim konuşmalarının Türkçe yapılması isteklerimizi destekleyeceklerini açıklamış bulunuyorlar. Bulgar kamuoyu, seçimlerde Türklerin Bulgar partilerine oy vermesini kabul ediyor, fakat Türkleri mecliste ve milli politika kurumlarında kabul etmiyor. Peki, Türk kamuoyu Bulgarların Türk partilerine oy vermesini kabul ediyor mu? Soran yok tabi ki.
Bu bir süreçtir adım adım ilerlerken uzman düzeyinde Türk kadrolar yetiştirmek de bizim ödevimiz olmalıdır.
Cevap Rafet ULUTÜRK; 1990’dan sonra Bulgaristan’da 5.Cumhurbaşkanı seçildi. Türk seçmen bunların hepsine katıldı ve her defasında ikinci turda seçilen adaya oy verdiler. Yani Türklerin oyu alınmadan Cumhurbaşkanı seçilen bu güne kadar olmadı. Sadece 2011 seçimlerinde HÖH oyları ile seçilmeyen Cumhurbaşkanı Sayın Plevneliev olmuştu. A.DOĞAN seçim sonrası bizim kaybımız 50.000 oy demişti. Bu oyları da ilk turda alan İlk Türk Cumhurbaşkanı Sali ŞABAN olmuştu. Yani yine Türk oyları ile seçilmiştir. Bu oylama her defasında HÖH yönetiminin çağrısına uyularak yapıldı. Bir olayın ciddi tepki uyandırmadan 5 defa tekrara etmesi, oyunu veren seçmen kitlesinin uyanamadığına, birilerine inanarak, bilinçsiz ve sürü duygusuyla hareket ettiğine de kanıttır.
Bu sonuçtansa, olayı örgütleyenlerin Türk seçmen ve özellikle azınlık oylarını, devlet düzeyinde imtiyazlar ve kişisel menfaatler için sattıklarına işarettir. Son seçimlerden sonra HÖH lideri Ahmet Doğa, milletvekili Delyan Peevski gibi resmi görevleri açısından devlet yönetim sistemi dışında bulunan kişilerin milyonlarca leva para harcanarak korunması gibi örneklerde olaylar büyüteç altına alındı ve tepki uyandırdı.
2016’da Türklerin oylarıyla seçilen Cumhurbaşkanı Rumen Radev’in Eylül 2020’de HÖH yönetimi tarafından istifasının istenmesi anlamlıdır.
Ayrıca yine bu yıl elektrik faturalarına eklenen “soğuk rezerv” ödemeleriyle toplanan 46 milyon levanın Ahmet Doğan’a verilmesi, Varna Isı Elektrik Santralı ortaklığının birkaç bin levaya yine Ahmet Doğan’a aktarılması, Türk seçmen oylarının parti yönetimi tarafından değişik oylamalardan önce satıldığına kanıt oldu.
Bu oylamalar ABD’den çok pahalıya savaş uçakları alma, “Belene” NES masrafları, polis maaşlarına zam üstüne zam yapma, baraj sularının boşaltılması, AB fon paralarının yoksullara ve küçük ölçekli üreticilere ulaşmaması, tarım üreticilerine paraların adaletsizce dağıtılması vb gibi örneklerde aslında kendini gösteriyor. Cumhurbaşkanlarının bu konularda susması, azınlık sorunlarına el atmaması ve milli birlik ve beraberlik sağlamaya çalışmaması dikkat çekicidir. Bulgaristan’da hiçbir defa Türk Cumhurbaşkanı Yardımcısı adayı olmamıştır. Bu hiçbir zaman da gündeme getirilmemiştir, burada Türklerin siyasi konularda ne kadar anladıklarını da sanırım anlatmaktadır. Cumhurbaşkanı Etnik azınlık sorunları danışmanı da her defasında bir Bulgar vatandaş seçilmiştir.
Cevap Rafet ULUTÜRK; Osmanlı devletinde milli uyanış ümmet çatlamasından, aynı olayların farklı öykülenmesinden, anlam değiştirmesinden, ufuk seçeneği belirmesinden doğmuştur.
19. ve 20. Yüzyılın en önemli olaylarından biri Osmanlı düşmanlığının Türk düşmanlığına dönüştürülerek çarpıtılması ve “Türk düşmanıyım” diyenin Batı’dan ve Doğu’dan destek ve himaye bulmasıdır.
1820’de Ege adalarında 15 bin Türk çiftçinin Yunan asiler tarafından katledilmesinden sonra İngilizlerin suçlulara kol kanat açması; Osmanlı’da açılan Amerikan kolejleri, Rusya Çarı’nın burslu yetiştirdiği Bulgar gençler, Belgrat’ta açılan “Legya” askeri eğitim merkezi, Romanya’daki komita yerleşkeleri bunların hepsi Türk düşmanlığı kuluçkalarıdır. Bulgar milliyetçiliğinin enkübasyon devri yaklaşık bir asır sürmüş ve İngiliz emperyalizmi ve Rusya imparatorluğu tarafından kışkırtılmış ve her tür maddi ve manevi desteklenmiştir. Nedeni Bulgaristan topraklarının Osmanlı devleti başkenti İstanbul’a yakın olmasıdır.
Şöyle ki 19. Yüzyılın 2. yarısında Bulgar komitalarının hepsi Rusya askeri istihbaratının maaşlı görevlileri oldu da artık gün yüzüne çıkmıştır.
Tuna’yı geçip Bulgaristan’da tüfek patlatan haydutların hepsinin zinciri elinde tutan Rusya göndermiştir. Bulgaristan’da bir arada yaşayan Türk ve Bulgarlar huzur içinde iyi komşuluk, yardımlaşma ve işbirliği örnekleri vermiştir. Bu ikisinin arasında tarih kitaplarına geçmiş hiçbir olay yoktur. Amma zincirli Rusya’da olan Bulgarlara organize edilen olaylar çoktur. Bulgar dilindeki en değerli sözlerden biri “komşu” dur.
Bulgar literatüründe “Osmanlı, Müslüman ve Türk” kavramlarının aynı anlamı taşıyan sinonim olarak kullanılması ve Osmanlı tarihinin son döneminde Batı devletlerinde kasıtlı olarak geliştirilen kötüleyici, küçük düşüren, alaycı ve lanetleyen simgelemenin Bulgaristan’a taşındığında yerli Türklere yüklenmesinden Türk ve Müslüman düşmanlığı doğmuştur. Bu ayrımcı ve gurur kıran eğilim Rus askeri istihbaratının Odesa’da İvan Vazov gibi Bulgar aydınlara para ödeyerek yazdırdığı şiir, destan ve “Esaret Altında” gibi romanlarla alevlenmiş, okul kitaplarına girmiş ve artık 6 kuşan öğrencilerin hafızasına zehir olarak akıtılıyor.
Monarşi ve totalitarizm yıllarında bir devlet politikası olan Türk ve Türkiye düşmanlığı, Alman faşizmi ve Moskova ve “Varşova Paktı” tarafından da desteklenmiş, yıllarca bir NATO üyesi olan Türkiye’ye karşı silahlanan Bulgaristan, 1984’te aynı silahları ve askeri birlikleri Bulgaristan’daki Türklere ve Türk köylerine çevirmiştir.
Bir iç savaş olarak gelişen bu ırkçı saldırı, 1882 -1944 yılları arasında Osmanlı maddi kalıtının sökülüp değiştirilmesinden, 1944-1990 döneminde okulların, okuma evleri ve kütüphanelerin devletleştirilmesi, Türkçe öğretimle birlikte ve kuran kursları ve medrese eğitiminin yasaklanmasının ardından Türk kimliğinin sökülmesi ve zorla Bulgarlaştırma sürecine dönmüştür.
Bu gelişmeler, Bulgaristan’da Türklerle Bulgarların arasını derin açmış, göç etmeyen Türkler isimleri ve din haklarıyla “Türk gibi yaşamaya yasaklı kale” içinde kalmışlardır.
İşte böyle bir sosyal ve kültürel ortamda Türklerle Bulgarların, Müslümanlarla Hıristiyanların yeniden kişisel dostluklar, iyi komşuluk ve öteki eski ilişkileri yeniden geliştirip güçlendirebilmeleri yolları henüz açılamamıştır. Bulgar kamuoyu ve devlet ruhu da azınlıklara mensup kimsenin yaşamadığı bir Bulgaristan hayal ettiği için yakınlaşma ve kaynaşma ufku olmayan bir perspektife ya da kuru bir ağaca işaret ediyor. Bu perspektife engel olan bir de Bulgaristan devletinin Avrupa Birliği değerlerini, yasaların üstünlüğünü, insan hakları ve azınlık hakları, kişinin kendi kimliğini kendisinin belirlemesi ve çocukların ana dillerinde eğitim görmesi gibi temel hakları uygulamayı kabul etmemesi belirleyici oluyor.
1990’dan sonra, kökleri 1920-1930’lara uzanan Bulgar faşist ve Nazi mayalanmasının, Avrupa Konseyi’nin tanımıyla “faşist” partiler olarak yeniden belirmesi ve VMRO – İç Makedon Devrim hareketi; NDSB – Bulgaristan’ı Kurtarma Hareketi ve “Ataka” partisi olarak “Yurtsever Cephede” birleşerek 2017’de hükümete tırmanmaları milliyetçiliği kükretti. Yakınlaşmanın, dostlukların ve yardımlaşmanın yeniden serpilip açması için öncelikle azınlıkların bireysel ve kolektif haklarının tanındığı, sivil toplum örgütlerinin yeni siyasi kokuyu oluşturduğu, politik partilere devlet yardımlarının kesildiği, çok kültürlü bir Bulgaristan’da adil ve demokratik yaşamın yasallaşması gerekir. Hayatın özünde özgür kişiler ve topluluklar daha güzel bir hayatı belirlemede birleşmelidir.
Bugünkü toplumsal yapı bu yolların hepsini kapamıştır.
Cevap Rafet ULUTÜRK; Milliyetler ve milliyetçilik dikenlerinin büyüdüğü 20. Yüzyılda varoluş anlayışı İnsanı İnsanoğlunu yola düşen bir nimet, göle atılan bir taş gibi görse de, biz Bulgaristanlı Türkler için insan yaşadığı toplumun ürünüdür.
İnsan doğmakla hata işlemiştir sayılmaz.
İnsan dünyaya hata işleme üzere de gelmemiştir.
Bu Bulgarlar ve Türkler için de geçerlidir. Türkü Türk yapan toplumun ona yüklediği kimlik ve bilinçtir, bu Bulgar için de geçerlidir. İnsan taşıdığı toplumsal sorumlulukları kadar Türk ya da Bulgar’dır.
İnsan soyu topu, anası babası, ailesi, içinde yaşadığı toplum, devlet önünde sorumludur. Bu sorumluluk aile ve toplum ahlakı, anaya ve yasalarla ve devletin özel kurallarıyla belirlenmiştir.
Bir insan sorumlu olduğu kadar büyük insandır.
İşte bu noktada biz Türklerin ve Bulgarların hatalarından, eksiklerinden ve artılarından söz edebilmek için ortak değerler ve ortak sorumluluklar sistemi oluşturmalıyız. Bunu yapabilmemiz için milli menfaatlerin, ulusal güvenliğin, çok milletli ve çok kimlikli bir toplumsal ortamda kişisel kimliğin tanımını bilmeliyiz. Anayasası ve yasası olan bir ülkede yukarıdaki tanımlar yoksa ortak değerlerin kıstasları belirlenemez, dolayısıyla bir şeyin hata, artı ya da eksik olduğu belirlenemez.
Bulgaristan’da tarihsel toplum değerlerinden, çok kültürlü toplumda beraberlik kıstaslarından süzülen bir toplum sözleşmesi imzalanamadı. Bu yönde ilk adım atılacak olsa bile, Türkler başta olmak üzere azınlık temsilcileri yuvarlak masaya davet edilmiyor.
1990’da da Türklerin yeni anayasanın siyasi ilkelerinin belirlendiği yuvarlak masaya davet edilmedi. Anayasada totalitarizm suçlularından ve güya “soya dönüş” katillerinden hesap sorulur, gizli ajanlar, muhbirler ve ihbarcılar yeni toplum düzeninde ve devlette sorunlu görev alamaz ilkeleri konmadığı için, ne suçlular yargılandı, ne de gizli polis devletten söküldü! Her olgunun 2 yüzü vardır, Bulgar toplumu gerçek yüzü görmek, suyun aynasına bakmak istemediğinden dolayı, hakikat ve adalet konuları karanlıktır ve farklılıklar eksiklik olarak görülen bir toplumda adaletten söz edilemez… Bulgarların kendine baktıkları ayna Gabrovo’da (Humor i satıra) müzesinde olan aynalar gibidir. Her türlü kendini görebilirsin ama gerçek halini göremezsiniz… Bulgarların gerçekleri bunlar.
Cevap Rafet ULUTÜRK; Bulgarların tarihinde her zaman değişim vardır. Bilmedikleri ise şeklin değişmesiyle öz değişmez. Önce “Güney Akım”, ardından “Türk Akım” daha sonra da “Balkan Akım” olarak değiştirilmesiyle Türkiye’den başlayarak bir sürü Balkan Yarımadası ülkesinden geçerek Avrupa’nın merkezine uzanan bu doğal gaz boru hattının hak ettiği ve işlevini yansıtan gerçek adını bulduğu kanısındayım.
Cevap Rafet ULUTÜRK; Avrupa Birliği 21.Yüzyılda kendi kıtasal sömürge sistemini kurdu, fakat artık çalıştıramıyor. Merkez ve kenar ülkeler, Doğu ve Batı ülkeleri olarak parçalanmış, özünü kemiren yolsuzluklara dayanamayan İngiltere “brekzit” dedi ve ayrıldı. Önümüzde İtalya bunu izler ve en ilginç olanı da Türkiye’nin oluşturacağı birliğime katılmak ister diye düşünüyoruz. Avrupa Birliği bir adalet merceği değildir, aldığı kararlardan hiç birini de uygulayamamıştır. Uygularım dese, dayanacağı güç NATO’dur. Eski kıtada en büyük ve en güçlü ordu Türkiye silahlı kuvvetleridir. Yunanistan’ın Türkiye’ye saldırabilmesi için ise, NATO karargâhından ve ABD’den izin alması gerekir. Yunanistan açsa bile desteklemez. Avrupa Birliği’nin iplerini çeken Almanya Türkiye’ye savaş aç(a)maz, o da ancak Türkiye’ye katılır, Akdeniz’de sınırları belirleyen dalgalardır. Artık Akdeniz Dalgaları da Türkiye’ye akacaktır. Türkiye tüm dalgaları önüne kattı Suriye, İrak, Libiya bunların hepsi Akdeniz de rahat gemi gezdirebilmek içindi. Burada tek güç var o da Türkiye Cumhuriyetidir bunu da sahalarda bileği ile göstermiştir.
Cevap Rafet ULUTÜRK; Bulgaristan’da 4 AB üssü tesis edildi. Bunlara bağlı olarak askeri atış alanları, lojmanlar, depolar ve sağlık, sayfiye ve turistik merkezler de kuruluyor. Varna ve Burgaz limanlarında askeri deniz üsleri ve denizaltı hangarı inşa edilmesi için de hazırlıklar görülüyor. En büyük füze savunma üssü Kavarna’da, en büyük kapasiteli askeri hava üssü Plovdiv’e bağlı “İganovo” hava alanında en büyük mühimmat depoları da Burgaz’ın Aytos dağlarındadır. ABD’de Kasım da yapılacak seçim sonrası devam edebilir mi o pek belli değil işte…
Cevap Rafet ULUTÜRK; Bulgaristan totalitarizmi dışardan aldı. Hitlerin totaliter devleti Alman savcılığı ile Alman Nasyonal Sosyalist Partisinin kaynaşmasından doğmuştur. Stalin, Sovyet Birliği Komünist Partisi ile Savcılık ve KGB’yi birleştirerek totaliter Sovyet devleti kurmuştu. Totalitarizm Bulgaristan’a dışarıdan geldi ve 1971’den sonra Komünist Partisi BKP, savcılık ve gizli polis (DS) gücünün kaynaşmasından oluştu. Bu devletin her birinde totaliter yönetimin yıkılmasının nelere mal olduğunu dünya bilir.
Şimdi Bulgaristan’da meydana gelen Başbakan Boyko Borisov’un Başkanı olduğu GERB partisi, Başbakanı olduğu hükümet ve Başbakan İvan Geşev olan Başsavcılığın kaynaştığını ve totaliter bir yapılanma görüyoruz. İv. Geşev, B. Borisov’la birlikte diktatör Todor Jivkov’un yakın korumalığını yapmış kişilerdir. Bulgaristan’da ordu olmadığından, en güçlü kolluk kuvvet 72 bin polis, jandarma ve itfaiye görevlilerinde oluşur.
Parlamenter demokrasi olan Bulgaristan’da totalitarizm suçlularını koruyan, 15 bankanın çökmesini, 1 500 sanayi işletmesinin hurdaya kesilip satılmasını, Avrupa Birliğinden gelen paraların talan edilişini görmezden gelen, adalet mezarını kazan devlet gücü Başsavcılıktır. Başsavcılığın Türklerin davalarının bakılmasına engel olan politik güç Hak ve Özgürlük Partisi (HÖH) politik elitinden, Mültigrup varisi Delyan Peevski ve partinin “fahri başkan”ı Ahmet Doğan’dır.
Sokak direnişlerine katılanlar ve siyasi muhalefet, avukatlar, yargıçlar ve aydınlar Hükümetin istifa etmesinde, meclisin dağılmasında ve Başsavcı Geşev’in hemen istifa etmesinde ve Başsavcılık kurumunun kaldırılmasında ısrar ederken, HÖH partisi Borisov hükümetinin dağılmasından ve Cumhurbaşkanı Rumen Radev’in istifa etmesini istedi, fakat Başsavcılığa dokunmadı. Bulgaristan’da adaletsizliğin düğümü Başsavcılıksa ardındaki devlet güzü gizli polis ve siyasi güç de HÖH yönetiminden Peevsk-Doğan ikilisidir. Bu düğüm kesilmeden Bulgaristan’da adalet düşünülemez, hukuk üstünlüğüne geçilemez, insan hak ve özgürlükleri savunulamaz.
2021’de Bulgar totalitarizminin başı ezilecekse, Başsavcı Geşev, HÖH partisi elitinden Doğan ve Peevski ile, Başbakan Borisov’un bileklerine kelepçe takmadan bu olanaklı ol(a)maz. Yalnız Ahmet değil, bu dört ismin de zamanı dolmuştur.
Cevap Rafet ULUTÜRK; Seçimlerden 5 ay önce bu konuda kesin tahminde bulunmak bu defa oldukça zor. Bir defa, seçmenin görüş değiştirmesini önlemek için daha şimdiden kesenin ağızını açmışlar. Azar azar da olsa emekli maaşlarına, asgari ücrete, sosyal yardımlara, öğrencili ailelere yardımlar yapılıyor. Devlet görevlilerine %30 zam, öğretmen maaşlarına %100 zam, polislere 2 senede 3. zam yapan Borisov hükümeti birinci parti olamazsa yepyeni bir siyasi durum oluşabilir, çünkü anketlerden çıkan sonuçlarda meclise girecek gibi görünen partilerden hepsi GERB ile hükümet ortaklığına gitmemekte yeminlidir.
4 sene önce GERB partisine oy veren Türklere verilen vaatler yerine getirilmedi. Seçim öncesi Borisov, 9 Bakan Yardımcısı Türk olacak demişti, sözünde durmadı. “Cumhuriyetçi Bulgaristan” ile “Evet, Bulgaristan” partisi Türklerle çalışmak istiyor. Fakat şimdilik imzalanmış bir sözleşme yok. HÖH partisinden sökülme devam ediyor. Lütfi Mestan’ın DOST partisi ile HŞHP de henüz meydana çıkmadılar. Kesin atılıma hazırlıklar henüz tamamlanmış değildir. Bu gün bakıldığında Mart 2021 seçimlerinden hükümet çıkmaz gibi görünmektedir. Yani seçimler Mayısta tekrar yenilenebilir.
Cevap Rafet ULUTÜRK; Sofya’da 100 gündür devam eden protesto eylemlerinin 2 yıl önce patlaması bekleniyordu. Usulsüzlükler, yolsuzluklar, rüşvet ve dalavere olaylarına birikim patladı. Başbakan Borisov’un yatak odasında fotoğraflanan Avro, altın külçeler v.s vesile oldu. İkinci vesile de Burgaz iline bağlı Rus LUKOYL şirketinin ham petrol ve mazot depolarının bulunduğu “Rosenets” körfezindeki, yasa dışı ve tamamen izinsiz genişletilen Ahmet Doğan deniz köşkünün kamu kumsalını kapatması ve körfeze uzattığı dalga kıranlar, yat limanı ve seralar oldu. Devlet ve kamu malına sahip çıkıyoruz hareketi polisle çatışmalı gelişirken büyük sayıda taraftar topladı ve Sofya’ya taşındı.
Sofya’da 140 bin genci ve memleketin büyük kentlerinde de 100 bin protestocuyu hareketlendiren yeni dalganın hala lideri yok. Program da açıklanmadı. Sofya’da orta katmanı da sokağa çıkarak bu direnişlerin bir kanadını “Evet Bulgaristan” partisi lideri Hristo İvanov yönetiyor.
Her akşam işten çıkanların toplandığı Bakanlar Kurulu ve Meclis meydanında binaların camları ve kapıları yumurta ve domatesle taşlanıyor. 30 yıldan beri ilk kez, HÖH merkezi de yuhalandı ve yumurta sarısıyla yıkandı. Sebebi, HÖH bildirinde Başsavcı Geşev’ın korumaya alınmasıdır.
Göstericilerin istifa, erken seçim ve yeni anayasa istekleri Avrupa Parlamentosuna taşındı. AB meclisi ve Avrupa Konseyi göstericilerin eylemlerine destek olurken, hukukun üstünlüğünü, insan haklarına uyulmasını, Başsavcının meclise rapor vermesini, adalet reformu yapılması ve yolsuzlukların ve rüşvet olaylarının denetleneceğini duyurdu.
Bu bir aydınlar ayaklanmasıdır. Ülkenin yönetilemediğini görenlerin isyanıdır. Başbakanlık, meclis ve Cumhurbaşkanlığı gibi devlet kurumları arasında diyaloğun kesilmesine tepkidir. Polisin protestocuların üzerine sürülmesine kınama ve lanetlemedir. Bulgaristan’ın altyapı ve üstyapı olarak çöküşüne seyirci kalmak istemeyenlerin yönetimi ele alma kalkışmasıdır. 4 aydan beri sokak ve devlet kurumları arasında diyalog kurulup görüşmelere başlanamaması ise, çelişkilerin derinliğini, ilişkilerin tamamen kopmuş olduğunu ve mutlaka seçime gidilmesi gerektiğini her gün kanıtlıyor.
Azınlıkların, bu arada Türklerin gösterilerden uzak kalması, Bulgar hareketlenmesine inanmadıklarını, bir şeyler olsa bile Türkler payına bir şeyler düşmez görüşünün ağır bastığına delildir. Oluşan kaosun 2021 Kasımında düzenlenecek Cumhurbaşkanlığı seçimine kadar süreceğini öngörenler haklı olabilir.
Cevap Rafet ULUTÜRK; Olanaklar açılsa bu seçimlerde bağımsız adayların şansı var gibi gözüküyor. Bulgarların seçim yasası sert, yanlı, taraflı ve hileli…
Posta ile oy kullanmaya memleket içinde hak var, dış ülkelerdeki vatandaşlara bu hak yine tanınmıyor. Türkiye’de oy kullanma hakkı olan ve oy kullanmak isteyen 820 bin soydaşımız var. Hepsini sınırdan çıkarsak, 17 000 civarında otobüs göndermemiz gerek. Bunların sınırdan geçmesi 10 gün sürer, 10 gün de dönüş!
Türkiye’deki sandık sayıları ise yetersiz. Türkiye’deki potansiyelimiz 40 milletvekilliktir. Posta ile oy kullanalım diye direnmemiz bundandır.
Batı Avrupa ülkelerinde de olanaklar sınırlı. Seçmenler çok dağınık.
Şu korona virüs sınırlamaları yürürlükte kalırsa, tahminde bulunmak çok zor olacak. Müslümanlar olarak 70 milletvekili çıkarabiliriz ve ikinci parti olabiliriz. Fakat imkânlar! Şu an aşamadığımız duvar seçim yasası. 2 Bulgar partisi ile de seçime ortak katılma temaslarımız sürüyor.
Cumhurbaşkanı seçimine ise daha 1 yıl var. Kısmetse bu seçimde yine bir ilk yaparak Cumhurbaşkanı Yardımcısı adayımız olacak inşallah…
Cevap Rafet ULUTÜRK; Yıllar sonra anlayabildiğimiz üzere, Bulgar polisinin yetiştirdiği muhbir Ahmet Doğan bundan 30 yıl önce, kişisel dokunulmazlık, menfaatler, yasalar üstü yaşamak gibi istekler karşılığı hepimizi satmıştır. Üstelik Doğan Bulgaristan Müslümanlarının oylarıyla seçilen milletvekillerinin oylarıyla istediği şekilde kullanmaktadır.
Kah iktidarın programlarına, kah muhalefetin önerine oy veren HÖH mebusları, Bulgaristan Müslümanlarının sorunlarını hiçbir zaman meclise taşımamaktadır. Türkler seçimden seçime kandırılmakta ve oyları tutmayan politik hesaplara alet edilmektedir. Türklere karşı adaletli davranmanın anlamı, hak arama, demokrasi ve özgürleşme yolunu açmaktan geçer. Bulgaristan’da mahkemelerin çalışmadığını en iyi bilen Türklerdir.
Cevap Rafet ULUTÜRK; Bulgaristan’da 2021 Mart seçimlerini tek başına hiçbir parti kazanamaz. Bu gün itibarı ile GERB ve BSP 60’ar milletvekiliyle baş başa kalırsa, arkalarına “Cumhuriyetçi Bulgaristan”, “Var, Böyle bir Halk”, “evet Bulgaristan” partisi ve ardından HÖH dizilebilir. Hükümet kurulamaz ve seçim yenilenir yani seçim tekrar yapılır. Bu arada yeni partileri aralık ayında görmek gerekir…
Cevap Rafet ULUTÜRK; HÖH partisi 2017’de aldığı oyları yeniden alsa bile, halkın gözünden düşmüştür. Bulgaristan’da Türk kimliğini ispatlamak için inadına HÖH partisine oy veren bir zümre var. Bir şeyler olsun diye 30 yıl bekleyenlerin yüreği kara olmuş ve beklemeye alışmış olanlar oylarını yine HÖH bültenine kullanacaklardır. Bu gün itibarı ile alternatif bir Türk partisi yoktur. HÖH’ten ayrılanlar geri dönmüyor. GERB’e oy verenler de yeni bir parti seçecekler. Seçim çalışmaları 1 Şubat 2021’de başlayacak. Seçim programları artık tartışmaya açılıyor. Yeni mecliste politik partiler dışında güçlü bağımsızlar grubu oluşabilir. Bu seçimlerde bağımsızların önü açılmalıdır ve bu bağımsız adaylar sadece Bulgar Parlamentosunu değil Bulgaristan’ı da değiştirebilirler. Çünkü Bulgaristan’da partilere güven kalmamıştır. Bulgaristan’ı daha çok Bulgaristan dışında yaşayanlarda umut olduğu görünmektedir.
Cevap Rafet ULUTÜRK; Kırca Ali Güney Doğu Rodoplar’ın başkentidir. Bir il merkezidir. Sanayi şehridir. Türklüğün kalesidir. 1950’lerde Türk Pedagoji Okulu Kırca Ali şehrindeydi. 1990’dan sonra Plovdiv “Payisiy Hilendarskı” Üniversitesinin Türkçe Öğretmenleri Fakültesi de buradaydı. Bulgaristan’da Türk aydınların en kalabalık olduğu şehir Kırca Ali’dir. Aynı zamanda 1985’te isim ve din değiştirme zulmüne karşı en sert direnişin verildiği, Bulgar milliyetçiliği ile Türk Müslüman kimliği öncülerinin 1990 ocağında isimlerin iade edilmesine karşı direnişlerde yüzleştiği yerdir. 1990’dan sonra en fazla Türk Milletvekili Kıca Ali seçim sandıklarından çıkmıştır.
İktidar partisi başkan yardımcısı ve meclis başkan yardımcısı Tsveta Karayançeva ile sosyalist parti meclis sözcüsü Simov da Kırca Ali milletvekilidir. Son 20 yılda Kırca Ali Belediye Başkanı HÖH Başkan Yardımcısı müh. Hasan Aziz’dir. Arda nehrinin iki yakasına yerleşmiş bu şirin şehir aynı zamanda Bulgaristan Türklerinin de kültür merkezidir.
Cevap Rafet ULUTÜRK; Yukarıda dediğim gibi, 2014 seçimlerinde Deliorman Türk kalesi İsperih (Kemaller) belediyesinden HÖH fahri Başkanı Doğan’ın gösterdiği aday değil, seçmen aday işaretleme usulünden yararlanarak yerli Güney Hüsmen’i Sofya meclisine gönderdi. Bu. HÖH yönetimine başkaldırı anlamında ve meclis sandalyelerini satan HÖH liderine bir şamar niteliğinde, yeni bir bilinçlenme düzeyine ulaşıldığına işaretti. G. Hüsmen HÖH meclis grubundan çıkarıldı ve sonra partiden de atıldı ve GERB partisine geçti ve şimdi Razgrad Valisi seçildi. Bu olay ardından Dobruca ve Deliorman’da 150 bin oyu GERB sandığına akıttı. Olay budur. Bu olay, Kuzey ve Güney bölünmesi anlamında değildir.
Cevap Rafet ULUTÜRK; Bu olay Ağustos sonunda Sofya’da yaşandı. Protestolar başlamıştı. GERB partisi ve başbakan, istifasını isteyenleri oyalarken, Sofya’da milli konferans topladı. Korona virüs yasaklarına uyularak forum açık havada yapıldı. Kürsüde konuşmacı olarak Razgrat Valisi ve İsperih Belediye başkanı da vardı. İkisi de kısa konuşma yaparak konferansı kutladılar. Borisov bu jestle, çok sıkışık günlerinde “Türkler benimle” demek istemiş olabilir…
Amma unuttuğu şey 2017’de seçim öncesi Türk Halkına verdiği “9 TÜRK BAKAN” olacak sözüydü
Cevap Rafet ULUTÜRK; Bulgar parti liderlerinin Türkleri görmezden geldiğini söylemek yanlış olur. Onlar Türklerin bu ülkenin ana dinamiği olduğunu biliyorlar. Ne var ki Bulgar kamuoyunda ve halkında Türklerden korku var. Kendilerini birçok konuda suçlu hissetmelerinden kaynaklanan bir korkudur bu. Yılların manipülasyonun açtığı bir yara. Hatırlıyorum bir defa Başbakan Birisov, “Türklerle işbirliği yapmak çok güzel, ama bir defa girdikleri yerden çıkmayı unutuyorlar, beraberliğimiz son defa 500 sene sürdü” demişti. Türklerin aktifliği de çok güçlü. Son isyana 72 bin kişinin katılmış olması ve T. Jivkov rejimini devirmesi, hatıralarda cap canlı. Kim ne derse desin, demokrasi dönemi hükümetlerinin 3’ünde Türklerin bulunması, Cumhurbaşkanlarının hepsinin Türklerin oylarıyla seçilmiş olması, kendi kendini anlatan olaylardır. Görmezlikten gelmeseler pişmanlık çekerler, o da var.
Cevap Rafet ULUTÜRK; “Cumhuriyetçi Bulgaristan” partisi başkanı Tsvetan Tsvetanov GERB partisini kuran, örgüt yapısını ören, başkan yardımcılığı ve meclis grubu başkanı görevlerinde bulunan deneyimli bir siyaset adamıdır. 2020 başında patlayan yolsuzluklar itilafında partiden ayrılmıştı. Yeni partiyi tescil ettirdi ve seçim hazırlıklarına başlamış bulunuyor. Ön tahminlere göre GERB partisi oylarının % 40’ına talep olan Tsvetanov, 500 bin oyla yanı 25-30 milletvekiliyle parlamentoya girmeye hazırlanıyor. Ayrıca Hristo İVANOV Evet Bulgaristan parti başkanıyla da temas hanindeler. Azınlıklar programı üzerinde görüşmelere başlamaya biz de hazırlanıyoruz.
Cevap Rafet ULUTÜRK; Bulgar devletinin derdi yalnız Türklerle değil bütün azınlıklarla. Sorun azınlık kimliğini değiştirmek ve dillerini yasaklamak, adetlerini unutturmak. Çingene müziğine düşmanlık aldı yürüdü. Azınlık kültürüne düşmanlık var. Tabii bu cepheleşmede Bulgarlar devletlerinin ardında yer alıyorlar. Özünde düşmanlık olan sahte politika halka gerçekmiş gibi dayatılıyor ve destek aranıyor ve birlik olmazsa hesaplaşma başlar korkusu saçılıyor.
Son dönemde Makedon kimliği, tarihi, dili, kültürü Bulgar dış ve iç siyasetinde ana konu oldu, Avrupa Parlamentosuna taşındı. Bir azınlığın kimliği tanınmadan temas ve diyalog da kesiliyor. Diyalog olmayan yerde kavga tek taraflı olur. Halen sadece birikim var ve azınlıklar çözümü sabırlı beklemeye devam ediyor.
Cevap Rafet ULUTÜRK; Bulgaristan’ın devlet yapısının Cumhurbaşkanlığı hükümet sistemini seçeceğini öngörüyoruz. Hükümette Dış Ülkelerdeki Bulgaristan Vatandaşları Bakanlığı kurulacağını ve Türkiye endüstri işletmelerinin Bulgaristan’a akacağını, Türkiye kültürünün Bulgaristan nüfusunda yeni ortak değerler oluşturacağını. Okulların özelleştirileceğini ve eğitim ve öğretimde dil sorunlarının böylece çözüleceğini, Bulgarlar Avrupa Birliği ülkelerine kaydıkça azınlıkların yerel yönetimleri bütünsel ele geçireceğini. Gelecekte Türkiye’nin et, sebze ve meyve ihtiyaçlarının karşılanmasında Bulgaristan tarımının çok önemli bir rol oynayacağını bu günden görüyoruz. Bulgaristan sanayi işletmelerinde üretim dili olarak Türk dilinin yerleşeceğini vs düşünüyorum.
Soru Kadir Canpolat: Bulgaristan parlamentosunun Türk Mezarlığı üzerinde olduğunu yazmıştınız bu doğru mu? Bunu başka bir yerde de bulamadım.
Cevap Rafet ULUTÜRK;
Eski bir Roma kültür merkezi olan “Serdika”, Osmanlı dönemini Sofya (bilgelik) ismiyle yaşamıştır. 1878’den önce Osmanlı’ya Beylerbeyliği de yapan şehirde 29 Türk Mahallesi, 39 cami, 4 büyük hamam, 12 köprüsü 2 medrese, her mahallede ilkokul olduğu bilinir. Günümüzde neredeyse 1.5 milyon nüfuslu şehrin 6 mezarlığı varken, o zaman da 3 kabristanlığı varmış ve Müslüman merhumlar Beyler Beyliği’nin güneyindeki günümüz parlamento binasının yerinde defnediliyormuş. Plevne Savaşı olarak da bilinen 1877-78 Osmanlı Rusya İmparatorluklar arası savaştan ve Sofya’nın yeni Prensliğin başkenti ilan edilmesinden sonra, ilk toplantılarını Tırnova şehrindeki Kaymakam Konağında yapan Bulgar Meclisi’nin Sofya’ya taşınması ve meclis binası kurulması kararlaştırılmıştır. 1882 yılında başlayan inşaat 2 metre derin kazılan ve harfi yatı “İskır” ırmağı boyuna taşınan Müslüman mezarlığında, bugünkü şeklini almıştır. Halen Sofya’da yeni Halk Meclisi kurulmuş ve tarihi meclis binası sanat müzesi olarak kullanılacaktır.
Soru Kadir Canpolat: Kırcaali de saat kulesi ile ilgili yazınız var problem nedir bunu pek anlayamadım?
Kırca Ali Saat Kulesinde totaliter dönemden beri saat başı çalan bir müzikal çağrı var. Bu melodinin güftesindeki sözlerin bir dörtlüğünü vermekle yetiniyorum, yorumunu siz kendiniz yapabilirsiniz: Bu gün her saat eski Rus-Türk harbinde okunan marşlar her saat ayrı ayrı sadece müzikleri çalınmaktadır. Bundan daha kötü ne olabilir ki. Bunu kabul eden bir Türk Müslüman varsa çıksın söylesin. Amma bunu kabul eden HÖH yöneticileri hariç onların zamanı geldiğinde hep birlikte göreceksiniz insanlarımıza selam verebilecekler mi, az kaldı azda sabır.
Yılan henüz küçük iken, / Gelin toplanalım!
Başını ayaklarımızla ezelim, / özgürüz diyelim!
Sözü ezilen “yılan” Türklerdir. Her gün 24 defa tekrar ediyor. Halkımız sabırlı. Buna sinir mi dayanır?
Cevap Rafet ULUTÜRK; Azerbaycan’a yönelik tekrar başlayan ve kardeşlerimizin sivil kayıplara da yol açan bu saldırıları şiddetle kınıyoruz. Azerbaycan devleti ve halkı haklı bir savaş yürütüyor. Bu savaş emperyalizmin maşası Erevan hükümetine karşı, Türkiye Cumhuriyeti ve Türk Dünyası savaşı olarak güç topluyor. Karabağ ve Dağlık Karabağ Azerbaycan toprağıdır. Bu savaşta kazanılan her zafer Türk silahının, Türk askerinin yenilmez ruhunun yüce zaferidir. Çarpışmalarda uygulanan taktik, strateji, Araç ve gereçler, son model elektronik Türk Dünyasını Azerbaycan’ı ve Türkiye Cumhuriyetini Yakın Doğu ve Kafkas bölgesinin kesin egemenliğine taşıyor.
Bizlere 1950-1960 yıllarında Azerbaycanlı kardeşlerimizin Bulgaristan Türklerine desteğini unutmuş değiliz unutamayız. Bizim birbirimizden ayrılmamız mümkün değil çünkü bizler Azerbaycan ile dost değil kardeşiz. Büyük ve Güçlü Türkiye’yi dünya çapında sorunların kesin çözümünde söz sahibi olmaya taşıyor. Azerbaycanlı kardeşlerimizin savaşı Dünyada yaşayan tüm Türklerin geleceğini etkileyebilecek bir savaş olduğunu da çok iyi bildiklerini biliyor ve kendilerine bu kutsal davada başarılar diliyoruz. Türk Dünyasının geleceği bu gün Azerbaycanlı kardeşlerimizin elindedir, Allah yar ve yardımcıları olsun. Bu vesileyle, şehit düşen Azerbaycanlı kardeşlerimize Allah’tan rahmet, yaralılara acil şifa ve Can Azerbaycan’a ve Tüm Türk Dünyasına başsağlığı dileriz.
Bulgaristan Türkleri ve soydaşlarımız Azerbaycan halkının zaferini kutluyoruz. BULTÜRK Derneği olarak her zaman Azerbaycanlı kardeşlerimizin yanında olmuştur ve olmaya devam edecektir. Hepimiz, her zaman Can Azerbaycan’ın ama’sız-fakatsız-koşulsuz yanındadır, yanındayız.
Cevap Rafet ULUTÜRK; Evet Azerbaycan Milletvekili Ganira PAŞAYEVA bizlere Azerbaycan Parlamentosundan teşekkür belgesini göndermiştir. Kendilerine teşekkür ederim. Bizleri Azerbaycan’da yapılan soykırımları yerinde gösterme imkânı yarattı bizleri 10 gün misafir etti ve bu bölgeleri gezdirdi. Bizlerde döndüğümüzde bu gezilerimizi duyurmak için yazılar yazdık ve yayınladık. Bu bizim Türk olarak görevimizdi ayrıca Azerbaycan Türkleri bizlere 1950-60 yıllarında yapmış oldukları yardımları da unutmadığımızı kendilerine iletme fırsatımız olmuştu. Bu onurlu davranışı Türk Dünyasının Gönül Dostu Ablamız Ganira PAŞAYEVAYA tekrar teşekkür ederim. Azerbaycan bizim dostumuz değil Azerbaycan bizim kardeşimizdir ve herzaman kardeşlerimizin yanındayız.
Cevap Rafet ULUTÜRK; Barışçı, kardeşlerimin tüm haklarını elde ettiği, komşuluk kapılarının yeniden açıldığı, çocuklarımızın Türk okullarında okuduğu, yaşlıların sabah kahvesini içerken sohbetlerine Türkçemizle devam ettiği, geleneklerimizle yaşadığımız, edebiyat ve sanatımızın serpilip açtığı herkesin mutlu olduğu bir vatan istiyorum.
KADİR CANPOLAT İLE
BULTÜRK BAŞKANI RAFET ULUTÜRK RÖPORTAJI
Osmanlı Ocakları Genel Başkanı Kadir Canpolat,
Bulgaristan’daki Türklerin haklarının kazanılmasında önemli ölçüde katkısı
bulunan fikir ve mücadele adamı Rafet Ulutürk ile röportaj gerçekleştirdi.
Rafet Ulutürk, 1966 yılında, Kırcaali Köseler köyünde doğdu. Bulgaristan
Türkleri’nin sosyal, politik, ekonomik ve hukuk alanlarındaki hak kayıplarının
geri kazanılmasında önemli projeleri hayata geçiren isimdir. Aynı zamanda Rafet
Ulutürk, Balkan Türkleri Dayanışma ve Kültür Derneği Bayrampaşa Şube Başkanı
olarak görev yaptı Türk Dünyası Gazeteciler Birliği Federasyonu Yön. Kur.
Üyesi, Türk Halkları Kongresi Dönem Başkanı, Dünya Türk Gençler Birliği Yön.
Kur. Üyesi, 2003 yılında Bulgaristan Türkleri Kültür ve Hizmet Derneği’nin
(BULTÜRK) kurucusu oldu. Dernekte Genel Başkan oldu ve halen başkanlık görevini
sürdürmektedir. Osmanlı Ocakları Genel Başkanı Kadir Canpolat’ın Rafet Ulutürk
ile röportajı aşağıdadır.
Sorular bizzat Kadir Canpolat tarafından sorulmuştur.
KÜLLİYEHABER Gazetesi;
Osmanlı Ocakları Genel Başkanı
Kadir CANPOLAT Soruyor
Rafet ULUTÜRK cevaplıyor;
Cevap Rafet ULUTÜRK: Bulgaristanlı bir soydaşım. Bulgaristan’dan Türkiye’ye geldik. Anavatanımızın bağrında örgütlendik. Hedefimiz tüm Türklerde olduğu gibi bizlerde Kızılelma’ya doğru koşuyoruz. Amacımız dünyada kardeşçe yaşamak, gönüllere ve dünyaya gerçek barışı ve huzur getirmek, kısaca onurlu ve ahlaklı insan olma yolundayız.
Bizim düşüncemiz bir insanda ahlak olmadan Hristiyan veya Müslüman vs. olsa da hiç fark etmez, ondan insan olmaz. İşte bugün bu dünyada yaşayan söz sahibi olan kişiler en azından bu gerçeği insanlarımıza özellikle gençlerimize öğretmek arzusundayız. Bizler Atalarımızın hedeflerinin peşindeyiz… İnsanların Dünya Türklükle yoğuruldukça herkesin mutlu olacağına inancımız tamdır. Eskiden olduğu gibi Türk olmak, ahlaklı ve adaletli olana Türk denirdi eskiden, işte bunu tekrar başarmak zorundayız bu da bize düşer. Bizler bunu tekrar başlatacağız ardımızdan gelen nesil bunu zirveye çıkaracaktır İNŞALLAH…
Cevap Rafet ULUTÜRK Osmanlıdan sonra Balkanlar çok parçalandı. Şu an Hırvatistan’dan – Moldova’ya, Ukrayna’dan – Yunanistan’a 13 devlet var, buralarda insanlar 80 halk dilinde konuşuyor. Rumeli Roma imparatorluğu toprakları anlamıyla yüklüdür. Dünya çok değişti. Bir defa milli uyanışlar devri olan XIX. yüzyılın sonlarından 20. yüzyıl sonlarına kadar gelen ve Kuzey Makedonya Cumhuriyeti (KMC) örneğinde izlendiğine göre, millileşme süreci hala henüz tamamlanmamış ve bu devam ediyor. Bizlerde problemlerimizi ata vatanımız olan Bulgaristan örneğine odakladık. Problemlerimiz öncelikle Bulgaristanlı Türk kimliği ve kültürel kimlik konusunda düğümlüdür.
Bizler 1951-1958 yıllarında bu engeli bir defa aşabilmiştik.
İki Balkan ve İki Dünya Savaşının yürütüldüğü Balkanlarda ağır bir hak ve özgürlükler mücadelesi verdik. 1989 Mayıs Ayaklanmamız azınlık haklarımız için bir kitlesel başkaldırıydı. Azınlık haklarımızın başında bireysel ve toplu insan haklarımız, detayda öne çıkan anadilimiz Türk eğitim, öğretim, geleneklerimizle var olma ve kültürel gelişmemizdir.
Biz Balkanların en iyi insanlarıyız, yardımlaşmayı severiz, bundan dolayı 2003’de kurduğumuz derneğimize kısaca BULTÜRK dedik, kısaltmanın içinde hizmet sözünün derin anlam taşıdığına işaret etmek isterim.
Cevap Rafet ULUTÜRK; Konuyu Türklerin ve geniş anlamda Müslümanların insan haklarına kilitlersek, Rusya İmparatorluğu’nun 1877-1878 Osmanlı topraklarına Tuna nehri üzerinden saldırmasından ve ardından toplanan Berlin Konferansı kararlarıyla Balkanlar medeniyet değişimi yaşamıştır. İslam medeniyetinin Hıristiyan medeniyetiyle yer değiştirmesi gündem oldu.
Hıristiyan dünya görüşüne ve yaşam tarzına hayır diyen Batı Balkanlar’dan Türkler Anadolu’ya dönmeyi seçti. Arnavut, Boşnak, Pomak Müslümanların çoğu orada kaldı. Bulgaristan Türklerinden büyük kısmı göç yolunu seçse de, bugün de Balkan ülkelerinde yaşayan en büyük Türk azınlığını yine Bulgaristan’da biz oluşturuyoruz.
Bunun nedenlerinden biri Osmanlının bir Bulgaristan devleti olması, yani bakın Osmanlının en çok eseri Bulgaristan’da var. Bir de anavatan Türkiye’ye çok yakın olmamız ve aramızda yalnız sınır hattı bulunmasıdır. O gün bu gün artık 142 yıldan beri değişik ülkelerde yaşayan Balkan Türklerinin hakları, problemleri ve hayalleri farklı olmuştur ve bugün de farklıdır. Her devletin problemi bir diğer devletle benzerliği dahi yoktur. Bir bakın, Bosna Türkleri iktidardadır, Kosova Türkleri iktidar ortağıdır, Kuzey Makedonya -KMC Türkleri de yönetime ortaklardır. Sırbistan ve Karadağ’da Türkler yok denecek kadar azalmış, ayakta kalan Türklerin maddi tarih-kültür değeridir. Biz Bulgaristan’da 1990’da politik sahneye çıktık, ne var ki ülkemizde yaşayan 7 azınlığı kapsayan bir toplum sözleşmesi, azınlık kimliğini tanıyan ve kültürel varlığına yaşam hakkı tanıyan bir anlaşma imzalayamadık, bu konuda kurulmuş yuvarlak masa da henüz yoktur.
Cevap Rafet ULUTÜRK Biz Bulgaristan’da devrim yapmadık. Daha doğrusu Osmanlı’dan ayrıldıktan sonra Bulgaristan’da devrim olmamıştır. Devrimin üretim araçları mülkiyetini ve üretim güçlerinin toplumdaki durumunu değiştirmesi gerektir. Osmanlıda her vatandaşın mal mülk hakkı vardı. Demek istediğim Bulgarlar toprak sahibi, işçilik, çiftlik, dükkân ve hatta fabrika sahibiydiler, serbest ticarette ilişkileri hâkimdi. Bulgar işçi gücünü Bulgar fabrika sahibine satabilir, Bulgar zanaatçı bakır ve kazanlarını, çoban koyun ve kuzularını, dokumacı halı, aba ve kaytanlarını imparatorluğun hangi pazarında ve çarşısında isterse satabilirdi. Bulgaristan prensliğine Osmanlı kapitalizmi yerine Bulgar kapitalizmi gelmişti ki, değişen yalnız etiketti.
Bulgarlar ev ve köprü yapmayı, demiryolunda yolculuk etmeyi, pastanede kahve içmeyi ve bankadan kredi almayı Osmanlı’dan öğrenmişlerdi.
Bu bakıma 1978’de Bulgaristan’da devrim yaşanmadı, devrim yaşansaydı 1795 Büyük Fransız Devrimi esintisi olarak Cumhuriyet ilan edilirdi. Berlin Konferansı devlet biçimi olarak monarşinin anayasal prenslik biçimini dayattı.
BULTÜRK olarak Cumhurbaşkanı seçimlerine kendi adayımızla katılmamız çok anlamlı bir adımdı. Bir defa Bulgaristan Türklerinin böyle bir hamleye, devlet yönetimine aday olduklarını doğru okuduk. İkinci olarak, seçmen oylarımızın Bulgar partilerine ve adaylara satılmasına karşı olduğumuzu göstermiş olduk.
Üçüncü olarak da, Avrupa Birliği (AB) değerlerine yenisini kattık, azınlıkları devlet yönetimine taşıma örneği olarak göstermiş olduk.
Cevap Rafet ULUTÜRK İsimlerimizi, dilimizi, dinimizi değiştirip Bulgarlaştırılmak istendiğimiz soykırım denemesi döneminde bizi Türkiye devleti ve halkı, Azerbaycan devlet yönetimi, İslam Konseyi ve Müslüman Dünya destekledi. Bulgar zulmü kınandı. Türkiye ile birlikte Türk Dünyasının her köşesine gidip sağ salim olduğumuzu, ayaklanmamızı, isimlerimizi ve din haklarımızı geri alabildiğimiz ve hayallerimizi anlatırken kendilerine teşekkür etmek şerefi bana nasip oldu. Ziyaretlerimi daha Bulgaristan’dayken başladım BULTÜRK ile devam ettim ve Bulgaristanlı soydaşlarımız ve bu görüşmeleri Bulgaristan’da yaşayan kardeşlerimizi temsilen yaptım. Kendilerine hem anlattım hem de bizi anlatan eserlerimizi de hediye ettim.
Artık
kafalarımızı kaldırıp ileriye bakmak gerekir
Büyük ve Güçlü
Türkiye dünyaya yeni güneş gibi doğuyor.
Dünyayı yönetmek için öyle çok çok bir şeylere gerek yok. Bunu atalarımız zamanında yapmış biz neden yapamayalım. Atalarımız dünyayı ahlakla, dürüstlükle hak ve adaletle yönetmişlerdir. Başkalarının başaramadığını başarıp sadece Balkanlarda 600 yıl yönetimde kaldılar. Biz Türkler şunu çok iyi biliyoruz adalet yoksa barış da yok.
Türkiye yıllardır barış ve adaleti dünyanın dört bir yanına taşımak için çalışıyor ve artık bunun sonuna çok yaklaşmıştır. Gençlere seslenmek isterim “Değerli gençler şunu çok iyi biliniz Sizler hayalleriniz kadar güçlüsünüzdür. Hayal etmeyi öğrenmelisiniz ve bu hayalin 100 yıl -500 yıl sonrası için olsun fark etmez. Hayalleriniz ne kadar erişilmez ise o kadar güçlüsünüz. Adalet insana hak ettikleri şekilde hükmetmektir”.
Hayatta en önemli şey “Hatalı olmak değil, hatalardan ders almaktır. Yanlışlardan korkmayın, yaptığınız her işin insanlığa faydası olacağını düşünerek yapınız.”
Cevap Rafet ULUTÜRK 1951 göçünden sonra ve daha sonraki göçlerle gelenler muhacir kimliğini maalesef aşamadılar. Bireysel menfaatleri aşarak ata-vatanda kalan ortak menfaatlerimizi, Bulgaristan Türkü kimliğimizi kucaklayıp bir ortak bilinç düzeyine taşıyamadılar.
Fakat 1989 Büyük Göçün bizlere sınır kapısını bir daha kapanmamak üzere açık bıraktık. Yola çıkarken evlerimizin kapılarını da açık bıraktık. Bizler bu gün hepimiz çifte vatandaşız. Bulgar devletinin her yeni edinimi bizim de kazanımımızdır. 2007’de Bulgaristan Cumhuriyeti Avrupa Birliği’ne (AB) üye oldu. Biz de topluca AB üyesi olduk. Yani AB vatandaşı olduk.
Seçimlere katılıyoruz. Seçilme hakkımız olmasa da seçme hakkımız ve referandumlarda oy kullanma hakkımız var.
İnsan haklarımızı genişletmek ödevimizdir. Bu bakıma BULTÜRK bir öncüdür. 2021’de yapılacak hem meclis hem de cumhurbaşkanlığı olağan seçimlerinde oylarımızı internet üzerinden ve posta ile göndermek istiyoruz.
Bulgar meclisine önerilerimiz oldu. Bulgaristan sevgimiz canlıdır. Bulgaristan’ın her problemi bizim sorunumuzdur. Bulgaristan yuvarlak masasında yerimizi almak istiyoruz. Evlerimiz, köylerimiz, şehirlerimiz bugün de bizimdir. Gitmesek de görmesek de onlar bizim köylerimizdir.
Öncü atılımlarımız itirazlar yaratabilir.
Geleneklerine bağlı kalanlar yol alamaz. Burada önemli olan diğer STK’lar bizi eleştireceklerine kendilerine bakmaları daha iyi olur, bir baksınlar kendilerine bu güne kadar neler yapmışlardır. Kendisi yapamadığı bir işi eleştirmek insanlığa yakışmaz.
Biz geçmişi ileriyi daha iyi görebilmek için öğreniyoruz. Gelecek hepimizindir. Yolumuz Atamızın dediği gibi “Muasır medeniyetlerin üzerine çıkmak” yoludur. Biz iki ülkede yaşayan parçalanmış Bulgaristan Türk topluluğu olsak da, gönül birliği, emel birliği içindeyiz.
Yeniden birleşeceğimiz gün yakındır.
Bu bakıma Bulgaristan Cumhurbaşkanlığına, Bakanlar Kuruluna, halk meclisine ve siyasi parti merkezlerine ziyaretlerimiz ve temaslarımız anlayışla karşılanmalıdır. Bunlar devam edecektir. Diyalog sürmezse yerimizde sayarız. Bunu yapamayanlar evinde otursalar daha iyi olur kanaatindeyiz.
Cevap Rafet ULUTÜRK Ben 1993 yılından beri Dünya Türk Gençler Birliğinin Kurultaylarına, ayrıca Türkiye Cumhuriyetinin yaptığı Türk Dünyası Liderler zirvelerine de katılmaya başlamıştım.
Sofya’da Dünya Türk Gençlik Zirvesi düzenleme fikri 2000 yılında doğdu. Türk Dünyası Kurultayını bir Türk kalesi olan Kırca Ali şehrinde yapacaktık. Hak ve Özgürlük Hareketi – HÖH ile birlikte yapacaktık, fakat HÖH önerimizi kabul etmedi. 2010 yılında Avrupalı Bulgaristan Vatandaşları – GERB Partisinin katkıları ile Sofya’da yapabildik. Dünya Türk Liderler Zirvesini Sofya’ya bizlere nasip olduğu için gurur duyuyoruz.
Cevap Rafet ULUTÜRK Bunun cevabı için 140 yıl geriye dönerek cevap vermeliyiz. “93 Harbinden” sonra Bulgar Prensliğinden Osmanlı yerel ve devlet yönetiminin kaldırılmasıyla Türklerin maddi yönetimi Bulgar makamlarına geçti. Okullar özel, din işleri cemaat, encümenlikler ve müftülükler tarafından yönetiliyordu. Başmüftülük ancak 1909’da Osmanlı devleti ve Sofya Çarlığı arasında İstanbul Anlaşmalarının imzalanmasından sonra kurulabildi.
Eğitim ve öğretim alanında kadro yetiştirme davası Şumnu’da (Şumen) Türk Lisesi ve din ihtiyaçları için NÜVVAB okulunun açılmasıyla adım attı. Bulgaristan Türklerinin milli liderinin yetiştirilmesine doğru ilk adımlar dünyada da ilk turan ismiyle kurulan “Turan Dernekleri” örgütlenmesi, etkinlikleri ve forumlarında başladı. İlk büyük adım ise 1929’da Sofya’da toplanan Milli Türk Kurultayında belirlendi. Bu arada Türkleri Sofya meclisindeki birkaç Türk milletvekili temsil ediliyordu.
Bu çalışmalarda çıkan Türkçe gazete ve dergilerin rolü önemliydi. 1922’de toplanan Çiftçi Partisi Kurultayında, parti lideri, halk önderi, başbakan Aleksandır Stanboliyski foruma katılan 500 Türk delege önündeki konuşmasında Türklere “Gelin devleti birlikte yönetelim” demesi çok güzel bir jest olmuştu. Milli liderin biçimlenmesine doğru ilk adımlar böyle atılmıştı. Bulgaristan’da onun gibi sevilen ikinci bir Başbakan da olmadı.1925 ve 1934 askeri darbeleri Türklerin cami dışında örgütlenme ve dikey yapılanma yolunu kestiler. 1944’ten sonra Bulgaristan Türklerine devlet yönetimine örgütlü bir birim olarak katılma hakkı tanınmadı.
Sosyalizm ve totalitarizm yıllarında (1944-1989) Bulgar devleti ve toplumunu yöneten Bulgaristan Komünist Partisi (BKP) azınlıklara karşı faşizm yıllarında (1933-1944) izlenen siyasete sahip çıktı.
1951 yılında 150 bir Bulgaristan Müslümanı, 1964’ten başlayarak, 10 yıl boyunca göç devam etti. 1964’te uygulanmaya başlayan isim değiştirip anadil ve din yasaklayarak Pomakları, Türkleri, Tatarları, Gagavuzları ve Müslüman Çingeneleri giderek asimile ederek Bulgarlaştırma siyasetine karşı mücadeleye örgütlemek devletin başat ödevi oldu. Bu ödev olağanüstü zor şartlarda güç topluyordu.
1984 Aralığından başlayarak Todor Jivkov totaliter diktatörlüğü Müslüman azınlığa topluca savaş açtı.
Devletin tüm kolluk güçleri 5 sene karma bölgeleri işgal etti, Türkiye ve Yunanistan sınırından memleket içine doğru 3 aşamalı izinli bölge ilan edildi ve sosyal, ekonomik ve kültürel hayat felce uğradı. Bu ağır koşullarda Türk bölgelerinde, sürgünde, toplama kamplarında, “Belene” adasındaki ölüm kampında, hapishanelerde 52 direniş örgütü örgütlendi. Bu örgütler parti, hareket, dernek, tutuklulara ve ailelerine yardım ve kulüp biçiminde, illegal veya yarı legal bir dokuydu. Hepsinin başkanı, yönetimi ve örgüt yapısı vardı.
Bu örgütler toplumu hak ve özgürlük, adalet ve demokrasi davasına uyandırdı. Mücadelemiz uluslararası forumlara taşındı Ankara Radyosunda, Batı medyasında baş haber ve ana yorum konusu oldu. 1989 Mayısında Bulgaristan Türklerinin siyasi eliti ülkemizden kovulmaya başladı. Kamuoyu oluşturan Türk öncüler Belgrad’a, Viyana’ya kovuldu, “Kapı Kule” den Türkiye’ye kovuldular. Tüm bu baskı ve teröre rağmen bir siyasi parti olarak örgütlenen Bulgaristan Türklerinin İnsan Hakları Mücadelesi Örgütü “Demokratik Birlik” – (Demokratik Lig) Mustafa Ömer önderliğinde 21 Mayıs 1989’da İslimye (Sliven) ili Yablanovo (Yablanlar) köyünde kurucu milli kongre ilan etmişti.
Bu, Bulgaristan Türkleri tarihinde birinci milli siyasi parti kurultayı olacaktı. Yöneticilerin hepsi Bulgaristan’dan kovulunca düzenlenemedi. Ne var ki, ayni gün – 21 Mayıs 1989’da Bulgaristan Türklerinin Ayaklanması patladı. Komunizmi yıkan 72 bin kardeşimiz katıldı. Direniş örgütlerinin hepsi mücadele alanındaydı.
Şehitler verdik. Ayaklanmamızın zafer yıldızı Todor Jivkov diktatörlüğünün devrilmesi ve rejim değişmesi olsa da, büyük bilinçli enerji birikimi ve sık doku yatay örgütsel yapımıza rağmen Büyük Göç seliyle kadroları ana kitleden koparılıp Türkiye’ye aktığından dolayı ulusal lider çıkaramadık.
Pek tabii ki baskısı sürekli şiddetlenen bu zulüm döneminde Bulgar devleti ve Komünist Partisi ve siyasi polis (DS) boş durmadı, Müslümanların arasından koparıp özel eğitim merkezlerinde bu halk dirilişini gemleyecek kadro yetiştirmeye yıllarca çalıştı.
Ajan lider olarak yetiştirilen Ahmet Doğan, İsimlerimizin ve din haklarımızın iade edildiği 30 Aralık 1989 günü polis refakatindehalkın önüne çıkarıldı. 4 gün sonra da eline bir kâğıt verilerek, “ben Hak ve Özgürlükler Partisi (HÖH) kurdum” sözleriyle halkın arasına karışması sağlandı.
30 yıldan beri devam eden bu siyasi oyunun hedefinde Bulgaristan Türklerini Bulgar devletinden, toplumundan ve siyasetinden koparmak, komünizm katillerinin, soy kırım denemesi suçlularının yargılanmasının önlenmesi ve Türkleri asimile etme siyasetine farklı yöntem ve usullerle devam edilmesi vardı.
Türklerin dönüşüm enerjisini ve halk iradesini temsil ettiği iddiasıyla sahneye sürülen HÖH partisi Bulgaristan’da Türk kimliğini ve Türk ruhunu temsil eden kadrolardan sürekli arındı.
Türklük davasıyla yatıp kalkan 10 binden fazla Türk kadro partiden atıldı, işsiz bırakıldı ve ekonomik nedenlerle göçe zorlandı. HÖH politik sistemine davet edilen yeni kadrolar ise totalitarizm ve soykırım çabalarının yoğunlaştığı yıllarda gerçekleri göremeyen, uyanamayan ve halkımızın Türk kimliği mücadele alayına katılamayan, hatta 1990’dan sonra gece karanlığı ile sisi birbirinden ayırt edemeyen kişilere yol verildi. Onlardan biri, kendisine “lider” denmesinden hoşlanan, Ahmet Doğan’ın HÖH 8. Kurultayında kürsüden atılmasından sonra parti genel sekreterliğine atanan, birkaç yıl sonra ideolojik değerle maddi menfaatleri birbirinden ayıramadığı için partiden atılan ve daha büyük hayallerle DOST partisini kuran Lütfii Mestan’dır.
Türk kimliğini tanımamakta ısrar eden Bulgar devletine hizmet etmeyi kabul eden ve bu hizmette sadakat ödülü olarak gazetelerden okuduğumuz 10 milyon leva ön ödül olarak alan bugünkü HÖH Genel Başkanı Mustafa Karada’yı da hepimizi Bulgarlaşma hendeğine götüren yeni “liderdir”.
Demek istediğim Bulgaristan toplumunda Türk nüfus siyaset ortamında orta direk olmadan, gerçek lider çıkarabilmemiz güç olacaktır.
Bu arada Türkiye’deki 1 milyon kardeşimizin Bulgaristan ve Avrupa Birliği siyasetinde yer alması da ancak yeni tip bir liderin önceliğinde olacaktır. Örgütsel birliğimizin yeni yapılanma yolunu açıyoruz. Ayrıca Bulgaristan için Bulgaristan’ın dışında yaşayanlar gelip siyasete el atmazlarsa Bulgaristan ismi bile kalması mucize olacaktır. Fakat bunları doğru değerlendirebilirsek Avrupa’da da çok büyük lobi faaliyetleri yapılabilinir.
Cevap Rafet ULUTÜRK Toplumlar lider, kolektif yönetim organı veya kristalleşmiş halk iradesi tarafından yönetilir. Bugünkü Bulgaristan’da biz Türkler kendi kendini üreterek yenileyebilen bir azınlık topluluğuyuz. Halen bu süreci geleneklerimizden ve bunları Türkiye Cumhuriyeti’nin yakınlığından ve anavatanda yaşayan soydaşlarımızdan aldığımız güçle yapabiliyoruz.
Bulgaristan toplumunda milliyetçilik devlet milliyetçiliğidir.
1913’te, 1934-1944 yılları arasında ve 1964’ten 1989’a kadar şiddetli ırkçılık şeklinde saldırılara geçmiş bir ülkeden bahsediyoruz. Bulgarlar Müslümanlarla yüzleşmede 12 defa geriletilmiş, fakat ülkede yaşayan ana unsur olan Türklerden göçe zorlama veya Bulgaristan Türkülüğünü baştan sona yok sayma yolunu seçmiştirler. Ayrıca Türk kimliğini silme siyaseti 142 yıldan beri biçim değiştiren, özünü koruyan bir uygulamadır.
1882-1934 yılları arasında bu siyaset maddi alanda uygulanmış ve Bulgar topraklarını Osmanlı kalıtından temizleme stratejik plan olarak Vidin’den başlamış Bulgaristan’ı baştanbaşa dolaşmış ve Türkiye devlet sınırına doğru yayılmış ve yuvarlanmıştır.
Bu 200 yıllık bir uygulama olup hiç durmadan sadece gizli ve açık şekiller alarak bu gün bile halen Koca Balkan önü Trakya ovasında bu çalışmalar devam etmektedir.
Şu aşamada bu gün bile Stara Zagora (Eski Zara) ilinde yer adlarının isimleri değiştiriliyor. Bu program çerçevesinde Başkent Sofya’da 29 Türk Mahallesi yerle bir edilmiş, 72 cami ve mescitten bu gün bir tek açık cami (Evliya Çelebi’nin sözleri ile Sofya‘da en güzel minaresi olan Banyabaşı Camii)ve birkaç türbe ve hamam ayakta kalmıştır. Toplumun maddi alanda Türk ve İslam izlerinden temizlenmesi cami, mescit, türbelerle birlikte okulları, okuma evlerini, odaları hatta mezarlıkları dahi hedef almışlardır.
1934 askeri darbesinden sonra Başbakan Kimon Georgiev hükümetince hazırlanan Türk Azınlıkla Uzun Vadeli Çalışma Programında Bulgaristan’ı Türksüz bırakma programı maddi alandan manevi alana taşınmıştır.
Türklerin dayanağı olan Başmüftülük Dış İşleri Bakanlığına bağlanmış müftülere ve köy imamlarına da maaşa bağlanarak emir altına alınmışlardır. Bu yönde propaganda silahlarını da desteklemişler, Başmüftülüğün çıkardığı “Medeniyet” gazetesi de İçişleri Bakanlığı tarafından finanse edilmiştir. Tabi bu gazetenin hedefinde Türk ahalisini bölmek olmuştur. Bulgaristan Türklerinin ilk bölünme ve aralarında kavga kıvılcımları burada atılmış ve her gün odun taşıyanlar çoğaltılmıştır. Monarşi döneminde 2250 Türk Okulu kapatılmıştır.
1946’da Türk okulları devletleştirilmiştir. 1957’de Türk okulları Bulgar okullarına katılmıştır.
1964’ten sonra Müslümanların Bulgarlaştırılması süreci başlamıştır.
Bu süreçlerin herhangi birini yönetmeye aday Türk çıkmamıştır. Türklerin milli uyanışı ve örgütlenmesi sıkı baskı altında olduğundan ve halkın maddi ve manevi haklarını savunması ödeviyle sahneye taşıdığı kişiler ya sürülmüş, ya öldürülmüş ya da yargısız hapis edilmiş, yok edilme yolu aranmış veya vatandan sökülüp atılmış, Türkiye’ye göç ettirilmiştir.
BKP ancak monarşi döneminden devraldığı azınlıkları yok etme siyaseti için kadro yetiştirmiş ve kendi çıkarları için kullanmıştır. İşte bu gün Aydınlarımızın içerisinde ENTELEKTÜEL TÜRK olmaması bunun sonucudur. Hem monarşi döneminde hem de totalitarizm yıllarında Türklerle ilgili siyasette fark aranması yanlış olur. 1990 yılında “demokrasiye geçişte” ilk seçimleri sahte sosyalist kimlikli komünistlerin kazanmasından niteliksel farklı bir milli politika ya da azınlık siyaseti beklenemezdi. Bir benzetmeyle anlatmam gerekirse, Bulgarlar Türkleri, Müslümanları, İslam’ı sinir sistemlerinin tamamını sarmış ve kurtuluş olmayan kanser olarak görüyor.
Türklerin kişileştirilmesinden ve yok sayılmasından en fazla kendilerinin zarar gördüğünü ise kabul etmiyorlar ve göremiyorlar. Bu gün Bulgaristan Türkleri her şeyi bildiklerini zannediyorlar, bilmediklerini bilmiyorlar, ne siyasetçi siyaseti, ne akademisyen, öğretmen, ne iş adamı ne de herhangi biri görevini maalesef yerine getiremiyorlar. Bulgaristan Türkleri ne zaman bilmediklerini bilmeye başlayacaklar işte o zaman toplum olarak kazanmaya ve geleceğe kurtarabileceklerdir. Toplum hakkını alamayanlar bireysel hakkını alamaz, aldım zannederler…
8 Ekim günü Avrupa Parlamentosu Bulgaristan’la ilgili bir Bildiri kabul etti. Bir defa bu belge Bulgar basınında ve medyasında tam metin olarak yayınlanmadı. İnsan hakları, basın özgürlüğü, yargı sistem, rüşvetçilik, savcılığın toplumu boğduğu ve başka konularda (bildiri 11 sayfadır) Bulgaristan hükümeti eleştirilirken hükümetin devrilmesi ve başsavcının istifası için 4. Ay devam eden protesto gösterileri özgürlük ifadesi olarak değerlendiriliyor.
Siz “lider” neden çıkmıyor diye soruyorsunuz.
Bu gün Bulgaristan’da 200 bin kişinin katıldığı bu sivil protesto eylemlerinin de lideri yok. Deniz dalgalanıyor. Bulgar Anayasa Mahkemesi siyasi programlı hükümet dışı toplum örgütü (STK) kurulmasını yasaklıyor. Bu konuda Strazburg Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin (AİHM) Bulgaristan aleyhinde 200 kararı var. Bulgar devleti bu kararları sistemli uygulamıyor.
Bu arada Avrupa Konseyine bağlı Bakanlar Komitesi yeniden bir ara karar-bildiri yayınlayarak Makedon azınlığın “Omo-İlinden-Pirin” derneğinin tescil edilmesi lehinde alınan 11 adet AİHM kararının Bulgaristan’da uygulanmasında ısrar etti. Aynı zamanda, Avrupa Parlamentosunun son bildirisinin içinde “Türk”, “Türklerin anadili” ve “azınlık kültürü” gibi kavramların yer almadığı için bayram ediyorlar.
Bu süreç içinde Brüksel’deki oylamada HÖH milletvekillerinin “tarafsız” kalmasını ise anlam vermek gerçekten çok zor. Ne yazık ki Brüksel’deki milletvekillerimizin kafasında “Türk ve Türklük” konularındaki karışıklık devam ediyor.
Yalnız Türk adı taşımanın ve camiye girip çıkmanın Türk bilinci ve kimliği, yaşam tarzı ve kültürü uğruna verilen davada ancak bir gölge olduğunu aydınlık kazanmamıştır. Bunlar hala Müslüman isimlerden bile korkuyorlar. Liderlik davası halkı bilinçlendir ve politikaya taşıma davasıdır. Bir davayı politik arenaya taşıyamadınsa dosyalarda tozlu raflarda o orada ölür gider.
Cevap Rafet ULUTÜRK; Ben özellikle AB konusunda farklı düşünüyorum. AB’nin kökleri bugünkü Türkiye topraklarında ve bölgesindedir. Avrupa kültürü Anadolu’da yeşermiş, Avrupa yasaları Anadolu’da derlenmiş, Hıristiyanlık ibadeti Güney Doğu Anadolu’dan yola çıkmıştır. Uyanış ve Diriliş Devrinde Hristiyanlık Avrupa’da kiliseden çıkmış, yasalar üniversal kalıba dökülmüş ve medeniyetlerin beşiği olan kültür de XIX. yüzyıldan beri Avrupa kıtasında kısırlaşmış ve inişli çıkışlı bunalımlar yaşamaktadır. Dünyanın bir başka ülkesinde soykırım ve insanları sömürerek kendi devletinde insanları rahat yaşatmak medeniyet olamaz. Bu bakıma, 1950’lerden beri Avrupa Topluluğu kapısında bekletilen Türkiye Cumhuriyetine karşı haksızlık edildiği görüşündeyim ve bu görüşlere katılıyorum. Fakat artık Türkiye’nin AB’ye ihtiyacı olmadığını da çok net görebiliyoruz.
AB ülkeleri artık Türkiye’nin peşine takılacaklar.
Türkiye bu yılsonuna kadar inşallah Türk Birliğini ilan eder ve ettikten sonra onlar da bu çatının altına girmek için AB üyeleri çaba sarf edeceklerine inanıyorum. Sadece AB üyeleri değil Suriye, İrak, İran hatta İsrail bile Türkiye’den yardım isteyecekler, Türkiye’nin garantörlüğünde olmak isteyecekler. Bunlar hayal değil çok yakında bunu göreceksiniz. Türkiye’den yardım isteyecekler bunlarla da sınırlı olmayacaktır rahat olun Türkiye Cumhuriyeti Devletimize güvenin artık eski Türkiye yok. Bakın bu gün BÜYÜK VE GÜÇLÜ TÜRKİYE YILDIZI PARLIYOR…
Herkes bu çatının altına girmek için mücadele edecektir az kaldı yakında hepimiz bunu göreceğiz. Dünya’da Türkiye her zaman olduğu gibi yine iyi adaleti hakkı ve hukuku temsil edecektir. Türkiye Cumhuriyetine güvenin, inanın ve elinizden gelenleri az çok demeden yapınız.
Cevap Rafet ULUTÜRK; Bulgaristan Türkiye’nin Avrupa’ya açılan kapı komşusudur. Bir halk olarak 17. Yüzyılda Osmanlı bağrında mayalanıp uyanarak biçimlendikleri toplumsal ortama ilgileri büyüktür.
Tarihsel kültürel geçmişimiz aynı topraklar üzerine bina edilmiştir.
Aynı kaldırımlar üzerinde yürümüş, aynı çeşmelerden su içmişiz.
Zahari Stoyanov gibi Bulgar klasiklerin eserlerinde “Bulgar topraklarında Türklere ebediyen yer olacak” sözlerine yer verilmiştir. Bulgar komitalarının başı Vasil Levski, Bulgaristan Cumhuriyetinde kardeşçe beraber yaşayacakları milletler arasında Türkleri birinci yere koymuştur.
Bugünkü Bulgaristan Cumhuriyeti 1878 yılında Berlin Konferansı kararlarıyla Osmanlı devletine bağlı bir prenslik olarak kurulmuştur. 1885’te Doğu Rumeli’yi ilhak etmesine de savaş açmamıştır.
1908’de ilan edilen Bulgar Çarlığını ilk tanıyan Osmanlı devleti olmuştur. 1912’de Balkan Birliği kurarak Edirne’ye saldıran ve Çatalca’ya inen Bulgar Ordusu, 1914’ten sonra Birinci Dünya Savaşı ve 1918’de Ruslara karşı Dobruca cephesinde birlikte savaşan Osmanlı orduları Türk ve Bulgar halklarının yakınlığına büyük sayıda örnekler vermiştir.
Bulgaristan iç politikasında Müslümanlarla ilgili siyasetin dalgalı gelişmesine asla seyirci kalmayan Osmanlı devleti ve Mustafa Kemal Atatürk yönetimindeki Türkiye Cumhuriyeti komşusuyla barışçı ve dostane işbirliği ilişkileri geliştirmeye her zaman önem vermiştir.
1990’a kadar Varşova Paktı’nın Türkiye’ye karşı kalesi olan ve 3 500 tank ve Rus SS 23 füzeleri üslendiren Bulgaristan’ın 2004’te NATO’ya alınmasına garantör olan Türkiye’dir. 1990’da derin mali ve ekonomik bunalıma düşen Bulgaristan’a el uzatan, altyapı tesisleri kurulmasına etkin katılan, ağır ve hafif sanayi yatırımları yapan, ikili ticaret hacmini 5 milyar Avroya çıkarak, Edirne’de Bulgar çarşısı açan Türkiye’dir. Bulgaristan’da bir sel faciasında battaniye dağıtan Vidin’de tırın önünde bir kadın çıkıp TV’lerde “BENİM DEVLETİM GELMEDEN BANA ULAŞAN BURSA BELEDİYESİNE TEŞEKKÜR EDERİM” diyordu. Bu atılımlı gelişmeleri sağlım, eğitim, kültür, sanat dallarında izliyoruz.
21. Yüzyıl Bulgar algısında en yakın dost, en güvenilir kimlik ve huzur kalesi Türkiye olacaktır. Daha neler yapılması gerektiğini zaman gösterecektir. Büyükleri bu lafları hiç unutulmamalıdır Bulgaristan’a güneş her zaman Türkiye üzerinden doğummuş ve doğmaya devam edecektir.
Cevap Rafet ULUTÜRK; Bulgar ve Türk halkları aynı tarihsel, üretim, tüketim ve kültürel geleneklerinden geldiğinden dolayı Serbest Pazar koşullarında ticaret hacminin sürekli artış kaydetmesi doğaldır. Sosyalizm yıllarında özel üretim ve ticaretin yasaklanmış olduğundan Türkiye Bulgaristan ticareti devlet kurumları arasında yapılıyordu. Ana kalemler enerji, kimya sanayi, siyah ve renkli metaller, makine sanayi ürünleri, tekstil ve hafif sanayi makine ve hammaddeleriydi.
1990’dan sonra Bulgaristan’da tarımın özelleştirilmesiyle Türkiye’ye büyük sayıda canlı hayvan ihraç edildi. Yemlik ve ekmeklik buğday da önemli bir kalemdir.
Son yıllarda Bulgaristan “Türk Akım” ve TANAK gaz boru hatlarına bağlandı. Devlet malı olan Bulgaristan ağır ve hafif sanayinin özelleştirilirken çökmesiyle hem ağır hem de hafif sanayi fason işleme dallarındaki hammadde ihtiyaçlarına komşu kapısı daha açıldı. Bu arada kara ve hava insan ve kargo taşımacılığında işbirliği ortaklıkları gelişti. Avrupa Birliğine üreten birçok Türk şirketi işlerini Bulgaristan Türk bölgelerine aktardı. “Şişe Cam” “TEKLAS” bunların başında olanlardır.
Cevap Rafet ULUTÜRK; Geçiş döneminde Bulgaristan’da 400’den fazla siyasi parti kuruldu. Bunlardan bazıları politik sahneye 1944’te yasaklanan monarşi dönemi partilerinin devamı, bazıları maske takıp renk değiştiren komünist parti türevleri ve birçok da yeni liberal ve popülist partiler olarak sahneye çıktı.
1944’te faşizmin ve ırkçılığın, 1990’da da komünizmin ve komünist partisinin lanetlenmesiyle, siyasi alan liberalizme ve sosyal demokrasiye kaldı.
“Berlin Duvarı”nın yıkılmasıyla çöken komünist dünya görüşünün yerine post modern, özgürlükçü, varoluşçu ve popülist görüş ve ideolojiler Doğu’ya, bu arada Bulgaristan’a aktı. Bunların taşıyıcıları Georg Soros, Konrad Adenauer, Fridrich Nauman vb. vakıflar, şirket ve ajanslarla olurken, örneği Bulgaristan ile Rusya arasındaki eski bağımlılık durumunu korumak amacıyla 500 Rus şirketi de geldi.
Ne var ki, monarşi-faşist ve komünist-totaliter yargı değerleri ve yaşam ilkeleri sistemini toplumsal maneviyattan sömürüp atmak ve yerine örneğin Avrupa Birliği değerlerini aşılamak zor oldu.
Bu yönelimde en büyük engellerden biri 1991 Anayasasının Bulgar dilinde “hükümet dışı örgütler” adıyla bilinen sivil toplum örgütlerinin ideolojik ve politik etkinliklerde bulunmasını, azınlık partileri kurulması vb yasaklaması oldu.
Kurulan siyasi partiler 1989’dan sonra kurulan siyasi partiler tek dilli, tek kültürlü, tek milletli Bulgar devleti oluşturma ödeviyle yüklendi.
Bulgaristan’da %4 seçim barajını aşan ve meclise giren partiler devlet yemliğine bağlanıyor, aldıkları her oy için 28 yıl boyunca her oy için 11 leva prim aldılar, 2018’den sonra da bu 8 levaya düştü. Bulgaristan’daki Hak ve Özgürlükler Partisi daha sonra bu partiden ayrılanların kurduğu siyasi partiler Türk kimliği, Müslümanların kültürel haklarının tanınması, Türkiye ile daha yakın işbirliği gibi temel isteklerle öne çıkınca hep güdük kaldılar. Kasim Dal tarafından yönetilen Hürriyet ve Şeref Halk Partisi (HŞHP) ile Lütfi Mestan tarafından yönetilen DOST partisi Bulgar liberal partileriyle işbirliğine seçenek arıyor. HÖH partisi, Bulgaristan Müslümanlarının faşizm ve totalitarizm zulmüne, Türk kimliğini değiştirip Türklüğü eritme, soykırım denemesine karşı toplu direniş enerjisinden doğmuştur.
20. Yüzyılda uyanan Bulgaristan Türk bilincinin toplu ürünüdür. Bulgaristan’da yaşayan Osmanlı ruhunun canlı olduğunun kanıtıdır.
Bu parti, kendi toprağı üzerinde yaşayan, devlet dışında kendini yaşatıp yaşatabilen, ama hiçbir kültürel hakkı olmayan, dilinin, dilinin, geleneklerinin ve istediği gibi yaşama hakkının yok edilmesine karşı fışkıran politik gücün kendiliğinden yapılanmasıdır.
Bulgar devleti, gizli politik polis kimliğinde, bu Türk partisini Bulgar devletinden uzak tutmak, ezmek ve etkisiz kılmak, git gide tamamen ülkeyi tamamen Türksüz-leştirme siyasetine devam etmek için HÖH yönetimini ele geçirip incir ağacı göreviyle Ahmet Doğan’ı bu partiye Başkan atamıştır. A. Doğancı özü Türk milli davamıza hainlik dolu sonradan yetiştirilen parti politik yönetimi ile Bulgaristan Müslümanları arasındaki bağdaşmaz çelişki ki, parti yıldan yıla küçültmeye ve dağıtmaya devam ediyor.
Konuya bu kadar uzun bir giriş yapmamın sebebi şudur.
Bulgaristan’da 400 küsur sicilli siyasi parti var desem de, aslında siyasi parti niteliklerine sahip sadece 2 parti var.
Bunlardan birisi 130 yaşında olup 5 defa isim ve program değiştirmiş, şimdi de Bulgaristan Sosyalist Partisi (BSP) ve Avrupalı Bulgaristan Vatandaşları (GERB) partisi ile Hak ve Özgürlükler Partisi (HÖH) partisidir.
1878 Berlin Konferansı kararlarında ana nüfus olarak Hıristiyan Bulgarlardan ve Müslüman Türklerden söz ediliyor. O zamanki görüşmelerde Yunanlar Varna’yı istediler, Yahudiler de Osmanlıdan ayrılmamıza izin verilmesi şeklinde istekte bulunmalarıyla tutanaklara geçmiş ve Yahudiler 1948’de İsrail’e topluca göç etmişlerdir.
Daha 1879da Tırnova’ya toplanan Birinci Yüce Halk Meclisi, o zaman sınıflaşıp biçimlenmiş Bulgar burjuvazisi olmasa da halkçı, radikal, demokrat, liberal vs. halk tabanı ve ideolojisi olmayan popülist partiler meclise dolmuşlardı. Onlar aynı isimlerle 1989’dan sonra politik sahneye Demokratik Güçler Birliği (CDC) olarak birleşip meclise girseler de, maddi menfaatlerine yenik düşmüş ve dağılmışlardır.
Son 10 yılda seçime katılma oranı %50’dir. Demokrasinin bahar rüzgârı gibi kendiliğinden geleceğini sananları politik mücadele saflardan attı.
BSP, 1989’da katil kabuğunu atıp ideolojiden vazgeçen komünistlerin sosyalist güler yüzlülükle partisidir. Komünist partisini BSP ve 2005’te sahneye çıkan GERB olarak ikiye bölen Müslüman Türklere karşı 20.yy. boyuna işlenen suçlar, soykırım denemesinden sorumluluğu kim üslenecek kavgasıdır. Bu ayrılmada, sivil partililer soldaki (BSP) ve polis, gizli polis ve ordudaki partililer de sağdaki (GERB) olarak şekillenmiştir. Bu partilerin ikisi de Rusçu, ikisi de NATO-cu ve Avrupa Birlikçidir. BSP Avrupa sosyalistlerine, GERB de Avrupa Halk Partisi’ne bağlanmış, 2 kurnalı çeşme gibidirler. İşte böyle bir ortamda Bulgar toplumunun demirbaşı olan HÖH partisi de ellindeki oyu bir BSP’ye ya da GERB’e satarak politik elit oluştururken, saraylarda yaşayan bir de hain lider yetiştirmiştir.
Bu partilerin üçü de devlet partisidir. Fakat HÖH devlet sarayının dış bekçisidir. Diğer partilerden hepsi, yok kenarında kendiliğinden biten eşek dikeninden farksızdır. Günümüz Bulgaristan siyasetinin ana ödevi Türk partisini Sarayın içine taşımak ve devlet yönetimine katmaktır. Bu olmadan demokrasiden, adaletten ve huzurlu gelecekten söz edemeyiz.
Soru Kadir Canpolat: Türkiye’de yeni kurulan partiler konusunda ne diyeceksiniz.
Cevap Rafet ULUTÜRK; Türkiye Cumhuriyeti demokratik düzeni oturmuş güçlü bir ülkedir. Türk demokrasisi çok partili bir tabana dayanır. Parlamenter demokrasi, hukukun üstünlüğü ve Cumhurbaşkanlığı sisteminin başarıları pek çok ülke ve devlete ilham oluyor.
Bu ortamda AK Parti’den ayrılan eski başbakan ve parti başkanı Prof. Davutoğulu ile eski maliye bakanı Babacan’ın merkez sağda siyasi parti kurmaların ve başarılı bir iktidarı eleştiri topuna tutmaları düşündürücüdür. Türkiye’de 4 yıl önce darbe yapmayı deneyenlerin uyumadığına ve Anadolu ormanlarında avlanmaya devam ettiğine işarettir.
CHP’den ayrılan Muharrem İNCE Bizim oralardan gelmiş Batı Trakya’lı bir öğretmendir. Yüksek sesle konuşur. Bizim memlekette yüksek sesle konuşanların haklı olduğu iddiası vardır. 2017 seçimleri arifesinde damadı olduğu Kırca Ali’ye geldi. Türk Halkına hitaben konuşmasına “verginizi ödeyin” dedi. Bulgaristan’da sosyalizm yılında her şey devletin olduğu için kimse vergi ödemezdi. Sözde demokrasi yıllarında vergilendirme sisteminin işlemeye başlaması bir 25 yıl sürdü.
Soyup soğana çevrilmiş, son lokması elinden alınmış insanlarımızı bir kaçakçı gibi görüp vergi ödemeye davet etmek, adama pabucunu ters giydirmektir. Büyük Türkiye daha zengin deneyimli ve soyutlaması da yüksek önderler bekliyor. Bizler Türkiye’den gelen her şeyi seviyoruz amma en büyük isteğimiz bu halkın önüne çıkacak kişilerin dünya vizyonuna sahip olmalarıdır. Bizlere Bulgar gözüyle bakmamalarıdır. Biraz tarih okuyup bizi daha iyi değerlendirmeleridir. Bu konuda başka diyeceğim yok.
Cevap Rafet ULUTÜRK; Bulgaristan Komünist Partisi (BKP) zengin deneyimli, kökleri derin olan ve ideolojisi milliyetçiliğe oturan bir parti olarak ayaktadır. BSP ve GERB olarak solda ve sağda örgütlenmiş ideoloji-sis ve vizyonsuz bir ortamda iktidar ve muhalefet oyununu sürdürüyorlar. BKP’nin Marksist-Leninist dünya görüşüyle yakından uzaktan ilgisi kalmamıştır. Avrupa sosyalistlerinin PASE çatı örgütü üyesi olarak önce “demokratik sosyalizmi” bayrak etmiş, son dönemde de sol liberalizme sevdalanmıştır. Yeni durum komünist ülküsü çürük diş gibi çektirip attığı anlamına gelmez.
BKP ideolojisinde, Marks’tan kalan ve geçerli olan, insanı yaratanın toplumsal gerçeklik olduğu inancıdır. Bunun biz Bulgaristan Türkleri ve diğer azınlıklar için anlamı gözle görülür derinlikte ve şöyledir:
– Dört yaşından başlayarak çocuklar anaokulu, özel kamp, eğitim yuvaları gibi yerlere toplanıp Bulgar bakıcı, eğitmen ve öğretmenlerin eline verildiğinde yüzde yüz Bulgar milliyetçisi olarak yetişir inancıdır.
Bu deneyim, Nazi Almanya’sından kopyalanmıştır.
Hitler zamanında Alman sosyal demokrat ailelerden çocukların toplandığı, Avusturya, Macaristan ve Polonya gibi ülkelerde kurulan özel eğitim kamplarına götürülüp orada ırkçı Alman şarkıları söyleterek kahramanlık efsaneleriyle eğitildiği ve faşizme kazanıldığı biliniyor.
Bu ideolojide Lenin’den kalan ise, sınıf düşmanına amansız davranma, şimdiki koşullarda düşman milletlerden ne pahasına olursa olsun kurtulma anlayışıdır. Bulgar toplumunda totalitarizm döneminden kalan bu inanç ve uygulama, sözde “demokrasi” koşullarında yaşamaya devam etmektedir. Bulgaristan’da yaşayan bütün milli azınlıkların, dillerine ve geleneklerine, din ve kültürlerine bakmaksızın Bulgar ilan edilmişti ama bunun 1990’da kınanmış ve meclisin kabul etti yasalarda lanetlenmiş olmasına rağmen, Bulgarların hemen hemen hepsi 30 yıldan beri hiç birinin fikrini değiştirmemiştir.
8 Ekim 2020 tarihinde Avrupa Parlamentosunun (AP) 358 oyluk bir çoğunlukla kabul ettiği Bulgaristan Bildirisinde, Bulgaristan’da yaşayan ve insan hakları gasp edilmiş, öz kimlikleriyle, anadillerini konuşarak ve öz kültürleriyle yaşamaları yasaklanmış ve hakları hala iade edilmemiş olan azınlıklardan söz edilmemiş olması Bulgar kamuoyunda adeta memnuniyet uyandırmıştır.
Bu işin en tuhaf tarafı ise, Bulgaristan Müslümanların ve Türkiye’deki soydaşlarımızın oylarıyla seçilip Brüksel’e giden Avrupa Parlamentosunda oturan HÖH milletvekili grubunun oylamada “tarafsız” kalmasıdır. Bir de Bulgaristan Türkleri içinde aydınım diye geçinen diplomalı “aydınlar” her şeyleri konuşurlar amma nedense Türk Halkına yapılan haksızlıkları konuşmaz, konuşamazlar.
Bu olaylar Bulgaristan’da komünizmin maske değiştirerek hem ülkedeki duruma hem de AB koşullarına ayak uydurup yaşamaya devam ettiğini gösteriyor. Milli azınlıkların doğal haklarının, insan haklarının ve azınlık kültürel haklarının yasaklanmış olması, Bulgaristan’da komünizm ve faşizmin el ele vermiş aşırı milliyetçilik ve ırkçılık şeklinde toplumsal üst yapının tüm kurumlarında yaşadığını görüyoruz.
Biz soydaşların ve dış ülkelerdeki gurbetçilerimizin seçme ve seçilme hakkının kısıtlanmış olması ve seçimlere istedikleri oy verme usulüyle katılamamaları ve başka uygulamalar modern ırkçılığın bizdeki belirtileridir. Bizler seçimde oy kullanırız amma aday olamayız. Neden? Avrupa Birliği içinde başka bir ülke var mı oy kullanıp aday olamasın. Bunu konuşan var mı yok. Bir Bulgar çıkıp burada insan hakkı ihlali var diyen parti, lider, bakan, siyasetçi var mı? Yok. Peki neden?
Ekonomik alanda ise komünizmin devletçilik ve kooperatifçilik temelleri sökülmüş ama yerine adil bir serbest Pazar ekonomisi oturamamıştır.
Cevap Rafet ULUTÜRK; Bulgaristan’da faşist yapılanma ve ırkçı hareket Birinci Dünya Savaşından sonra başladı. Kökünde savaştan dönen tutukluların ve yaralıların yabancı düşmanlı, 1919 Paris / Neully Anlaşmasının reddi ve azınlıkların göç etmesi istekleri vardı. “Rodina Zaştita” (Vatan Savunması) şeklinde gelişen örgütlenme gençleri üniversite öğrencileri, ordu mensuplarını, tüccar, esnaf ve zanaatçıları peşine takabilmişti.
1925’te kurulan “Kubrat” örgütü ise, İtalyan faşistlerini örnek alarak, milli program yayınladı. Bu programda askeri hükümet kurulması ve tek kişilik otokrat yönetime geçilmesi isteniyordu.
Bulgar ırkçılığının anası sayılan “Rodna Zaştita” 1928’de “Nasionalna Zadruga – Faşisti” adıyla ulusal hareket oldu. Kurduğu faşist gençlik örgütü daha sonra Nazi ruhlu “legion” oldu. Aynıları 1990’dan sonra Sofya sokaklarında milliyetçi-faşist-ırkçı gösteriler yapıyor. 1931’de bu hareket İtalyan faşizminden uzaklaşıp Alman Nazilerine yakınlaştı, partileşmeye çalıştı, fakat politik iktidara katılamadı. “Legion” gençlik Örgütü 1933’te yayınladığı programla Bulgaristan’da antisemitist hareket başlattı. 1940’da mecliste “Ulusu Koruma Yasası” tartışılırken antisemit kavramı genişletildi, kapsamı Türkleri, Çingeneleri, Yunanları ve Yahudileri kapsayan “ksenefobi” azınlıkları ötekileştirme kavramı kullanıldı.
Bulgaristan faşizmi 1878’den sonra 3. kuşak Bulgarlarda, ağır ekonomik bunalım içinde, Batı yönelimli bir hareket olarak, dış etki altında beliriyor.
Aynı dönemde Bulgaristan’da lise öğrencileri arasında “Ratnik” ve “Brannik” adlı bir faşist gençlik hareketi daha kuruluyor. Bu hareketler Neully Antlaşmasının revize edilmesi, anti-komünist çıkışları ve 1938-39’da Almanya’daki “kistal geceleri” – Yahudi dükkânların yağmalanması gibi olayları ve bildiri dağıtma gibi faşist propagandayı yoğunlaştırınca Çar III. Boris tarafından 1939’da kapatıldılar. Yahudilere karşı ırkçı kanun mecliste onaylanmazdan ve 1942’de Yahudiler düşük ırk, Bulgarlar da “üstün ırk” ilan edilmezden önce yapılan tartışmalarda şu rakamlar üzerinde durulmuştur: “Bulgar endüstrisinin % 56’ini, ithalatın % 55’ini ve ihracatın da % 35’ini elinde tutuyor. Bulgaristan’da yaşayan bir Yahudi’nin geliri bir Bulgar’ın gelirinden 26 defa daha yüksektir.” Üzerinde durulan bir fikir de, sadece sanayi ve ticaretle uğraşan Yahudilerin Bulgarları devlet yönetiminden giderek dışlamasıdır.
Faşist örgüt ve partiler 1944’ten sonra yasaklı kaldı. Fakat 1990’dan sonra Bulgar milliyetçiliği, aşırı milliyetçiliği ve ırkçılığı yeşerdi. 2014’te Avrupa Konseyi tarafından “faşist“ olarak nitelendirildi. Bunlar “Ulusal Yurtsever Cephe” adı altında birleşen, “Bulgaristan’ı Kurtarmak İçin Milli Cephe” (NDSV), İç Makedon Devrim Hareketi (VMRO) ve “Ataka” partileridir ve birlik olup 2017 seçimlerinde iktidara tırmanmayı başardı, başbakan yardımcılıklarına ce savunma bakanlığı gibi en önemli bakanlıklara oturmuşlardır. Bulgaristan’daki “Trakya Göçmenleri” dernekleri, subay kulüpleri, sosyalist ordudan ayrılan politik subay birimleri vb hep bunların tabanını oluşturur.
Bulgaristan Müslümanlarının 1989 sonunda isimlerinin ve din haklarının geri verilmesine karşı milli çapta tepkinin öncüleri ve kışkırtıcıları bunlardır. HÖH partisi ile VMRO partisi arasında “milli çıkarlar” esasında gizli işbirliği olduğu biliniyor. HÖH ve VMRO yönetimi gizli polis (DS) kökenli, GERB partisi temelinin de polis ve subay dayanaklı olması bu üçlü arasında gizli dayanışma ve işbirliği tabanında bulunur.
Bulgarlar her zaman güçlü olanın yanında olmak ister. Osmanlı’dan sonra Rusya İmparatorluğunun (1917) yıkılmasıyla Batıya döndüler. Faşizmin belinin kırılmasıyla (1944) yılında yeniden Sovyet esaretine düştüler ve “Berlin Duvarı” yıkılması olayından sonra NATO ve AB’ye yöneldiler ve şimdi AB’nin sorumlu olduğunu keşfedince Birleşik Amerika’ya sarıldılar. Türküye Cumhuriyetinin Balkanların ve Yakın Doğu’nun en güçlü devleti olunca, Türk ve İslam düşmanlığını unutup Türkiye’nin boynuna sarılacaklarından yüzde yüz eminim. Biraz Sabır, sabır! Az kaldı…
Cevap Rafet ULUTÜRK; Her halkın tarihinde milli bayram çok önemli bir gündür. Vatandaşları aynı bayrak altına toplayan ve düğümlerin açılıp sıkıldığı bir gün olan Milli Bayram Milli ruhun doğduğu gündür de diyebiliriz. Ne yazık ki Bulgaristan halkının böyle bir birleştirici gurur günü yok.
3 Mart 1878 tarihinde Osmanlı devleti ile Rusya İmparatorluğu arasında İstanbul / Yeşil Köy (San Stefano) geçici barış protokolünün imzalandığı gündür. Bu görüşmelere ve imza törenine herhangi bir Bulgar yetkili veya temsilci katılmamıştır. Bulgarlar için önemli olan bu tutanakta Osmanlı devletinin 1872’de Doğu Ortodoks Başpiskoposluğuna tesis ettiği toprakları yeniden teyit etmesidir. Ortada ve belgede taraf olan bir Bulgar ya da Makedon devleti yoktur. Ayrıca 3 ay sonra, 1878’,n Temmuzunda toplanan Berlin Konferansında protokol geçersiz kırılmıştır. Tarihsel açıdan 3 Mart 1878’in Rusya ve Osmanlı imparatorlukları için olduğu gibi, Bulgar halkı içinde bir anlamı yoktur. Bir defa o tarihte bugünkü Bulgaristan Topraklarında yaşayan nüfusun %52’si Müslüman Türk’tür ve 3 Martı bir milli bayram olarak kabul etmeleri söz konusu olamaz.
O zaman statükoları değişmediğinden dolayı Makedonlar için de anlam yüklü olmayan bir gündür. Ülkeye 1930’larda gelen Ulahlar ve Osmanlıda geçimlerinden gayet memnun olan Romenler ve Müslüman Millet içinde önemli bir gün sayılmaz. İşte böyle bir ortamda yalnız devlet makam görevlilerinin ve papazların katıldığı resmi geçitle ya da çelenk koymakla anılan milli bayram gününün değiştirilmesini Bulgarlar kendileri de istemiş ve defalarca değiştirmiş, fakat halk istemese de 1991 anayasasıyla yine de 3 Mart’ta bilinçli olarak Türk düşmanlığı kaşımak için dönülmüştür.
Aslında 3 Mart Bulgaristan’da yaşayanların Rus esaretine düştüğü gündür. Bu gerçek Bulgaristan’da bilinç oldu. Ruslar, Tuna nehrini Bulgarları “kurtarmak” için değil, sıcak denizlere çıkmak için geçmişlerdi. Sonunda onların istedikleri de olmadı. Son yıllarda Bulgaristan’daki 180 Rus ve Sovyet anıtının sökülüp yıkılması ve hurdaya verilmesi için bir hareket de güç topluyor. Sonunda Plovdiv’te Saat Tepe artık eski haline getiriliyor. Devlet 2 milyon leva ayırmış Razgrat Parkalı Camii onarılıyor, Meriç üzerindeki “Mustafa Paşa” Köprüsüne de el atılacak.
Bazı konularda gerçekten geri dönmenin kaçınılmaz olduğuna Başbakan Boyko Borisov da inanmış ki, “başa dönelim, baştan başlayalım” dedi. Bulgar uyanışının Payisiy Hilendarski’nin 1762’de bir hayal olarak çimdiklediğini düşünürsek, Osmanlının reform kapısını açtığı ve Bulgar bilinç ve kimliğinin mayalandığı 3 Kasım 1839 tarihi neden milli bayram olmasın? Bulgaristan’ı seven Bulgarlar iş başına geçerse bu iş olur…
İlk Bulgar Okulu Osmanlı’da açıldı, ilk Bulgarca gazete Osmanlı’da çıktı, Bulgarlar Kilise bağımsızlığına Osmanlıda kavuştu, Bulgar işçi sınıfı ve aldın zümresi de Osmanlı devrinde oluştu. Bulgar uyanış ve devrini Osmanlı’da yaşadı…
Fransa “Marsellez”in ilk çalındığı 1792’yi anmıyor mu? Avrupa Birliğinin Milli Marşı Beerhoven’in 1824’te bestelediği 9.Senfoni değil mi? Schiller’in 1785 tarihli “Neşeye Şarkısı” AB marşına güfte değil mi!? Herkes başa dönmüş biz neden dönmeyelim. Gerçekleri kabul etsek yollar kendiliğinden açılmaz mı? Herkesin seve seve kutladığı bir bayram olsa, sorunlar kendiliğinden ortadan kalkmaz mı?
Cevap Rafet ULUTÜRK; İlk önce şunu bir aydınlatalım. Bulgaristan’da yaşayan Türkler Osmanlı ile giden Türkler ve kuzeyden geçen Türkler olarak ikiye ayrılmaktadır. Osmanlı ile gidenler burada Türkiye’dekiler ile aynıdır. Kuzeyden giden Türkler ise Gagauzlar, Pomaklar, Bulgarlar, Kırım savaşı sonrası Tatarlardır, bunların hepsi Türk soyludur. Yani bizler kardeş diğerleri kardeş çocukları gibi düşünün.
Rus Türk harbinden sonra zaten Bulgaristan Türkü ismi de o savaştan sonra verilecektir Bulgaristan’da kalanlara. Savaştan sonra Türkiye’de artık 6. Kuşak Bulgaristan Türkü muhacir soyları var. Bu serüven şimdiki Bulgaristan topraklarında yaşayan Müslüman ailelerden gençlerin 1877-78 Zviştovi (Sviştov), Plevne (Pleven), “Şipka” (Şipka Tepesi), Eski Zara (Stara Zagora) savaşlarına katılmasından sonra başlamıştır. Edirne, Kırklareli, Çatalca, Gelibolu ve Çanakkale Savaşlarına katılanlar ailelerini alıp göç etmişlerdir. İkinci Dünya Savaşından hemen sonra Stalin’in Bulgaristan’dan 250 000 Türkün hemen Türkiye’ye göçe zorlanması emri üzerine 1951 göçüyle 150 000 kişi memleketini terk etmiş, 1964’te başlayan ve 10 yıl süren parçalanmış aileleri birleştirme sözleşmesi gereğince de bir o kadar göç ettikten sonra, 1989 milli Türk kimliği ayaklanmasından sonra da 360 bin Türk ata topraklarından sökülüp vatanımızdan dışlanırken ardından Bulgaristan’da ekonomik çöküş derinleşince 150 bin kişi de ekonomik göç neticesinde Türkiye’de sığınmış ve yerleşmiştir. Biz şu 30 yıldan beri gelen ve hepsi çifte vatandaş olan soydaşlarımıza “yeni gelenler” diyoruz. Hepimiz aynı kökten, aynı soydan, aynı ruhun parçalarıyız. Gönlümüzde ayrı gayrı yoktur. Ne var ki, zaman ve mekânın, toplumsal ortamın, yaşanan olayların ve tarihin insan ruhu üzerinde farklı etkileri olduğuna işaret etmeden edemeyiz.
Konumuz 5 kuşaktır. İnsan ruhunun 3 kuşakta bir birikim yenilendiğini ve arınmış nitelikler kazandığını dikkate aldığımızda, oluşan farklılıkların öz belirleyici olduğunu kabul etmeliyiz.
Şu da var, ilk 4 kuşak göçler, hep 1877-78 Rusya ve Osmanlı imparatorlukları arası büyük savaşın ardı ardına gelen darbeler sonucudur. Osmanlılık ve Türklüğün maddi ve manevi izlerini yok etme, camilerden kilise yapma, türbeleri yıka, çeşmeleri kurutma, kuyulara domuz başı atma, 2700 okulu kapatma, Türk dilini yasaklama, kabristanları sürme, üzerine parlamento yapma, camileri 5 defa kapatıp altı defa açma, ölüleri Fatiha sız gömme vs vs zulüm biçimleri göç birikimi yaptı. 1960’larda 500 000 Bulgaristan Türkünün Büyükelçilik ve konsolosluklardan göç vizesi istemesi de çok anlamlıdır. 1984’te iş savaş şiddetiyle başlayan, soykırım denemesi şeklinde gelişen ve 5 sene süren Bulgarlaştırma zulmünden göç seçeneği doğacağını devlet bekliyordu.
Göçe zorlayan uygulamalar her dönemde Bulgar devlet politikasıydı.
1989’da ayaklanan 5. Türk kuşağıydı prenslik, monarşi, faşizm, komünizm ve totaliter Bulgar diktatörlüğü zülüm yükü altında ezilen atalarının öfke ve nefretiyle patlamış ve fışkıran bilinçli Türk kudreti Bulgar devletini devirmişti.
Anavatana yönelen Türk seli son savaşta galip gelen bir ordunun güç tazelemek için kışlaya toplanması gibi bir şeydi. Ve sorunuza cevaben, 4 kuşak “geldik kurtulduk” demişti. Bu 5. kuşak Bulgar topraklarında zaferle sonuçlanan büyük bir ulusal ayaklanmadır. Komünist totaliter devletle 1984-1989 arası 5 sene arasız savaştıktan, soykırım zincirlerini kırarak, vatandaşlığını koruyarak, gelirken Bulgar sınır kapısını koparıp gidişim gelişim senin değil benim elimde demiştir. Ayrıca çok farklı bir maneviyat, pekişmiş bir irade ve yüksek kimlik birikimiyle, bir de ardında dikey oluşumu ve iradesi oluşmuş bir politik yapılanma bırakarak gelmişti. Bu, ancak kınamak ve lanetlemekle yetinen ve kinini öfkesini savaş meydanında dökmüş insanların arasındaki farktı. Son gelenler vatan davasında öncülük rolünü daha Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı olmadan kucakladılar.
Şehitlere saygı mitingleri, Türk mezar taşlarından atalarımızın isimleri kazınırken, şehit anıtları dikmek, kahraman çeşmelerinden umut akıtmak, kahramanların isimlerini sokak ve meydanlara, kütüphane, kahve ve spor komplekslerine vermek, kahramanlarımıza mevlitler yapmak, yeni camiler inşa ederken, eski camilerden birçoğunu onarmak, köfteciler ve dönercilerle Türk kokusu dağıldı ve baklava ve künefecilerle ağız tatlandırmak sosyal havayı değiştirdi.
Bu gıpta edilecek, kıskanılacak bir durumdur.
Tabi ki eski göçmenlerimize faydası da büyük oldu. Pek çokları Bulgar vatandaşlığını yenilerken Avrupa Birliği vatandaşı olmayı da hak ettiler. Bu bir çelişki değil 5. Kuşağın Bulgaristan Türklüğü soydaşlarımızın kaynaşmasına sunulan paha biçilmez bir hizmettir. Türkiye’deki soydaş kaynaşması Bulgaristan Türklüğüne böylece kendiliğinden kudret kaynağı olmuştur. Göçler çelişkisi dediğiniz aslında göçler kaynaşmasıdır.
Cevap Rafet ULUTÜRK; Türkiye’de Bulgaristan göçmeni dendiğinde Bursa akla gelir amma sadece İstanbul’da – 1 500 000 (bir buçuk milyon) nüfusla ilk sıradadır. Ardından Bursa – 600 000, İzmir – 450 000 vs civarındadır, tüm Türkiye’de 8 milyon civarında Bulgaristan göçmeni bulunmaktadır. Balkan göçmenlerinin en büyük müfrezesi biziz. Türkiye’deki kültürel birikimimizi Bulgaristan Türk kimliğine yüklemek en önemli ödevlerimizden biridir. Balkanlarda yeşeren yeni Türk kimliğinde Bulgaristan Türklerinde orta direk ve taşıyıcı olma özellikleri belirleyici olacaktır bunu çok yakın bir zamanda herkes görecektir. Bu güne kadar Türkiye’ye gelenler karışmışlar ve memleket meselesine pek önem vermemişler, tabi bu gücü de ortaya çıkartan özellikle 89 göçmenleri oldu.
Cevap Rafet ULUTÜRK; 1990’dan sonra Bulgaristan Türkeri’nin siyasi uyanışı çok zor oldu. Bulgaristan 45 yıllık bir aradan sonra, komünist partisinin her seçimi % 99 kazandığı tek partili siyasi matrisi kırıldı ve 10 Haziran 1990’da çok partili sistemle ilk defa 2 sistemli seçime gidildi.
Bu seçime Bulgaristan Müslümanları topluca Hak ve Özgürlükler Hareketi’ne oy verdiler. Yüce Halk Meclisi seçildi ve ilk kez Bulgaristan Türkleri 23 milletvekilli ile meclis grubu kurdular. Çok ilginçtir o seçimleri komünistler kazanmıştı ve aynı yıl 2 hükümet kurdular. Demek oluyor ki, Bulgaristan halkının bilincinde dönüşüm gerçekleşmemiş ve ruhu da yenilenmeyi kabul etmiyordu. Bu süreç Bulgaristan’da yaşamın değişmesi sonucu bilincin etkilenmesiyle gerçekleşmeye açıldı.
1992 yılında tarımda kooperatifler dağıldı özele geçildi, 1995-2001 arasında ekonomide devlet mülkiyeti, bankacılık, ekonomiyi ve ticareti yöneten devlet kurumları yok edildi. Bulgaristan’da özel sermayeye ve serbest Pazar ekonomisine dayalı demokratik çok partili sistemi 5. kuşak Bulgarlar gerçekleştirebilseydi, fakat üst yapıda (KGB) sökülemeyen totaliter politik zihniyet mafya, oligarşi ve tek kişilik yönetime birikim yaptı. Parlamenter demokrasi topluma demokrasi taşıma adaletli, eşitlikçi ve çoğulcu farklılıklara yaşama hakkı tanıyan bir kurallar matrisi oluşturamadı ve sanki tarihsel rolünü artık tamamen yitirdi. Avrupa değerlerine göre yeni bir toplum düzeni kurmayı rafa kaldırıp özellikle, insan hakları, azınlık hakları ev adalet gibi konularda faşist ve komünist totaliter sistem geleneklerine hayat hakkı tanımayı kendine ana ödev olarak benimsedi.
Bunun en son örneğini 8 Ekim tarihinde Avrupa Parlamentosunda Bulgaristan Durum Değerlendirmesi onaylamasında gördük.
Makedon oldukları için Çarlık devrinde zülüm gören, sosyalizm yıllarını da aynı nedenle hapishanelerde geçiren Bulgar Makedonlarının milli kimlik davasının haklı olduğuna Strazburg AİHM’den 40 karar çıkmasına ve Avrupa Konseyinin özel bildiri yayınlamasına rağmen, bu gerçeğin tanınmasına yine de karşı oy kullanılması Bütün demokratik Avrupa’yı şaşırtsa da Bulgaristan’da alkışlandı. Bu konuda HÖH milletvekillerinin “tarafsızlığı” ise Bulgaristan Müslümanlarını her zaman olduğu gibi bir kez daha şok etti. Bu örnekler ülkede çok sert bir baskı olduğuna, ekonomik liberalleşmenin kendiliğinden insan haklarında ve politik bilinçte değişikliklere götürmediğine kanıttır. Bulgaristan Müslümanları isimlerini ve dinsel haklarını totaliter komünist diktatörlüğü devirerek elde etmişlerdir. 1990’la gelen yeni sistem azınlık hak ve özgürlüklerinde, hatta azınlıkların doğal hakkı olan anadillerinde konuşma, okuma ve yetilme hakkına bile yasal yaşam hakkı tanımamış baskılarını şiddetlendirerek sürdürmüştür.
Son 30 yılda Bulgaristan’da 16 olağan ve erken meclis seçimi yapıldı. 2009 milletvekili seçildi. 1992’de Prof. Lüben Berov, 2001’de II. Semeon ve 2005’te Sergey Stanişev başbakanlığında kurulan hükümetlere bakan ve başbakan yardımcılarıyla katılan HÖH partisi Bulgaristan Müslümanlarının kimlik sorununa ve kültürel haklarına ilişkin hiçbir öneriyi meclise veya bakanlar kuruluna taşımadı. Öte yandan insanlarımızın ana geçim kaynağı olan tütüncülük ve hayvancılığın dibine kibrit suyu döktü ki, acısı halkımızın yüreğini hala dağlıyor. Bulgaristan’da Türk kimliğine nefes alma hakkı tanımayan bu tutuma karşı başkaldırı 1993’te HÖH Kırca Ali Milli Konferansında Başkan Ahmet Doğan’ın “ebedi başkanlık” talebine karşı başkaldırıyla başladı. Bu dava 20 bine yakın mert Türk milliyetçisinin partiden ayrılmasına ve yurdu terk etmesine neden olurken, Ahmet Doğan’ın bu baskılarda devlet kolluk güçleriyle el ele vermiş olduğu ortaya çıktı. İç protesto partinin 5 kez parçalanmasına neden oldu. Kasim Dal ve Lütfi Mestan olayları son örneklerdir. 2014 seçimlerine kadar Türkler hem memlekette hem de anavatanda hep HÖH partisine topluca oy verdiler ve milletvekilli sayısını 39’a, belediye ve muhtarlıklarda seçilmiş kadro sayısını da 1000’e çıkaran Türkler, bundan 6 yıl önce HÖH’ten siyasi olarak soğudu. 2017’de yapılan son seçimlerde iktidar partisi GERB Türklerden 150 bin oy aldı ama o da Başbakan Yardımcıları Türk olacak dese de sözünde durmadı. 2021 Martında yapılacak olağan genel seçimde “Evet, Bulgaristan!” ve “Cumhuriyetçi Bulgaristan” partileri etnik azınlıklarla yakın çalışmaya el uzatıyor.
Cevap Rafet ULUTÜRK; Türkiye bir defa Osmanlı devri geleneklerine bağlı kalarak 100 yaşına uzanan Cumhuriyet devrinde de Bulgaristan’la ilişkileri hassas konu olarak görmüş ve özel bir yerde tutmuştur. Bulgar Çarlığını ilk tanıyan Osmanlı devletidir. Birinci Dünya Savaşında Makedonya ve Dobruca Cephesinde iki devlet omuz omuza savaşırken, Bulgaristan Müslümanları da tabyalardaydı ve 9 656 şehit verdi.
1913’te Bulgar devletinin zor kullanarak Pomak Müslümanların yarısını topraklarından kovup diğer yarının da isimlerini değiştirip, dinlerini yasaklayarak hepsini Hıristiyan yapması faciasına diplomatik çözüm bulan Osmanlı’nın Sofya askeri ataşesi Yarbay Mustafa Kemaldir.
20. Yüzyıl boyunca Pomakların Türkleri, Tatarların da isimleri ve Gagavuzların da gelenekleri, tarihsel-kültürel birikimi, halk medeniyeti reddedilip yok edilmeye çalışıldı. Hem monarşi hem de komünist dönemde baskı, terör, zulüm içerikli soykırım denemesi, iş savaş boyutunda Bulgarlaştırma saldırıları kesilmemiş ama 12 defa geri püskürtülebilmiştir. Kuşaktan kuşağa geçen bu sert mücadelede Türkiye devletinin varlığı her bir fert tarafından her zaman ve her yerde hissedilmiştir.
Türkiye devletinin Bulgaristan’a yardımları asla kesilmemiştir. 1990’dan son Bulgaristan ekonomisi ve maliyeti çökünce ilk tüketim ve üretim malı kredisi Ankara’dan geldi. İki taraflı ana yol, tünel, köprü, metro, modern semt, AVM gibi inşatlarda Türk holdingler işe el koydu. Birçok sanayi tesisine Türk şirketleri sahip çıktı. Karma bölgelerde işsizliğin ağır yükünü üslendiler. “Şişe Cam” devinden sonra, “Teklas” Bulgaristan’da 7. sanayi işletmesini kurdu.
2004’te Bulgaristan’da NATO yolunu açan Türkiye devletinin meclis kararıyla verdiği garantidir. 2015 yılından sonra sığınmacı ve ekonomik göç selinin Bulgaristan’ı boğma tehlikesi belirdiğinde, Türkiye yolu kesmiş ve Bulgaristan’ı istiladan korumuştur.
Türkiye’den Belediyeler, STK’lar ve vakıflar Ramazan ve Kurban Bayramlarında her zaman Bulgaristan’da iftar açmış, kurban kesip dağıtmıştır.
Yüzlerde gencimiz Türkiye’de eğitim ve öğretim aldı.
Elektronik çağ olanaklarından yararlanan Türk kültür ve sanatı Bulgaristan’ı adeta esir aldı. Demokrasi yıllarında Türkiye Bulgaristan sınırında Bulgaristan vatandaşları için vizesiz giriş çıkış Edirne’yi Bulgar pazarı şeklinde geliştirdi. Türkiye ekonomisi zor günlerde Bulgaristan’da her haneyi adeta himaye altına almış ve yiyecek giyecek sıkıntısı yaşatmamıştır.
Cevap Rafet ULUTÜRK; Türkiye’nin MAVİ VATAN’ı Türk Milletinin geleceğidir. Gençlerimize vatan toprağı gibi Mavi Vatan’ı da iyi öğretmeliyiz. Yeni sloganımız Vatan toprağından da suyundan da kimseye vermeyiz veremeyiz. “Türkiye’nin savunması ileri hatlardan başlar” fikrine dayanıyor. Türkiye’nin toprağı kadarına ulaşan mavi vatan ortaya çıkmıştır, bunu gençlere çok iyi anlatmalıyız. Türkiye’yi zirveye ulaştıracak olan budur. Kim ne derse desin bu konuda Türkiye kendi çıkarları karşısında kimseye boyun eğmeyecektir. Yeni Büyük ve Güçlü Türkiye meydana çıkmış ve tüm dünya güçleri ile (İrak’ta-ABD; Suriye’de-Rusya; Libya’da-Fransa vs.) savaşmaktadır. En önemlisi de kendi askerleri ile Tarih yazmaktadır. Diğer devletler gibi paralı askerlerle değil.
Türkiye Cumhuriyeti’nin Mavi Vatan haritası, gençlerimize öğretmeliyiz;
Türkiye’nin Libya ile anlaşmayla bölge ülkelerini mat etti. AB ülkelerinde de büyük bir panik yarattı. Öncelikle şunu söylemek icap eder ki, Türkiye bu hamleyle Doğu Akdeniz’de bir oldubittiye müsaade etmemiştir. Kendisine yönelen kuşatmayı baştanbaşa yardı. Birleşik Arap Emirlikleri, Suudi Arabistan, İtalya, İsrail, Mısır ve diğer tüm ülkeler Libya üzerinden Doğu Akdeniz’de mevzi kazanmaya ve/veya var olan mevzilerini tahkim etmeye çalışırken, aynı zamanda bir Akdeniz ülkesi olan Türkiye bu sürece kayıtsız kalamazdı. Nitekim kalmadı da. Yunanistan ile Güney Kıbrıs Rum Kesimi arasındaki bağlantıyı da kesmiş oldu. Orta Doğu’da, Balkanlar’da hatta ve hatta Akdeniz’de Rus varlığını da düşünürsek Kafkasya’da güven, huzur ve sükûnu tesis etmek istiyorsak büyük devlet reflekslerine, ferasetine ve vizyonuna sahip olmak zorundayız. Bu da tarihi hafızayı tazelemeyi, tarihi tecrübe ve birikimlerin sunduğu projeksiyonla dış politika yapmayı beraberinde getirmektedir. “Libya’da ne işimiz var?”, “Suriye’de ne işimiz var?”, “Azerbaycan’da ne işimiz var?” diyenler, çok değil bir asır öncesine dönerlerse ne işimiz olduğunu anlayacaklardır.
Libya ile anlaşma tüm komşuların ve sömürücülerin hesaplarını darmaduman etti. Bu anlaşmalar Mısır, İsrail ile devam etmesi beklenmektedir…
Cevap Rafet ULUTÜRK; Evet Suriyeli milli kimliği de Osmanlı ümmetinden çıkmıştır. Suriye halkının emperyalizme karşı milli kurtuluş savaşı Büyük Atatürk’ün emperyalizme karşı verdiği dünyada birinci başarılı Ulusal Kurtuluş Mücadelesi esinlidir. Türk ve Suriye hakları kardeştir, davaları ortaktır. Suriye halkı kültür tarihi zengin, farklılıkların uyumundan güç alan bir medeniyet geliştirmiştir. Emperyalizm uşağı saldırgan İsrail’e 20. asrın ikinci yarısı savaşlarında Ruslardan tank top, uçak ve savunma sistemleri almak zorunda kalınca, onları Akdeniz limanlarına ve topraklarında üs kurmaya davet eden Şam hükümeti, tarihinin en büyük yanlışını yapmış ve halkını sonu görünmeyen bir savaşa sürüklemiştir. İçine düşülen dipsiz kuyudan önce İŞİD çıkmıştır. Suriye’ye çöreklenmiş yerlileri topraklarından kovmuştur.
Ülke mezheplere bölünmüş, PKK ve PYD gibi terör örgütleri emperyalizm destekli Türkiye’ye saldırılarını şiddetlendirmiştir. Roja’yı başkent ilan etmiştir. Bölge, bir yere en fazla silah yığılmış bir saldırı üssü haline getirilmiştir. Bunalımın kaynaklarından biri olan iki aşamalı Irak savaşını izleyen bu gelişmeler, PKK Kürt terör devleti hayaletine kesin cevap verme gereğini doğurmuştur. Bu 3 harfli örgütlerin ömürleri sona gelmiştir, inşallah çok yakında bunun üstesinden Büyük Türkiye gelecektir.
Türkiye devletinin terörle kesin mücadele davasında dış operasyonlar 2016’da başladı. Günümüze kadar çok büyük operasyonlar gerçekleştirildi. Amaçları terörü durdurmak, barış ve huzur sağlamak ve savaş kaçaklarının evlerine dönmelerini sağlamaktı. 4 milyon Suriyelinin Türkiye’ye sığınması 50 milyar Avro gider yaratmış ve sorunlu olmuştur.
Emperyalist devletler destekli terör örgütlerinin milli devletlerle başa çıkamadığı bilinir. Suriye kaynaklı ve PKK saldırıları 35-40 yıldan beri devam ettiğinden ve neden olduğu kötülüklerin tüm sınırları aştığından kökünün kesin kazınmasına geçildi. NATO üyesi olan Türkiye, Batı ve Doğu kaynaklı PKK / PYD terörüne sınır dışı savaş açtı. Türkiye Suriye’de Rusya’yı, İrak’ta ABD’yi ve Libya’da da Fransa’ya derslerini verdi.
Başarılı operasyonlar, daha önce bölge ve dünya savaşlarında kullanılmayan elektronik sistemler, uzay gemisi, İHA ve SİHA sistemleri, elektronik ayarlı “Fırtına” topları ve diğer araçlar Türkiye devletini Yakı Doğu’nun sorun çözen güçlü devleti ve coğrafik bölgenin en güçlü devleti olarak kanıtladı. Kullanılan silahların %80 yerli üretim olması ise Türk Cumhuriyetleri ve İslam Dünyası odağına çekti ve Türkiye Cumhuriyeti’nin saygınlığını kat kat arttırdı ve Türk Dünyasının liderliğine yükseltti. İnşallah Büyük ve Güçlü Türkiye kısa bir zamanda Türk Birliğini ilan eder ve tüm Türk Dünyası ve AB devletlerinden de bu çatının altına katılımlar olacağı kesindir.
Türkiye, Atatürk ülküsü, ülkede barış ve dünyada barış ilkesine bağlı, Suriye’nin topraklarında gözü olmayan ve Suriye’nin dağılmasını hiçbir zaman istememiş olan bir komşusudur.
Cevap Rafet ULUTÜRK; “Ayasofya” Hıristiyanlığın yükseliş devrinde (537) kurulan bir kültür ve din simgesidir. Bizans İmparatorlarında I.Justinianus (527-565) emriyle kurulmuştur. Bizans hükümdarı 1. Yüstünyen’in dünyevi bilgeliği yasaklayıp yerine Hıristiyan din ve felsefesine kale olarak Ayasofya Ortodoks Patriklik Bazilikası Ayasofya’yı bina ettirmesi, aslında yuvarlanıp giden hayatı arkadan kovalarken kendini ona uydurmaya bocalama merkeziydi. Hayatın algılanamamasına cevap olarak gelen Buyruğu Hıristiyanlığı çatlattı ve dağıttı. 1453 fethi, Ayasofya’ya bir şafak oldu. 29 Ekim 1923’te Türkiye Cumhuriyeti istiklal ve egemenliğini ilan eden büyük önder Mustafa Kemal ATATÜRK, aynı zamanda İstanbul’un ikinci kurtarıcısıdır. İstanbul’u İngiliz pençesinden kurtaran da Atatürk’tür. Ayasofya dinlerin Kültürüne katkısı vardır. İmparator’un eski Yunan felsefesi eserlerinin okunmasını yasaklamasından sonra, Platon’un toplu eserleri 14. Cilt halinde 9. yüzyıla kadar Ayasofya’da saklanmıştır. Kendi yargı sistemi olmayan Ortodoks Hıristiyanlıkta medeniyet matrisi olarak Roma yasaları uygulaması, 17. yüzyılda Batı Avrupa’da Tanrı’nın Kiliseden çıkmasına kapı açmış ve laiklik, toplum sözleşmesi ve anayasal düzen hayat hakkı kazanmıştır. Osmanlı çağında “Ayasofya Camii” İslam medeniyetinin Rumeli’ye yerleşip Avrupa’ya uzanmasında önemli rol oynamıştır.
Son 86 yılda “Ayasofya” dini ihtiyaçlar için kullanılmamıştır.
Ne yazık ki, Avrupa devletleri, Avrupa Konseyi ve Avrupa Birliği Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan yönetiminde Türkiye’ye Avrupa medeniyeti yolundaki hamlelerini doğru değerlendirememişti.
Cevap Rafet ULUTÜRK; Türkiye Cumhuriyeti dış politikası devletler hukukuyla uyumlu, sabırlı, ilkeli, çök yönlü ve çok katlıdır. Türk halkı iradesinin ifadesi olan bu dış politika “Ülkede barış ve Dünyada barış” ilkesine dayanır. Türkiye devleti uzak ve yakın hiçbir ülkeye savaş açmamıştır. Komşularının daha fazlası Osmanlı devletinden ayrılmış olsa da hepsiyle iyi komşuluk, dostluk ve işbirliği ilişkileri başta gelir. Bakmayınız bu gün etrafımızda herkez düşman diye propagandalarına inanmayınız. Bu gün tüm çevremizde hatta Osmanlı coğrafyasında tüm halk Büyük Türkiye’ye hem saygı hemde sevgileri büyüktür. Bu gün oralarda yöneten kuklaların zincirleri ABD-İngiltere’ye bağılı olduğu için onların emirlerine uymaktalar. Türkiye Cumhuriyeti’nin dış politikası bir ulusal dış siyasettir. Dış siyaset merkezlerinin tez, konsept, öneri ve yönlendirmelerini kabul etmez. Uluslararası güvenlik kurallarına bağlı kalarak dost ve müttefik ülkelerin ricası üzerine terörle birlikte savaşma kapsamında 12 ülkede barış gücü bulundurur. Türkiye yine 3 kıtaya yayılmaya başlamıştır. 21. yüzyılda barış ve güvenliğin güvencesi olan Kuzey Atlantik Paktı NATO üyesidir. Devlet güvenliği konusunda başkasına güvenmeyen Türkiye devleti, bir güvenlik kalesidir.
1990’lı yıllarda eski Yugoslavya’da Müslümanlara karşı soykırımın durdurulmasında, katillerin cezalandırılmasında, Batı Balkanlarda barış ve huzurun sağlanmasında ve yeni milli devletlerin tanınmasında Türkiye’nin paha biçilmez katkısı olmuştur.
Yıllardan beri 4 bin Suriyeli sığınmacıya ev sahipliği eden Türkiye, bölgede terör örgütlerinin başını ezen ve barış çabalarına öncülük eden devlettir. Türk dünyasında medeni yenilenmeye, Latin Alfabesi, yeni ortak değerler ve teknolojik atılımlarla öncü ve doğal gaz ve elektrik enerjisi üretim, taşıyıcı ve dağıtıcı en güvenilir ülkedir. Birleşmiş Milletler, Güvenlik Konseyi ve eski sömürgeci Avrupa devletlerinin dünyayı 20. Yüzyıl kuralları ve hukuk anlayışıyla yönetme yöntemlerini eleştiren Türkiye’yi destekleyen devletlerin sayısı yıldan yıla artıyor ve bu gelişmeler Türkiye Cumhuriyeti’ni bölgesel bir bölgesel güçten, etkisi artan küresel güce – Büyük Türkiye Cumhuriyetine taşımaktadır. Yakın Doğu, Balkanlar, Avrupa Birli, Afrika ve Rusya Türkiye ’siz olamaz. “Corona -19” salgın bunalımında 120 dünya ülkesine yardım gönderen ve insanları bu öldürücü salgından kurumak için yeni yeni laboratuvarlar çalıştıran, hastaneler açan, aşı geliştiren ülkenin Türkiye Cumhuriyeti olması gurur vericidir.
Cevap Rafet ULUTÜRK; Türkiye’de siyasi hayat, Osmanlı toplum yapısı ve devleti ile emperyalist istilacıların yadsınması ve yerine Türk milli iradesinin siyasi devlet yapılanması ortamında doğmuştur.
9 Eylül 1923’te Halk Fırkası “Cumhuriyetçilik”, “Halkçılık”, “Milliyetçilik” ve “Laiklik” gibi dört temel ilkeyi toplumsal hayata taşımış ve 1935’te bunlara “Devletçilik” ve “Devrimcilik” ilkeleri de eklenmiştir. Tarihin ve var olma mücadelesinin bağrında toplumu yeniden üretme ve güçlendirme gereği olarak fışkıran bu ilkeler, Türk halkının özelidir, toplumsal dikey yapılanmanın sarsılmaz ve yıkılmaz sütunlarıdır. Burada önemli olan laiklik demokrasinin teminatıdır. Devrimcilik adaletin ve özgürlüklerin teminatıdır. Türk siyasi zihniyeti “Mülkiyetin, adaletin temeli olduğunu”, parlamenter demokrasiyi, yasaların üstünlüğünü, çoğulculuğu ve insan haklarını da esas ilkeler olarak Türk siyasi yaşam ve devlet hamuruna başarıyla karmıştır.
Cumhuriyet halkın kurabildiği en yüksek ve adıl devlet sistemidir. Bugün Cumhurbaşkanlığı hükümet sistemiyle yönetilen Türkiye Cumhuriyeti, Cumhuriyeti büyütme yolunda çakılıp kalmamış, başkanlık sistemine geçerek dünya ülkeleri arasında cumhuriyet yönetim sistemini seçenlere örnek olmaktadır. Cumhurbaşkanlığı hükümet sistemi demokrasinin yetkinleşmesi koşullarında en üstün yönetim biçimi olup diktatörlük ve totalitarizme seçenektir.
96 yaşında olan Türkiye’nin siyasi partileşme yolu tek partili ve çok partili gibi aşamadan geçmiştir. Medeniyetler ve toplumsal düzenler gibi siyasi partiler de geçici olgulardır. Tarih tek kamaralı ya da iki katlı parlamentoların da ülkelerin gereklerine göre büyütülüp küçüldüğüne işaret eder. Örneğin Bulgaristan bugün Yüce Meclis toplayıp milletvekili sayısını 240’tan 120’ye düşürmeye çalışırken, TBMM’inde vekillerin sayısı son seçimde büyümüştür.
Türkiye Cumhuriyeti’ndeki siyasi partilerle ilgili görüşümü de şöyle ifade edebilirim.
Siyasi partiler toplumsal ihtiyaçların ürünüdür. Türkiye’nin İstanbul, İzmir gibi büyük liman şehirlerinde işbirlikçi, komprador güçlerin Türk sanayileşme ve serbest Pazar ilişkileri, modern finans ilişkileri ve tarımın kooperatifçi birimlerde teknolojik devrim yapma yolunu açmak için siyasi sahneye Milli Görüşün devamı olarak çıkan, 14 Ağustos 2001’de kurulan Ak Parti, bu ufku bir perde daha genişleterek bu yeni sosyal ve üretim ilişkilerini Doğu ve Güney Doğuya taşıma misyonu yerine getiriyor.
Bu atılım Türkiye’de yeni bir sosyal, ekonomik ve siyasi doku oluşturdu. Türkiye, kendi içinde Büyük Güçlü Türkiye, bütünleşmiş Türkiye anlamında böyle kuruldu. Bunun bir anlamı da ticaret sermayesinin milli sanayi üretiminde ve tarımda dönüşerek endüstriyel bağımsızlık ve egemenlik getirdiğini görüyoruz.
Sayın Recep Tayyip Erdoğan yönetiminde dünya ekonomisinin bunalımlı bir döneminde gerçekleştirilen bu atılım modernleşmenin en perspektifli dallarını kucakladığı gibi milli savaş sanayini de bünyesine alınca 83 milyon nüfusu ve 4 milyon sığınmacıyı rahatça besleyebilen bir Türkiye ortaya çıktı. Buna paralel 2 bin kilometre çevresine de gıda ve giyim, hammadde ve makine pazarı, kara ve hava ulaşımı merkezi oldu.
Yeni kuşağın anlamlı öğrenimle yetişme ufku oldu.
Bağımsız Türk devletleriyle yeni düzeyde buluşan Türkiye Cumhuriyeti kendiliğinden Türk dünyasına öncü ve ilham kaynağı oldu.
Balkanlarda ve Yakın Doğuda Osmanlı’dan ayrılan fakat ciddi anlamda bir türlü millileşemeyen ve devletleşemeyen soylar, kavimler ve halklar da bunalımlar girdabından kurtuluşa son çare Türkiye devletine sarılmada buldu.
Şu da var. Emperyalist devletlerin Yakın Doğu halklarının kaynaklarına sahip olmak için 20. Yüzyıldan günümüze taşan “Arap Baharı” ve “medeniyetler arası savaşlar” gibi uydurma teorilerin ateşlenmesi de Türkiye devletini halkların güvenliğini ve uluslararası barışı tehdit eden baş belası terörizmle mücadelede güvenli kale yaptı.
Osmanlı devrinde 300 yıl savaşsız, huzur içinde yaşayan bölge halklarının 20.Asın sonlarında ve 21. Yüzyılın başında yaşadıkları savaş ve terör felaketleri Türkiye’yi Bölgesel Büyük Güçten, dünyanın bugünü ve yarınlarının oyun kurucusu dünya devlerinin arasına taşıması, biz soydaşların dünya görüşümüzü de güçlü etkilemiştir.
Bizden herhangi birimiz, Bulgaristan’dan gelirken, Türkiye’de AK Parti yönetiminde muhafazakâr – liberal bir dev atılımın içine düşeceğimizi asla düşünmemiştir.
Bu arada Bulgaristan Türkleri Kültür ve Hizmet Derneğimiz BULTÜRK’ün de 2002’de kurulmuş olması ve AK Parti yönetiminde büyüyen Türkiye’yi gelişirken tanıması çok yararlı oldu. Bulgaristan’da bir tek Komünist Partisi vardı, Türkiye’de de Cumhuriyet Halk Partisi olduğunu işitiyorduk, isim olarak radyolardan Büyük Atatürk’ü ve davasını, rahmetli Turgut Özal’ı, rahmetli Alpaslan TÜRKEŞ’i ve rahmetli Bülent Ecevit’i de biliyorduk. Bulgaristan, milli kurtuluş mücadelesi, bağımsızlık ve egemenlik hamleleri yaşamamış, 2 defa Rusya esaretine bir de Almanya çizmesi altına düşmüş ve saygı ve insanlık dolu milli şuuru gelişememiş olan bir yer. Toplum ve siyasi yapısı, insanların dünya görüşü tamamen farklı bir küçük ülke olarak biliyorduk. Buna rağmen, insanımızın gönlünde Atatürk Partisi olarak bildiğimiz CHP’ye devlet kurucu bir parti olarak, dünya halklarına örnek demokratik bir düzen kuran bir parti olarak doğal bir sıcaklık ve yakınlık vardı ve vardır. Fakat bu gün hala Atatürk’ün partisi dememiz pek mümkün görünmemektedir. Çünkü bu gün aldığı kararlar ve sözcülerin açıklamaları Türk halkına değil de daha çok dış güçlere yaramaktadır.
Fakat soydaşlar olarak muhafazakâr-liberal ve sosyalist veya sosyal-demokrat bir dünya görüşü arasındaki 2020 nüanslarıyla bir analiz ve sentezden sonra çıkartmalar yapsak, gülünç duruma düşeriz.
Kuşkusuz seçim sonu tablolarına bakıldığında AK Partinin sağ kanat partisi olmasına rağmen oylarının %46’sını fakir kesimden, CHP’nin ise orta ve zengin kesimden alması, acil cevap bekleyen bir soruyu da doğuruyor, diyebilirim!
Milliyetçi Hareket Partisi MHP biz soydaşlar için, Türkiye koşullarında bir devlet partisidir, milliyetçiliği Türk kimliğinin gönlündedir, ideolojisi birleştirici, toparlayıcı ve sürükleyicidir. Bizler, Sayın Devlet Bahçeli’nin söylediklerini sorgulamayız. Gerçekleri konuştuğuna kesin inanırız.
Aynı sözleri, Türk toplumdaki sağ sol kesişmesinin göbeğindeki İyi Parti ve kurucu lideri Sayın Prof. Meral Akşener için de söyleyebilirim.
Ben de kendisini daha ilk miting söylevinde sevmişim.
Batı Trakyalı olması, bir muhacir kızı olarak böyle net birikimli ve her sözü isabetli ve yerinde söylemesi olmuştu. Özellikle Cumhurbaşkanlığı adaylığında sergilediği saygın görüşler kamuoyu takdirini kazanmıştır.
Biz dernekler direk olarak siyasetin içinde olmadığımızdan dolayı Halkların Demokrasi Partisi HDP hakkında söyleyeceklerim şunlar olacaktır. “Biz aynı kardeşleşmiş köklerden gelmişiz. Ağacı kurutma çabalarınızı kınıyoruz.” Bu dünyada her şey gibi siyaset de değişkenlik bir sonsuzdur. Bu gün büyük önder Sayın Erdoğan başkanlığında ve TBMM siya iradesi doğrultusunda yürütülen iç ve dış siyasetin doğruluğuna ve Türk Milletine yararlı olduğuna inanıyorum.
Cevap Rafet ULUTÜRK; Bulgaristan Türkleri Kültür ve Hizmet Derneği BULTÜRK, Türkiye’de tescil edilmiş olan, fakat Bulgaristan’da kalan kardeşlerimizi ve anavatandaki soydaşlarımızı temsil eden bir dernektir. İsmindeki “kültür” kavramı, ata-vatanda kalan halk kültürümüzle anavatanda geliştirdiğimiz kültürel değerleri Türk kültürüyle harmanlayarak geliştirmek ve halkımıza geri dönmektir. “Hizmet” sözünün anlamı da budur.
Biz, İstanbul /Beyazıt / Çemberlitaşta’ki Balkan Derneği’nin devamıyız. Onun yalnız yazar ve şairler kulübü olarak faaliyetlerini arşivimize alarak, halk kaynaklı ve halka dönük bir Bulgaristan Kültür üst yapı kuruluşu olarak, ayrıca da bir hizmet merkezi olarak geliştik. Hedefimizde Bulgaristan tarihini, Bulgar halkının maneviyatını, varsa doğru dürüst yanlarını ve kırılmalarını, Osmanlı geçmişiyle birlikte Müslümanları da söküp vatanlarından dışarı atma ve besledikleri ırkçı milliyetçilikle ne hedeflediklerini, neden millileşemediklerini, neden saygın bir devlet, hukukun üstünlüğü, demokrasi, insan hakları, azınlık hakları, ulusal kültür oluşturma ve başka konularda sürekli tökezlediklerini.
Onları isim değiştirmeye, din yasaklamaya, Türkçe konuşanlara ceza kesme, okul kapatma, mezarlıkları sürme, örf ve adetlerimize saldırma, Balkanların en barışçı insanları olan bizlere zulüm ederek, binlercemizi sürgün edip içeri atarak maneviyatımızı ayaklanmaya ve kitlesel göçe zorlama nedenlerini açıklamayı hedef seçtik.
Biz Son 20 yılda halkımızın yaralarını sarmak, onu yeniden uyandırıp gerçeklere yöneltmek, kimlik davamıza, hak ve özgürlüklerimiz için daha derli toplu daha bilinçli ve örgütlü mücadeleye hazırlandık.
Bu çalışmalarımız sözlü, kâğıda basılı ve elektronik yayınlarımızda başladı ve devam etmektedir. www.bulturk.org.tr ; www.bghaber.org
Bu amaçla Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi BGSAM kurduk.
BULTÜRK derneği olarak 15 kitap yayınladık. “Bulgaristan Türklerinin Sesi” adlı dernek gazetemizin Eylül’de BULTÜRK Gazetemizin 160.Sayısını çıkartık. “ www.bghaber.org ” Bulgaristan’dan aktüel haber ve yorum internet yayınımız Türkçe ve Bulgarca yayınlanıyor. Bulgaristan Türkiye ve Avrupa’da Türk aydınlarının buluşma merkezi olduk.
Okur kitlemiz yıldan yıla arttı. Bulgaristan karma bölgelerinde 20 binden fazla okuyucularımız var. Köşe yazalarımızın yazılarını ayrıca değerlendirip BGSAM olarak kitaplaştırıp eylül 2020 itibarı ile artık 73. Eserimizi çıkartmış bulunuyoruz. Bunları her okurumuzun okuyabileceği şekilde yayınladık. Bunları bu internet sayfamızdan da tüm dünyaya ulaştırıyoruz; https://sites.google.com/view/bgsam-kitaplar/2020?authuser=0
Türkiye, Bulgaristan ve AB ülkeleri dışında Kanada ve ABD’de de okur kitlemiz çoğalmaya başlamıştır. “BGHABER ajansımız” dünyaya açılmıştır. İnternette yayınladığımız sayfamızla ilgi büyük ilgi oluştu. Burada Bulgaristan Türklerinin geçmişimizi, madalyonun arka tarafını ve geleceğimize ilişkin tahminleri bizim sitemizden öğrenmesi gurur vericidir. Bulgaristan ile ilgili aktüel ve güncel analizlerimizi de yazarlarımızın görüşlerini gün gün yayınlıyoruz.
Ayrıca benim de “Türk Dünyasında Bir Bulgaristan Türkü 50 yıl mücadele” başlıklı birinci kitabımla Bulgaristan Türklerinin haklı mücadelesini ve kimlik özelliklerini Türk Dünyası’na taşıma çalışmalarımı da anlattım. “Bulgaristan Türklerinin Kimlik Mücadelesi” başlıklı ikinci kitabımda ve yaklaşık bir buçuk asırlık Bulgaristan Türklerinin kimlik kavgasını, gidişi dönüşe nasıl dönüştürebildiğimizi, öz kimliğimizi başarıyla yeniden üretebildiğimizi ve Büyük Türkiye’nin davamıza katkılarını anlattım.
Bu yayınlarla birlikte yüzlerce yıldönümü kutlamamız, konferans, panel, senpozyumlar, bilgilendirmeler ve görüşme düzenledik, kır gezilerinde, Balkanlarda yerleşik nüfus arasında derin gelenekli, kök bağları en güçlü, en kabiliyetli ve umut yüklü insanların biz olduğumuzu anlattık, emellerimizi sanat eserlerine yükledik.
Şu dönem uzaktan Türkçe öğrenme programları, teşvikli yöntemler, çocuklarda Türkçe özeni doğurma ve teşvik etme yolları geliştiriyoruz. Bulgaristan Türk edebiyatını genç kuşağa aktarma ve halk kültürümüzü devretme temel ödevlerimizde biridir. Yayınlarımızı her zaman ve her yerde bulabilir ve izleyebilirsiniz. İzleyenlerin bilmediklerini burada bulabildikleri söylemeleri bizi memnun ediyor. Ayrıca bizi takip edenlerin hızla değişme sürecine girdiğini ve ilgi artışıyla taraftar grupları oluştuğunu görebiliyoruz.
Bu güne kadar Bulgaristan Türkleri için yapılmış çabalar ve derin bilgi birikimimizden Türk siyaseti ve konuyla ilgili yöneticilerin daha fazla faydalanacağına inanıyoruz. Sivil toplum örgütü olarak bu çabalarımızı ve bilgi birikimlerimizi toplumu aydınlatmak amacımızla aşağıdaki medya ortamlarında paylaşmaktayız:
BULTÜRK–BGSAM-WEB SİTELERİMİZ;
1. Bulgaristan
Türkleri Kültür ve Hizmet Derneği (BULTÜRK)
BULTÜRK Derneğinin Resmi İnternet sitesi – www.bulturk.org.tr,
2. BGHABER
Bulgaristan konusunda analizler, makaleler ve haber sitesi:
BGHABER: www.bghaber.org, Bulgaristan ile
ilgili Aktüel İnternet Sitesi
3. BULTÜRK Bulgaristan Türkleri Sesi Gazetesi: Yayınlanmış Gazeteler
4. BGSAM – İnternette BG Stratejik Araştırma Merkezi’nın çıkarttığı Kitaplar: – https://sites.google.com/view/bgsam-kitaplar/ana-sayfa?authuser=0
5. BULTÜRK Gazete Haber Sitesi: www.bulturk.net
GAZETE:https://sites.google.com/bulturk.org.tr/e-bulturk/anasayfa?authuser=0
6. BULTÜRK Derneğinin Yayınladığı Kitaplar;
Türk dünyasına hizmetten başka hiçbir siyasi ve iktisadi beklentisi ve amacı bulunmayan bir sivil toplum örgütü sıfatıyla BULTÜRK olarak her türlü katkıda bulunmaya hazır olduğumuzu tekrar belirtmek isteriz. Bizi takip edin Bulgaristan’da olan bitenin nabzını tutmak isterseniz, gerçekleri öğrenmek isteyenleri davet ediyoruz.
Cevap Rafet ULUTÜRK; Hem Bulgaristan’da hem de soydaşlarımız arasında Türkiye’de 2010 – 2014 – 2017 – 2019 yıllarında yaptığımız anketlerden çok güzel tespit ve öneriler aldık. Büyük katılım coşkusu yaşandı. Basın yayın stratejimizi yapılanmasında, elektronik yayınlara yönelmemizde, genç kuşağa yönelmemizde, geleneksel kültürümüzle birlikte güncel olaylara ağırlık vermemizde ve ülkenin her ilinde ve merkez belediyelerinde muhabir ağı oluşturmamızda çok faydalı oldu.
Bulgaristan’da kalan kardeşlerimizin ruh halini de yakından duyumsayabildik. Ekonomik sorunlarını görebildik, sağlık sektöründe ve eğitim öğretim alanından sorunlarla ilgili doyurucu bilgi sahibi olduk. Anket sonuçları hedeflerimizi biçimlendirdi.
Cevap Rafet ULUTÜRK; Bir insanın hayal edebilmesi uyurken uykuda sayması gibidir. Düşünde Bulgarca sayan birisi, Türkçe hayal edemez ve Türkleri anlayamaz. Bu benim şahsi fikrimdir. Bulgaristan Türklerini zorla ve birden olmazsa – bu 20 yıl denemesiydi – 21. yüzyılda gitgide Bulgarlaşmaya itme bir milli siyaset olarak devam etmektedir. Bulgarların millileşmesi Osmanlı bağrında başladı, uyanış ve milli mayalanma ve dirilişlerini 18. ve 19. yüzyıllarda yaşarken, 19. Yüzyılın sonlarında ve geçen yüzyıl bu süreç çok şiddetlendi ama tamamlanamadı.
Birinci Dünya Savaşından sonra felaket yaşandı.
Ne var ki 1925 ve 1934 askeri darbeleriyle bu süreç, milliyetçiliğin son aşaması olan – ırkçılığa yönlendi. Tarihlerinde ilk kez Bulgaristan’da İtalyan faşizmi ve Alman Nazilerinin etkisiyle taban örgütlenmesi gerçekleşti – “Radnik”, “Bradnık”, “Kubrat” ve başka isimlerle Bulgaristan’da Nazi örgütleri kuruldu. Olay liselerde mayalandı ve programlı, hedefli ırkçı harekete dönüşürken hepsi bir ağzdan “Yahudiler, Çingeneler ve Türkler ülkeyi terk etsin!” dedirtiler.
1934-1944 Müslüman Pomakların isimlerini değiştirme ve İslam’dan vaz geçmeyenlere iş vermeme, evlenmelerini yasaklama gibi olaylar aynı aşırı milliyetçiliğin ürünleridir. Pomak kardeşlerime çocuklarını kurtarmak yardım etmek isterlerse tek önerim olacak çocuklarınızı Türkiye Türkçesini öğretiniz. Gelecek Türkiye Türkçesi bilenlerin olacaktır.
Demek istediğim, Bulgarlar “bilinç ve kimlikleri dışardan taşınır” özlü Alman teorisi temelinde 1934’te hazırladıkları Müslümanlarla ilgili devlet stratejisine temel ettiler. 2 700 okulumuz kapandı. Bulgar okulunda Türkçe derse girme derdine katlandık. Önce ders arasında Türkçe konuşmak yasaklandı, ardından sokakta ve kamu yerlerinde Türkçe konuşmak yasaklandı ve sonunda Türkçe söz edene ceza kesilmeye başlandı, Türkçe kitaplar, planlar, kasetler, feslerden sonra, şapkalar toplandı.
Bir tek Türk gibi duyumsamayı ve Türkçe düşünmeyi yasaklayamadılar. 1939’da Çar III. Boris işlerin sarpa sardığını, faşist gaddarlığın kükremesiyle azınlıkların komünistlerin tarafına kayacağını görünce faşist örgütleri yasakladı. Fakat Bulgar devleti ilk defa baskı ve zulümle bilinç ve kimlik değiştirmeyi denemiş oldu.
1963’ten başlayarak bu yaklaşım Komünist devlet yönetiminde önce gizli, sonra üstü kapalı ve sonunda açık saldırı ve soykırım denemesi şeklinde stratejik program haline geldi. Bu amaçla Müslümanların önce maddi varlığı yok edildi. Manevi hayatı devlete bağlandı. Okul programlarına sıkı milliyetçi, gerçeklerin çarpıtılmasından oluşmuş bir şovenizm öz akıtıldı.
Bu durumda Türkçe bilmemizi ana sütümüze, dinlediğimiz ninnilere, nenelerimizin hikâyelerine ve dedelerimizin kulağını çekmesine, köy yaşamı, tütüncülük ve hayvancılık dilimizin Türkçe olmasına borçluyuz.
Bulgaristan Türk edebiyatının oluşması, kültürümüzün kendini kuşaktan kuşağa ev ortamında da olsa yenileyebilmesi tarihsel zaferlerimizden biridir. Edebiyatımız Bulgaristan Müslümanlarının kendi kaderlerini kendi belirleme çabalarını dile getirmiştir.
Bugün araba geçer izi kalır anlamında varız anlamındadır. Gençlerimizin % 70’ı Batı ülkelerine işe çıktı ve kazandıkları paralardan bir kısmını yakınlarına göndererek Türklüğümüzü yaşatıyorlar, evlerini onaran ve yeni ev yaptıranlar var. Gurbetçiler devlete el açmadan yaşama yolu açtılar.
Kısacası insan simgelerle, sözlerle, kavramlarla hayal eder. Türkiye sanal dünyası Hızır gibi yardımımıza yetişti. Türkçe yazamayan ama söz hazinesi zengin, Türkçeyi iyi konuşan bir kuşak yetişti. Biz bugün internet aracılıyla onun hayallerini besliyoruz. Hayallerinin hamalı olmasını önleyip onları kanatlandırmaya çalışıyoruz.
Cevap Rafet ULUTÜRK; Bulgaristan’da Türkler, Pomaklar, Romenler, Tatarlar, Müslüman Millet (Çingeneler), Gagavuzlar, Makedonlar, Ulahlar olmak üzere 9 azınlık var. Bunların tüm yöneticileri azınlıkları değişik zamanlarda eritilerek, kimlik yitirerek devletin Bulgarlaştırma makinesine salındı. Müslümanlar kimlik kıyımı makinasını 12 defa durdurduk.
12. defa – 29 Aralık 1989 tarihinde Müslümanlar Sofya Parlamentosunu kuşatınca devletin terör makinası isimlerimizi ve din haklarımızı geri kusmak zorunda kaldı. Dilimiz, anadilde okul hakkımız, kültürel kimlik hakkımız ve azınlık kimliğiyle yaşama haklarımız makinanın içinden çıkaramadık içinde kaldı.
Bu sorunun kısa cevabı şudur: Bulgar devletinin en büyük sorunu azınlık kimliklerinin resmen tanınması sorunudur.
Azınlıkların da en büyük sorunu budur. Bu sorunlar Bulgarların daha öte millileştirilmesini durdurmuştur. Devlet stop etmiştir. 8 Ekim tarihinde yayınlanan Avrupa Konseyi (AK) geçici bildirisi de somut olarak Makedon ve Çingene kimliklerinin tanınması konusuna adanmıştır.
Avrupa İnsan Hakları Konseyi’nin (AİHK) bu konuda Sofya hükümetine uyarıları var.
Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin (Strazburg AİHM) Bulgaristan’da vatandaşların ve azınlıkların bireysel ve kolektif hakları azınlık ve milli kimlik haklarıyla ilgili 44 karar aldı. Bulgar yargısı bu kararların hiç birini uygulamadı. Bazıları için tazminat ödediler. Kimse tazminat almak için dava açmamış, yıllarca mücadele etmemiş, hapis yatmamıştı.
Bulgar devleti azınlık kimliklerinin tanınmasında milli güvenlik için tehlike görüyor. Azınlıkların doğru dürüst eğitimle öğrenimli, meslekli, aydın kimlikli yetişmesinde de aynı tehlikeyi görüyor. Azınlıkların kendi dillerini öğrenmesinde, kendi dillerinde rüya görmesinden ve hayat etmesinden bölücülük doğacağından korkuyor.
Bulgaristan’da yaşayan Makedon hapislilerinin “OMO – “İlinden” örgütü Makedon kimliğinin meşrulaşması konusunda Strasburg AİHM’de 6 dava kazandı, ne bireysel ne de ortak Makedon kimliği henüz tanınmadı ve artık Bulgaristan ile Kuzey Makedonya Cumhuriyeti (KMC) arasında bir sorun haline geldi. Bulgaristan Kuzey Makedonya Cumhuriyeti’nde yaşayan Bulgarların milli kimliklerinin ve azınlık haklarının tanınmasında ise direniyor, fakat buna karşılık Bulgaristan’da Makedon yaşadığını kabul etmiyor. Aslında Bulgarlar 1945’te bunu kabul etmişlerdi. Bulgar Bilimler Akademisinde Makedon dilinin bir halkın resmi dili olduğuna ilişkin savunulmuş doktora tezleri dahi var. Eğer sorun çözülemezse, Bulgaristan aralık ayında MKC’nin Avrupa Birliği üyelik dilekçesinin görüşülmeye açılmasına veto koymak istiyor. Kimlik sorunları Bulgaristan’da siyasi, manevi ve kültürel hayatı dondurmuştur, Bulgaristan Türk gençliği de dondurulmusluğun içindedir. Bizim Bulgaristan’da ana sorunumuz Kimlik sorunumuzdur.
Cevap Rafet ULUTÜRK; Bulgaristan Türklerinin hepsi demokrattır. Bir defa dindar olanlarımız Bulgaristan’da komünist dönemde Tanrı kiliseden zorla çıkarılırken lanetleyerek terk ettiği yere bir daha dönmediğinden, Doğu Ortodoks Kilisesinin durumu ortadadır. Memleket dinsiz kalmasın inancıyla modern dünya görüşü, ahlak ve insan sevgisi yaşatanlar Müslümanlardır. Bulgaristan Türkleri arasında deist ya da ateistler daha çok aydınların içerisinde bulunmaktadır. Komünist baskının İslam kültürünü yasakladığı dönemlerde maneviyatı yavan kalanlarımız da İslam’ın son din olduğunu, Peygamberimizin hepimizin resulü olduğunu, Allah’ın af edici olduğunu ve en önemli erdemimizin inanarak hayır etmek olduğunu bilir. İnanan vatandaşlar olarak Bulgaristan Müslümanları hak ve özgürlükler ateşinden geçtikleri, kin ve nefretle yaşamanın günah olduğuna inandıklarından dolayı, farklı olanın da insan, ama zehirlenmiş bir toplumda yetişmiş, yardıma muhtaç İnsan olduğunu görebildiği için demokrattır ve ayrıcalıklıdır. Bulgar günahkârları ancak Türk demokratların haklılığını tanımasından temizlenebilirler!
Cevap Rafet ULUTÜRK; Hiçbir anayasada ve ceza kanunlarının hiçbir maddesinde – Türklere karşı işlenmiş suçlar suçtan sayılmaz yazmasa da – memleketimizdeki uygulamada bu böyledir.
Açılan hak arama davalardan hiç biri sonuçlanmamıştır.
Haklı davaların sonuçlanmasını engelleyen Bulgar savcılığına karşı açılan davaları kazananlara da – savcılık yüzünden davanın zaman aşımına uğramasından hak edilen bir tazminat ödenmiş ve dosyalar kapatılmıştır.
Soykırım suçluları hal bugün bile iktidardadırlar.
Bu olayı, 30 yıldan beri Moskova ve özellikle KGB arkalamıştır. Hak ve Özgürlük Hareketi de bu konuda ses çıkar(a)mamıştır. Adil olmayan barışın ardına ve şahsi çıkarlarının adına gizlenmiştir. Bulgar devleti Türkler konusunda toplumda ağır basan Türk düşmanı ırkçı-faşist ayarı boz(a)mamıştır. Geleneksel hedeflerinden ödün de vermemiştir.
Belki de bu daha önce bilmediğimiz Bulgar başkalarını git gide manen tüketme uygulamasıdır.
Özünde bireylerin ve azınlıkların kendi kimliklerini belirleme hakkına hayat hakkı tanımamak olduğunu artık görebildik. Bu konuda Avrupa Birliği, Konseyi ve Mahkemelerinin azınlıkların kurtarıcısı olmadığı da gün gibi ortadadır. Şunu ilave etmek de yerinde olur. Avrupa Brüksel beyni, Bulgaristan gibi kenar üyelere, Alman “Der Spigel” dergisinin de yazdığına göre, yeni sömürge ülke gibi bakıyor ve idareci komiser olarak atanan Başbakanlar ve hükümetin işlerine karışmak ve adaletsizliği durdurma görevini üslenmek istemiyor.
En önemli olan da, Bulgar millileşme çağının 20. Yüzyıldan 21. Yüzyıla tüm illetleri, kötülükleri ve zulüm aletleriyle taşınmış olmasıdır.
Cevap Rafet ULUTÜRK; Mahallelerde hiçbir dönem Türk-Bulgar çatışması yaşanmadı. Siyaset her zaman azınlıkları Bulgarlardan ayırdı. Bulgaristan’da sosyalist düzen ekonomi ve manevi olarak çöktü. Sosyalizmin kapitalizmden sonra gelen ve daha üstün olan bir üretim tarzı, medeniyet ve kültür olduğu yalanmış. Faşizmden farkı ise, ancak özel sektörsüz bir toplum olduğunu görmeyen kalmadı.
Biz Bulgaristan Türkleri hem Hitler faşizminin hem de Stalin totalitarizminin tüm zulmünü gördüğümüzden ve üstüne üstelik de soykırım denemesi ve sürekli göç ve parçalanmalardan ezildiğimizden dolayı, bizdeki totalitarizm alaca gölgeli, ayrıca zulüm kokan demokrasiye önce gelişmelere sevindik. Zamanla bu beklentilerimiz söndü, çünkü Bulgarlar da çöp tenekeleri etrafında dolaşmaya başladılar. En iyi olan Türkiye kapısının açık kalması, gençlerin ekmek teknesini Avrupa Birliği ülkelerine taşıması, NATO üyeliğimiz ve ayrıca Avrupa Birliği’ne alınmamız gibi gelişmeler oldu diyebilirim. Başka bir ifadeyle, aklı başında olan herkes derede kafasını taşlara vura bura ölmek yerine, denizde boğulmak ister. 20. Yüzyılda biz, “bir kaşık suda” boğuluyorduk…
Durumun kökten değişmesi zamanı gelmiştir.
20. yüzyıl süreçleri bugün usulsüzlük ve yolsuzluklar, dolandırıcılık ve rüşvetçilikler olarak devlet bünyesinde devam ediyor.
Sosyalizmin birikimlerini ve son 15 yılda Avrupa Birliği’nden gelen yardım ve yatırım paralarını ele geçiren 200 aile, ülkenin kalkınmasına yatırım yapmak istemiyor. Sosyalizm yıllarında kurulan alt yapı ve endüstrinin çökmesinden sonra hala geleceğini göremeyen halk kâbustadır. Avrupa’da ve Amerika’da okuyup geri dönen ve artık 100 gündür Sofya’da gece gösterileri yaparak hükümetin istifasını, meclisin dağılmasını, başsavcılığın yok olmasını ve parlamenter demokraside köklü reformlar isteyen – yani komünist totalitarizm döneminin tamamen sökülerek süpürülüp sabunlu suyla yıkanmasını isteyen – 6. nesil genç kitlenin hayallerini okumak zor.
Çünkü program açıklamıyorlar. Fakat son yıllarda ülkede oluşan yeni bir olgu var. Bulgaristan’a Batı’dan büyük sayıda yazılım şirketi geldi. Bunlarda 160 bin genç çalışıyor ve maaşları da 6 bin levaya çıkmıştır. Bu gelir ülkemizdeki ortalama emekli maaşından 15 defa yüksektir ve yeni bir üst tabaka oluşmaya başlamıştır. Geleceği bu tabakanın belirlemesini isteyenlerden iktidar, siyaset ve adaleti biz belirleyeceğiz sesleri yükseliyor ve direnişler ısrarlı ve serttir.
Azınlıkların kaderi konusunda kimsenin ağızını bıçak açmıyor.
Eğer son 30 yılda Bulgaristan toplumunun oluştura bildiği ve genç neslim öncülerini birleştiren, en değerli olan buysa, uygulamada şu hususla yüzleşince şaşmamamız gerekir. Yani Z kuşak teknolojik toplumu yeniden biçimlendirip yönetecek çok varlıklı küçük bir zümreye işaret ederken şunları da görebiliyoruz. Bulgar ruhunu kayıtsız koşulsuz kabul etmiş olan, politik isteklerinden, azınlık hayallerinden, seçme ve seçilme hakkından vaz geçmiş ve yalnız yemeden içmeden ve eğlenmeden tatmin olan, hayatı garantili bir sosyal tabakaya var olma hakkı tanınmak isteniyor. Bugün de sosyal yardımlardan yaşayanlara iş gösterilmiyor.
Avrupa Birliği üst aklındaki “jendet toplumu” ya da İstanbul Anlaşmasına göre çok farklı yeni bir deney toplumu oluşturulmasına Bulgaristan seçilmiş olabilir. Olayları izleyenler dünyanın “insan haklarını”, “azınlık haklarını” ve “milli kimlikleri” yok saymaya hazırlandığına işaret ediyorlar.
Bulgaristan, gelecek toplumların deney ülkesi oluyor.
İnsana öyle geliyor ki, sanki ikinci Rusya esaretinde kalmamızı ve Almanya Nazi esaretinin bir asır bilincine varamadığımız gibi, teknoloji devri köleliğini, ülkemizin satıldığını, satılabileceğini, asırların posası gibi fark etmeden yaşamaya zorlanabiliriz.
Ne var ki bu kapı henüz açılmadı fakat ilgililerin elleri anahtarlıktadır. Toplumda şimdilik bu yönde bir gelişme var ve yeni önlemlere tepkiler henüz beliriyor. 2019’da Roman çocuklarının okullardan kaçırılıp Norveç’e götürülmesi ve kimliksiz insan tipleri oluşturma olaylarını tepkiler toplumu sarsmıştı. Bu çocukları orada neler yapıldı, duyulanlara göre işkence edilerek onların kanları alınıyormuş bunun doğurulu nedir bilemiyorum. Amma Medeniyetin merkezi diye bilinen Avrupa üstünden halı kaldırıldığında galiba dünyada en vahşi ve en acımasız bir yer olduğu görünecek gibi duruyor.
Bu gün 30 yılın en iyilerinin en kötülerinin sentezinden yapabildiğim çıkarma ne yazık ki budur. Vatandaşlarıyla birlikte sosyalizm yıllarında pazara çıkarılan ve Sovyetler Birliğine ucuz pahalı teklif edilen memleketimin yeniden tezgâha konacağından korkuyorum.
Cevap Rafet ULUTÜRK; Bulgarlar Osmanlı’da dini alanda toplumsal sahneye çıkabildiler. Yunan papazların kiliselerinden çıkarmak için Kongreler yaptılar. Sultan kapısı çaldılar ve 1872’den başlayarak Doğu Ortodokslukla kiliselerde anadillerinde ibadet, kilise ve kilise dışı Bulgar eğitim ve öğretim hakkı elde ettiler. Bu, Bulgar din adamlarının Osmanlı devletiyle yürüttüğü diyaloğun bir başarısıdır.
Bulgar politik zümresi siyasete katılma hakkını ve kendi menfaatlerini öne sürme hakkını Berlin Konferansından (1878) tepsi içinde aldı. Yenileşmenin Bulgarların Müslüman vatandaşları da politik sahneye davet etmesi gerekirdi ama bu olmadı, Bulgarlar bu nimeti kendilerine sakladılar. 2001 yılına kadar Türkler az sayıda temsilciyle ancak meclise girebildiler. II.Simeyon hükümetinde bakanlarımız oldu.
2005-2005 döneminde Başbakan Yardımcımız görev aldı ve Bulgar siyasi çevresinin iplerin içerenler değişmemiş olsaydı, HÖH-DPS partisi belki de birkaç hamle sonra Başbakan çıkarabilecekti.
Bu gelişmenin güç kaynağı Türklerin dikey kültürlü bir millet olmasından ve Güneşin her sabah Türkiye üzerinden doğmasıydı.
Ne yazık ki 2009’dan sonra Bulgaristan’da siyasi durum çok değişti. Bugün Cumhurbaşkanı Hava Kuvvetlerinden General, yürütmenin başı polisten General, meclis dış siyaset komisyonu başkanı da Amiraldir.
Bulgaristan bir NATO ülkesi olmasına rağmen, azınlıklardan subay yoktur.
Yeni Bulgar tarihinin 112. Yılında, Bulgaristan’da ve Doğu Avrupa ülkelerinde rejim değişikliği oldu. Bu değişiklik Bulgaristan’da yüzeysel kaldı. Ülke çöküş yaşadı. Bulgaristan’da kurulan ilk Türk partisi, son 30 yılın belirli bir döneminde Türklere devlet siyasetinde bir pay talep edeceğine, ulusal siyasette denge unsuru rolü görmeyi seçti, genel siyaseten sadece kişisel pay elde etmekle yetindi, dolayısıyla Türk azınlığın dertlerini çoktan unutulmuştu. Türklerin haksız ve siyasetten uzak bırakılmasını belirleyen ve ayakta tutan zamanını doldurmuş belgeleri maalesef yırtamadık.
Bu durumda Hak ve Özgürlük Hareketinin içinden gelen baskılar 30 yılda 7 defa parçalanmaya neden oldu.
Kim ve niçin parçalandık hala belli olmadı, çünkü arkada şeytani aklı göremedik. HÖH’ten kopan güçleri 4 defa HÖH Genel Başkan Yardımcısı ve son defa da bizzat Lütfi Mestan şahsında Genel Başkan tarafından yönetildi. İkinci bir Türk partisine hayat hakkı, meclise girme fırsatı tanınmadı, hep engel olundu. Bu partilerin Bulgaristan Müslümanlarına hangi konularda yardımda bulunduğunu söylemekte güçlük çekiyorum.
Lütfi Mestan, eski başbakan Ahmet Davutoğulu ve Bulgaristan’ı tanımayan sadece turistik olarak gelen gezen Aziz Babuçu’nun oltasına takılmıştı. Bunların hepsinin yem olduğunu ve kimin o yemi bıraktığını öğrenmemiz için ille de 20 sene mi geçmesi gerekir. Maalesef burada çok profesyonelce yönetildik ve Bulgaristan STK’larının da burada günahları çoktur. Bunu öğrenmemiz bizlere Bulgaristan’da HÖH’ün muhalefet kadroları bitirtildi ve bir nesil yok olmasına mal olduğunu düşünüyorum.
Ayrıca Bulgaristan karma bölgelerinde hayvancılık geliştirmek için 1 280 000 000 Avro yatırım yapılacağı balonu salındı ve uçmadan balon patladı.
HÖH partisi ise Bulgaristan Müslümanlarının geçim kaynaklarını yok etmiş ve yerine bir şey koymamış, yeni hedef ve yön de göstermemişti. Fakat felaket kuyusu kazılırken partinin başındaki kişi Lütfi Mestan, kurbana dua okuyan da, onun en yakın dostu, ekmek teknemizi kıran Delyan Peevski idi. Manevi ve kültürel alanda totalitarizm döneminden kalan durgunluğun korunmasına, Müslümanlar için derinleşmesine ve yer yer sertleşmesine suskun kaldı. Bunlar “Bulgar Etnik Modeli” asimilasyon siyasetinin yeni bir biçimiydi. Her şeye rağmen Türk partilerinin kapanması, dağılması ya da yasaklanması Bulgaristan Müslümanları için büyük bir kayıp olur. Bulgar milliyetçiliğini kükretir. Bunun için Azınlıklara tek yol kaldı o da bağımsız adaylarla bu parlamento duvarlarını aşmalıyız.
Cevap Rafet ULUTÜRK; Üçüncü Bulgar devleti tarihinde Bulgaristan Müslümanları 1913 seçimlerinde Radoslavov’un Liberal Partisine, 1919’da Aleksandır Stanboliyski’nin Çiftçi Partisi’ne ve 1944’ten sonra Vatan Cepgesi’ne, Bulgaristan Halk Çiftçi Partisine, Komünist Partisi’ne ve 2017 genel seçimlerinde de GERB partisine oy verdiler.
Bu siyasi partilerin hiç birisinde kurucu Türk veya Başkan Yardımcısı Müslüman yoktu. Bu siyasi adımların hepsi bilinçli atılmıştır.
Radoslavov liberallerine oy vermekle, Pomaklar Türk isimlerini, İslam dininde ibadet haklarını, medrese, cami ve mescitlerini, mezarlıklarını, İslam geleneklerine göre yaşama hakkını geri aldılar.
1919’da Aleksandır Stanboliyski’ye oy veren Türkler tarım reformunu, kooperatifleşmeyi, tarımın makineleşmesini ve yeni üretim ilişkilerini desteklediler ve ekonomik kalkınmadan yana tavır aldılar.
1944’ten sonra Türkler Vatan Cephesi hükümetlerini, 1946 referandumuna katılarak monarşiden kurtulup Cumhuriyeti desteklemekle aslında faşizm zincirlerini kırıp özgürlüklere el atmıştır.
Bulgar Çiftçi Partisi 1923’te iktidardan düşürülüp ezilmiş olsa da 1944 yılına 760 bin üye ile girmiş ve tarımda dönüşümlere kucak açmaya hazırlandı ve Türklerle birlik olmada gelenekleri vardı.
1945’te Moskova’ya bağlı bir grup silahlı komünistin İşçi Partisi olan komünist partisi, ülkenin tek döviz kaynağı olan tütün üretimi geleneğinin Türklerin elinde olduğunu bildiğinden dolayı, onları sosyalizm davasına kazanmaya önem veriyordu.
1951’de Stalin’in baskısıyla 250 bin Türkün göçe zorlanmasına Başbakan Vılko Çervenkov ve İç İşleri Bakanı Anton Yugov karşı çıkmıştır.
Bu gelişmeler büyük sayıda Türkün İşçi Partisi’ne dolayısıyla Komünist Partisine geçmesine neden olmuştur.
1952-1958 yılları arasında Türklerin kültürel otonomi haklarının tanınması bu yakınlaşmayı güçlendirmiştir.
1989’a kadar Türklerin politik partisi yoktu. Oylarını Çiftçi partisine ve BKP’ye verdiler.
1971 Anayasası da 1946 anayasası gibi halk oylamasıyla kabul edilmişti.
Son 30 yılda Bulgaristan Türkleri ve soydaşlar oylarını başlıca HÖH partisine verirken, 1992’de tarımın talancı özelleştirilmesinden ve 1997’den sonra devlet endüstrinin de haydutça paylaşılmasından sonra, 2001’de yapılan seçimlerde, yolsuzluklardan hesap sorulması sloganını yükselten aşırı sol parti “Ataka” oyların %2’sini almıştı.
2017 genel seçimlerinde GERB partisini özellikle Deliorman’da ve Güney Doğu Rodoplar’da 14 köy muhtarlığını kazanması nedenleri farklıdır.
HÖH partisinin gerçekleştiremediği sosyal ve ekonomik istekleri, Başbakan Borisov’un amaca yönelik yatırımlarla çözmüştü.
HÖH partisinin Türk seçmenin seçim özgürlüğünü kısıtlayan seçimlerde tercihli oy kullanma özelliğini bir parti kararıyla kabul etmemesi ve Razgrat milletvekili Güney Hüsmen’in partiden atılmasına tepkiydi.
2021 gelen seçimlerinden önce “Evet, Bulgaristan!”, “Demokratik Bulgaristan”, “Var Böyle Bir Halk!”, “Cumhuriyetçi Bulgaristan”, “Diril Bulgaristan” vb partilerin hiç birinde Başkan, eş başkan ya da Başkan Yardımcısı Türk yoktur. Sadece Pomak genç aydınlardan Mustafa Emin “Evet Bulgaristan” partisinin kurucularından biridir. Ayrıca Cumhuriyetçi Bulgaristan partisinde de Pomak Filibeli iş adamı Kemal TİNEV de kurucuların arasındadır. Bu yeni partilerden ikisi – “Evet Bulgaristan” ile “ Cumhuriyetçi Bulgaristan” partileri azınlıklarla çalışmaya açık olduklarını açıklarken ve ilk adım olarak seçim konuşmalarının Türkçe yapılması isteklerimizi destekleyeceklerini açıklamış bulunuyorlar. Bulgar kamuoyu, seçimlerde Türklerin Bulgar partilerine oy vermesini kabul ediyor, fakat Türkleri mecliste ve milli politika kurumlarında kabul etmiyor. Peki, Türk kamuoyu Bulgarların Türk partilerine oy vermesini kabul ediyor mu? Soran yok tabi ki.
Bu bir süreçtir adım adım ilerlerken uzman düzeyinde Türk kadrolar yetiştirmek de bizim ödevimiz olmalıdır.
Cevap Rafet ULUTÜRK; 1990’dan sonra Bulgaristan’da 5.Cumhurbaşkanı seçildi. Türk seçmen bunların hepsine katıldı ve her defasında ikinci turda seçilen adaya oy verdiler. Yani Türklerin oyu alınmadan Cumhurbaşkanı seçilen bu güne kadar olmadı. Sadece 2011 seçimlerinde HÖH oyları ile seçilmeyen Cumhurbaşkanı Sayın Plevneliev olmuştu. A.DOĞAN seçim sonrası bizim kaybımız 50.000 oy demişti. Bu oyları da ilk turda alan İlk Türk Cumhurbaşkanı Sali ŞABAN olmuştu. Yani yine Türk oyları ile seçilmiştir. Bu oylama her defasında HÖH yönetiminin çağrısına uyularak yapıldı. Bir olayın ciddi tepki uyandırmadan 5 defa tekrara etmesi, oyunu veren seçmen kitlesinin uyanamadığına, birilerine inanarak, bilinçsiz ve sürü duygusuyla hareket ettiğine de kanıttır.
Bu sonuçtansa, olayı örgütleyenlerin Türk seçmen ve özellikle azınlık oylarını, devlet düzeyinde imtiyazlar ve kişisel menfaatler için sattıklarına işarettir. Son seçimlerden sonra HÖH lideri Ahmet Doğa, milletvekili Delyan Peevski gibi resmi görevleri açısından devlet yönetim sistemi dışında bulunan kişilerin milyonlarca leva para harcanarak korunması gibi örneklerde olaylar büyüteç altına alındı ve tepki uyandırdı.
2016’da Türklerin oylarıyla seçilen Cumhurbaşkanı Rumen Radev’in Eylül 2020’de HÖH yönetimi tarafından istifasının istenmesi anlamlıdır.
Ayrıca yine bu yıl elektrik faturalarına eklenen “soğuk rezerv” ödemeleriyle toplanan 46 milyon levanın Ahmet Doğan’a verilmesi, Varna Isı Elektrik Santralı ortaklığının birkaç bin levaya yine Ahmet Doğan’a aktarılması, Türk seçmen oylarının parti yönetimi tarafından değişik oylamalardan önce satıldığına kanıt oldu.
Bu oylamalar ABD’den çok pahalıya savaş uçakları alma, “Belene” NES masrafları, polis maaşlarına zam üstüne zam yapma, baraj sularının boşaltılması, AB fon paralarının yoksullara ve küçük ölçekli üreticilere ulaşmaması, tarım üreticilerine paraların adaletsizce dağıtılması vb gibi örneklerde aslında kendini gösteriyor. Cumhurbaşkanlarının bu konularda susması, azınlık sorunlarına el atmaması ve milli birlik ve beraberlik sağlamaya çalışmaması dikkat çekicidir. Bulgaristan’da hiçbir defa Türk Cumhurbaşkanı Yardımcısı adayı olmamıştır. Bu hiçbir zaman da gündeme getirilmemiştir, burada Türklerin siyasi konularda ne kadar anladıklarını da sanırım anlatmaktadır. Cumhurbaşkanı Etnik azınlık sorunları danışmanı da her defasında bir Bulgar vatandaş seçilmiştir.
Cevap Rafet ULUTÜRK; Osmanlı devletinde milli uyanış ümmet çatlamasından, aynı olayların farklı öykülenmesinden, anlam değiştirmesinden, ufuk seçeneği belirmesinden doğmuştur.
19. ve 20. Yüzyılın en önemli olaylarından biri Osmanlı düşmanlığının Türk düşmanlığına dönüştürülerek çarpıtılması ve “Türk düşmanıyım” diyenin Batı’dan ve Doğu’dan destek ve himaye bulmasıdır.
1820’de Ege adalarında 15 bin Türk çiftçinin Yunan asiler tarafından katledilmesinden sonra İngilizlerin suçlulara kol kanat açması; Osmanlı’da açılan Amerikan kolejleri, Rusya Çarı’nın burslu yetiştirdiği Bulgar gençler, Belgrat’ta açılan “Legya” askeri eğitim merkezi, Romanya’daki komita yerleşkeleri bunların hepsi Türk düşmanlığı kuluçkalarıdır. Bulgar milliyetçiliğinin enkübasyon devri yaklaşık bir asır sürmüş ve İngiliz emperyalizmi ve Rusya imparatorluğu tarafından kışkırtılmış ve her tür maddi ve manevi desteklenmiştir. Nedeni Bulgaristan topraklarının Osmanlı devleti başkenti İstanbul’a yakın olmasıdır.
Şöyle ki 19. Yüzyılın 2. yarısında Bulgar komitalarının hepsi Rusya askeri istihbaratının maaşlı görevlileri oldu da artık gün yüzüne çıkmıştır.
Tuna’yı geçip Bulgaristan’da tüfek patlatan haydutların hepsinin zinciri elinde tutan Rusya göndermiştir. Bulgaristan’da bir arada yaşayan Türk ve Bulgarlar huzur içinde iyi komşuluk, yardımlaşma ve işbirliği örnekleri vermiştir. Bu ikisinin arasında tarih kitaplarına geçmiş hiçbir olay yoktur. Amma zincirli Rusya’da olan Bulgarlara organize edilen olaylar çoktur. Bulgar dilindeki en değerli sözlerden biri “komşu” dur.
Bulgar literatüründe “Osmanlı, Müslüman ve Türk” kavramlarının aynı anlamı taşıyan sinonim olarak kullanılması ve Osmanlı tarihinin son döneminde Batı devletlerinde kasıtlı olarak geliştirilen kötüleyici, küçük düşüren, alaycı ve lanetleyen simgelemenin Bulgaristan’a taşındığında yerli Türklere yüklenmesinden Türk ve Müslüman düşmanlığı doğmuştur. Bu ayrımcı ve gurur kıran eğilim Rus askeri istihbaratının Odesa’da İvan Vazov gibi Bulgar aydınlara para ödeyerek yazdırdığı şiir, destan ve “Esaret Altında” gibi romanlarla alevlenmiş, okul kitaplarına girmiş ve artık 6 kuşan öğrencilerin hafızasına zehir olarak akıtılıyor.
Monarşi ve totalitarizm yıllarında bir devlet politikası olan Türk ve Türkiye düşmanlığı, Alman faşizmi ve Moskova ve “Varşova Paktı” tarafından da desteklenmiş, yıllarca bir NATO üyesi olan Türkiye’ye karşı silahlanan Bulgaristan, 1984’te aynı silahları ve askeri birlikleri Bulgaristan’daki Türklere ve Türk köylerine çevirmiştir.
Bir iç savaş olarak gelişen bu ırkçı saldırı, 1882 -1944 yılları arasında Osmanlı maddi kalıtının sökülüp değiştirilmesinden, 1944-1990 döneminde okulların, okuma evleri ve kütüphanelerin devletleştirilmesi, Türkçe öğretimle birlikte ve kuran kursları ve medrese eğitiminin yasaklanmasının ardından Türk kimliğinin sökülmesi ve zorla Bulgarlaştırma sürecine dönmüştür.
Bu gelişmeler, Bulgaristan’da Türklerle Bulgarların arasını derin açmış, göç etmeyen Türkler isimleri ve din haklarıyla “Türk gibi yaşamaya yasaklı kale” içinde kalmışlardır.
İşte böyle bir sosyal ve kültürel ortamda Türklerle Bulgarların, Müslümanlarla Hıristiyanların yeniden kişisel dostluklar, iyi komşuluk ve öteki eski ilişkileri yeniden geliştirip güçlendirebilmeleri yolları henüz açılamamıştır. Bulgar kamuoyu ve devlet ruhu da azınlıklara mensup kimsenin yaşamadığı bir Bulgaristan hayal ettiği için yakınlaşma ve kaynaşma ufku olmayan bir perspektife ya da kuru bir ağaca işaret ediyor. Bu perspektife engel olan bir de Bulgaristan devletinin Avrupa Birliği değerlerini, yasaların üstünlüğünü, insan hakları ve azınlık hakları, kişinin kendi kimliğini kendisinin belirlemesi ve çocukların ana dillerinde eğitim görmesi gibi temel hakları uygulamayı kabul etmemesi belirleyici oluyor.
1990’dan sonra, kökleri 1920-1930’lara uzanan Bulgar faşist ve Nazi mayalanmasının, Avrupa Konseyi’nin tanımıyla “faşist” partiler olarak yeniden belirmesi ve VMRO – İç Makedon Devrim hareketi; NDSB – Bulgaristan’ı Kurtarma Hareketi ve “Ataka” partisi olarak “Yurtsever Cephede” birleşerek 2017’de hükümete tırmanmaları milliyetçiliği kükretti. Yakınlaşmanın, dostlukların ve yardımlaşmanın yeniden serpilip açması için öncelikle azınlıkların bireysel ve kolektif haklarının tanındığı, sivil toplum örgütlerinin yeni siyasi kokuyu oluşturduğu, politik partilere devlet yardımlarının kesildiği, çok kültürlü bir Bulgaristan’da adil ve demokratik yaşamın yasallaşması gerekir. Hayatın özünde özgür kişiler ve topluluklar daha güzel bir hayatı belirlemede birleşmelidir.
Bugünkü toplumsal yapı bu yolların hepsini kapamıştır.
Cevap Rafet ULUTÜRK; Milliyetler ve milliyetçilik dikenlerinin büyüdüğü 20. Yüzyılda varoluş anlayışı İnsanı İnsanoğlunu yola düşen bir nimet, göle atılan bir taş gibi görse de, biz Bulgaristanlı Türkler için insan yaşadığı toplumun ürünüdür.
İnsan doğmakla hata işlemiştir sayılmaz.
İnsan dünyaya hata işleme üzere de gelmemiştir.
Bu Bulgarlar ve Türkler için de geçerlidir. Türkü Türk yapan toplumun ona yüklediği kimlik ve bilinçtir, bu Bulgar için de geçerlidir. İnsan taşıdığı toplumsal sorumlulukları kadar Türk ya da Bulgar’dır.
İnsan soyu topu, anası babası, ailesi, içinde yaşadığı toplum, devlet önünde sorumludur. Bu sorumluluk aile ve toplum ahlakı, anaya ve yasalarla ve devletin özel kurallarıyla belirlenmiştir.
Bir insan sorumlu olduğu kadar büyük insandır.
İşte bu noktada biz Türklerin ve Bulgarların hatalarından, eksiklerinden ve artılarından söz edebilmek için ortak değerler ve ortak sorumluluklar sistemi oluşturmalıyız. Bunu yapabilmemiz için milli menfaatlerin, ulusal güvenliğin, çok milletli ve çok kimlikli bir toplumsal ortamda kişisel kimliğin tanımını bilmeliyiz. Anayasası ve yasası olan bir ülkede yukarıdaki tanımlar yoksa ortak değerlerin kıstasları belirlenemez, dolayısıyla bir şeyin hata, artı ya da eksik olduğu belirlenemez.
Bulgaristan’da tarihsel toplum değerlerinden, çok kültürlü toplumda beraberlik kıstaslarından süzülen bir toplum sözleşmesi imzalanamadı. Bu yönde ilk adım atılacak olsa bile, Türkler başta olmak üzere azınlık temsilcileri yuvarlak masaya davet edilmiyor.
1990’da da Türklerin yeni anayasanın siyasi ilkelerinin belirlendiği yuvarlak masaya davet edilmedi. Anayasada totalitarizm suçlularından ve güya “soya dönüş” katillerinden hesap sorulur, gizli ajanlar, muhbirler ve ihbarcılar yeni toplum düzeninde ve devlette sorunlu görev alamaz ilkeleri konmadığı için, ne suçlular yargılandı, ne de gizli polis devletten söküldü! Her olgunun 2 yüzü vardır, Bulgar toplumu gerçek yüzü görmek, suyun aynasına bakmak istemediğinden dolayı, hakikat ve adalet konuları karanlıktır ve farklılıklar eksiklik olarak görülen bir toplumda adaletten söz edilemez… Bulgarların kendine baktıkları ayna Gabrovo’da (Humor i satıra) müzesinde olan aynalar gibidir. Her türlü kendini görebilirsin ama gerçek halini göremezsiniz… Bulgarların gerçekleri bunlar.
Cevap Rafet ULUTÜRK; Bulgarların tarihinde her zaman değişim vardır. Bilmedikleri ise şeklin değişmesiyle öz değişmez. Önce “Güney Akım”, ardından “Türk Akım” daha sonra da “Balkan Akım” olarak değiştirilmesiyle Türkiye’den başlayarak bir sürü Balkan Yarımadası ülkesinden geçerek Avrupa’nın merkezine uzanan bu doğal gaz boru hattının hak ettiği ve işlevini yansıtan gerçek adını bulduğu kanısındayım.
Cevap Rafet ULUTÜRK; Avrupa Birliği 21.Yüzyılda kendi kıtasal sömürge sistemini kurdu, fakat artık çalıştıramıyor. Merkez ve kenar ülkeler, Doğu ve Batı ülkeleri olarak parçalanmış, özünü kemiren yolsuzluklara dayanamayan İngiltere “brekzit” dedi ve ayrıldı. Önümüzde İtalya bunu izler ve en ilginç olanı da Türkiye’nin oluşturacağı birliğime katılmak ister diye düşünüyoruz. Avrupa Birliği bir adalet merceği değildir, aldığı kararlardan hiç birini de uygulayamamıştır. Uygularım dese, dayanacağı güç NATO’dur. Eski kıtada en büyük ve en güçlü ordu Türkiye silahlı kuvvetleridir. Yunanistan’ın Türkiye’ye saldırabilmesi için ise, NATO karargâhından ve ABD’den izin alması gerekir. Yunanistan açsa bile desteklemez. Avrupa Birliği’nin iplerini çeken Almanya Türkiye’ye savaş aç(a)maz, o da ancak Türkiye’ye katılır, Akdeniz’de sınırları belirleyen dalgalardır. Artık Akdeniz Dalgaları da Türkiye’ye akacaktır. Türkiye tüm dalgaları önüne kattı Suriye, İrak, Libiya bunların hepsi Akdeniz de rahat gemi gezdirebilmek içindi. Burada tek güç var o da Türkiye Cumhuriyetidir bunu da sahalarda bileği ile göstermiştir.
Cevap Rafet ULUTÜRK; Bulgaristan’da 4 AB üssü tesis edildi. Bunlara bağlı olarak askeri atış alanları, lojmanlar, depolar ve sağlık, sayfiye ve turistik merkezler de kuruluyor. Varna ve Burgaz limanlarında askeri deniz üsleri ve denizaltı hangarı inşa edilmesi için de hazırlıklar görülüyor. En büyük füze savunma üssü Kavarna’da, en büyük kapasiteli askeri hava üssü Plovdiv’e bağlı “İganovo” hava alanında en büyük mühimmat depoları da Burgaz’ın Aytos dağlarındadır. ABD’de Kasım da yapılacak seçim sonrası devam edebilir mi o pek belli değil işte…
Cevap Rafet ULUTÜRK; Bulgaristan totalitarizmi dışardan aldı. Hitlerin totaliter devleti Alman savcılığı ile Alman Nasyonal Sosyalist Partisinin kaynaşmasından doğmuştur. Stalin, Sovyet Birliği Komünist Partisi ile Savcılık ve KGB’yi birleştirerek totaliter Sovyet devleti kurmuştu. Totalitarizm Bulgaristan’a dışarıdan geldi ve 1971’den sonra Komünist Partisi BKP, savcılık ve gizli polis (DS) gücünün kaynaşmasından oluştu. Bu devletin her birinde totaliter yönetimin yıkılmasının nelere mal olduğunu dünya bilir.
Şimdi Bulgaristan’da meydana gelen Başbakan Boyko Borisov’un Başkanı olduğu GERB partisi, Başbakanı olduğu hükümet ve Başbakan İvan Geşev olan Başsavcılığın kaynaştığını ve totaliter bir yapılanma görüyoruz. İv. Geşev, B. Borisov’la birlikte diktatör Todor Jivkov’un yakın korumalığını yapmış kişilerdir. Bulgaristan’da ordu olmadığından, en güçlü kolluk kuvvet 72 bin polis, jandarma ve itfaiye görevlilerinde oluşur.
Parlamenter demokrasi olan Bulgaristan’da totalitarizm suçlularını koruyan, 15 bankanın çökmesini, 1 500 sanayi işletmesinin hurdaya kesilip satılmasını, Avrupa Birliğinden gelen paraların talan edilişini görmezden gelen, adalet mezarını kazan devlet gücü Başsavcılıktır. Başsavcılığın Türklerin davalarının bakılmasına engel olan politik güç Hak ve Özgürlük Partisi (HÖH) politik elitinden, Mültigrup varisi Delyan Peevski ve partinin “fahri başkan”ı Ahmet Doğan’dır.
Sokak direnişlerine katılanlar ve siyasi muhalefet, avukatlar, yargıçlar ve aydınlar Hükümetin istifa etmesinde, meclisin dağılmasında ve Başsavcı Geşev’in hemen istifa etmesinde ve Başsavcılık kurumunun kaldırılmasında ısrar ederken, HÖH partisi Borisov hükümetinin dağılmasından ve Cumhurbaşkanı Rumen Radev’in istifa etmesini istedi, fakat Başsavcılığa dokunmadı. Bulgaristan’da adaletsizliğin düğümü Başsavcılıksa ardındaki devlet güzü gizli polis ve siyasi güç de HÖH yönetiminden Peevsk-Doğan ikilisidir. Bu düğüm kesilmeden Bulgaristan’da adalet düşünülemez, hukuk üstünlüğüne geçilemez, insan hak ve özgürlükleri savunulamaz.
2021’de Bulgar totalitarizminin başı ezilecekse, Başsavcı Geşev, HÖH partisi elitinden Doğan ve Peevski ile, Başbakan Borisov’un bileklerine kelepçe takmadan bu olanaklı ol(a)maz. Yalnız Ahmet değil, bu dört ismin de zamanı dolmuştur.
Cevap Rafet ULUTÜRK; Seçimlerden 5 ay önce bu konuda kesin tahminde bulunmak bu defa oldukça zor. Bir defa, seçmenin görüş değiştirmesini önlemek için daha şimdiden kesenin ağızını açmışlar. Azar azar da olsa emekli maaşlarına, asgari ücrete, sosyal yardımlara, öğrencili ailelere yardımlar yapılıyor. Devlet görevlilerine %30 zam, öğretmen maaşlarına %100 zam, polislere 2 senede 3. zam yapan Borisov hükümeti birinci parti olamazsa yepyeni bir siyasi durum oluşabilir, çünkü anketlerden çıkan sonuçlarda meclise girecek gibi görünen partilerden hepsi GERB ile hükümet ortaklığına gitmemekte yeminlidir.
4 sene önce GERB partisine oy veren Türklere verilen vaatler yerine getirilmedi. Seçim öncesi Borisov, 9 Bakan Yardımcısı Türk olacak demişti, sözünde durmadı. “Cumhuriyetçi Bulgaristan” ile “Evet, Bulgaristan” partisi Türklerle çalışmak istiyor. Fakat şimdilik imzalanmış bir sözleşme yok. HÖH partisinden sökülme devam ediyor. Lütfi Mestan’ın DOST partisi ile HŞHP de henüz meydana çıkmadılar. Kesin atılıma hazırlıklar henüz tamamlanmış değildir. Bu gün bakıldığında Mart 2021 seçimlerinden hükümet çıkmaz gibi görünmektedir. Yani seçimler Mayısta tekrar yenilenebilir.
Cevap Rafet ULUTÜRK; Sofya’da 100 gündür devam eden protesto eylemlerinin 2 yıl önce patlaması bekleniyordu. Usulsüzlükler, yolsuzluklar, rüşvet ve dalavere olaylarına birikim patladı. Başbakan Borisov’un yatak odasında fotoğraflanan Avro, altın külçeler v.s vesile oldu. İkinci vesile de Burgaz iline bağlı Rus LUKOYL şirketinin ham petrol ve mazot depolarının bulunduğu “Rosenets” körfezindeki, yasa dışı ve tamamen izinsiz genişletilen Ahmet Doğan deniz köşkünün kamu kumsalını kapatması ve körfeze uzattığı dalga kıranlar, yat limanı ve seralar oldu. Devlet ve kamu malına sahip çıkıyoruz hareketi polisle çatışmalı gelişirken büyük sayıda taraftar topladı ve Sofya’ya taşındı.
Sofya’da 140 bin genci ve memleketin büyük kentlerinde de 100 bin protestocuyu hareketlendiren yeni dalganın hala lideri yok. Program da açıklanmadı. Sofya’da orta katmanı da sokağa çıkarak bu direnişlerin bir kanadını “Evet Bulgaristan” partisi lideri Hristo İvanov yönetiyor.
Her akşam işten çıkanların toplandığı Bakanlar Kurulu ve Meclis meydanında binaların camları ve kapıları yumurta ve domatesle taşlanıyor. 30 yıldan beri ilk kez, HÖH merkezi de yuhalandı ve yumurta sarısıyla yıkandı. Sebebi, HÖH bildirinde Başsavcı Geşev’ın korumaya alınmasıdır.
Göstericilerin istifa, erken seçim ve yeni anayasa istekleri Avrupa Parlamentosuna taşındı. AB meclisi ve Avrupa Konseyi göstericilerin eylemlerine destek olurken, hukukun üstünlüğünü, insan haklarına uyulmasını, Başsavcının meclise rapor vermesini, adalet reformu yapılması ve yolsuzlukların ve rüşvet olaylarının denetleneceğini duyurdu.
Bu bir aydınlar ayaklanmasıdır. Ülkenin yönetilemediğini görenlerin isyanıdır. Başbakanlık, meclis ve Cumhurbaşkanlığı gibi devlet kurumları arasında diyaloğun kesilmesine tepkidir. Polisin protestocuların üzerine sürülmesine kınama ve lanetlemedir. Bulgaristan’ın altyapı ve üstyapı olarak çöküşüne seyirci kalmak istemeyenlerin yönetimi ele alma kalkışmasıdır. 4 aydan beri sokak ve devlet kurumları arasında diyalog kurulup görüşmelere başlanamaması ise, çelişkilerin derinliğini, ilişkilerin tamamen kopmuş olduğunu ve mutlaka seçime gidilmesi gerektiğini her gün kanıtlıyor.
Azınlıkların, bu arada Türklerin gösterilerden uzak kalması, Bulgar hareketlenmesine inanmadıklarını, bir şeyler olsa bile Türkler payına bir şeyler düşmez görüşünün ağır bastığına delildir. Oluşan kaosun 2021 Kasımında düzenlenecek Cumhurbaşkanlığı seçimine kadar süreceğini öngörenler haklı olabilir.
Cevap Rafet ULUTÜRK; Olanaklar açılsa bu seçimlerde bağımsız adayların şansı var gibi gözüküyor. Bulgarların seçim yasası sert, yanlı, taraflı ve hileli…
Posta ile oy kullanmaya memleket içinde hak var, dış ülkelerdeki vatandaşlara bu hak yine tanınmıyor. Türkiye’de oy kullanma hakkı olan ve oy kullanmak isteyen 820 bin soydaşımız var. Hepsini sınırdan çıkarsak, 17 000 civarında otobüs göndermemiz gerek. Bunların sınırdan geçmesi 10 gün sürer, 10 gün de dönüş!
Türkiye’deki sandık sayıları ise yetersiz. Türkiye’deki potansiyelimiz 40 milletvekilliktir. Posta ile oy kullanalım diye direnmemiz bundandır.
Batı Avrupa ülkelerinde de olanaklar sınırlı. Seçmenler çok dağınık.
Şu korona virüs sınırlamaları yürürlükte kalırsa, tahminde bulunmak çok zor olacak. Müslümanlar olarak 70 milletvekili çıkarabiliriz ve ikinci parti olabiliriz. Fakat imkânlar! Şu an aşamadığımız duvar seçim yasası. 2 Bulgar partisi ile de seçime ortak katılma temaslarımız sürüyor.
Cumhurbaşkanı seçimine ise daha 1 yıl var. Kısmetse bu seçimde yine bir ilk yaparak Cumhurbaşkanı Yardımcısı adayımız olacak inşallah…
Cevap Rafet ULUTÜRK; Yıllar sonra anlayabildiğimiz üzere, Bulgar polisinin yetiştirdiği muhbir Ahmet Doğan bundan 30 yıl önce, kişisel dokunulmazlık, menfaatler, yasalar üstü yaşamak gibi istekler karşılığı hepimizi satmıştır. Üstelik Doğan Bulgaristan Müslümanlarının oylarıyla seçilen milletvekillerinin oylarıyla istediği şekilde kullanmaktadır.
Kah iktidarın programlarına, kah muhalefetin önerine oy veren HÖH mebusları, Bulgaristan Müslümanlarının sorunlarını hiçbir zaman meclise taşımamaktadır. Türkler seçimden seçime kandırılmakta ve oyları tutmayan politik hesaplara alet edilmektedir. Türklere karşı adaletli davranmanın anlamı, hak arama, demokrasi ve özgürleşme yolunu açmaktan geçer. Bulgaristan’da mahkemelerin çalışmadığını en iyi bilen Türklerdir.
Cevap Rafet ULUTÜRK; Bulgaristan’da 2021 Mart seçimlerini tek başına hiçbir parti kazanamaz. Bu gün itibarı ile GERB ve BSP 60’ar milletvekiliyle baş başa kalırsa, arkalarına “Cumhuriyetçi Bulgaristan”, “Var, Böyle bir Halk”, “evet Bulgaristan” partisi ve ardından HÖH dizilebilir. Hükümet kurulamaz ve seçim yenilenir yani seçim tekrar yapılır. Bu arada yeni partileri aralık ayında görmek gerekir…
Cevap Rafet ULUTÜRK; HÖH partisi 2017’de aldığı oyları yeniden alsa bile, halkın gözünden düşmüştür. Bulgaristan’da Türk kimliğini ispatlamak için inadına HÖH partisine oy veren bir zümre var. Bir şeyler olsun diye 30 yıl bekleyenlerin yüreği kara olmuş ve beklemeye alışmış olanlar oylarını yine HÖH bültenine kullanacaklardır. Bu gün itibarı ile alternatif bir Türk partisi yoktur. HÖH’ten ayrılanlar geri dönmüyor. GERB’e oy verenler de yeni bir parti seçecekler. Seçim çalışmaları 1 Şubat 2021’de başlayacak. Seçim programları artık tartışmaya açılıyor. Yeni mecliste politik partiler dışında güçlü bağımsızlar grubu oluşabilir. Bu seçimlerde bağımsızların önü açılmalıdır ve bu bağımsız adaylar sadece Bulgar Parlamentosunu değil Bulgaristan’ı da değiştirebilirler. Çünkü Bulgaristan’da partilere güven kalmamıştır. Bulgaristan’ı daha çok Bulgaristan dışında yaşayanlarda umut olduğu görünmektedir.
Cevap Rafet ULUTÜRK; Kırca Ali Güney Doğu Rodoplar’ın başkentidir. Bir il merkezidir. Sanayi şehridir. Türklüğün kalesidir. 1950’lerde Türk Pedagoji Okulu Kırca Ali şehrindeydi. 1990’dan sonra Plovdiv “Payisiy Hilendarskı” Üniversitesinin Türkçe Öğretmenleri Fakültesi de buradaydı. Bulgaristan’da Türk aydınların en kalabalık olduğu şehir Kırca Ali’dir. Aynı zamanda 1985’te isim ve din değiştirme zulmüne karşı en sert direnişin verildiği, Bulgar milliyetçiliği ile Türk Müslüman kimliği öncülerinin 1990 ocağında isimlerin iade edilmesine karşı direnişlerde yüzleştiği yerdir. 1990’dan sonra en fazla Türk Milletvekili Kıca Ali seçim sandıklarından çıkmıştır.
İktidar partisi başkan yardımcısı ve meclis başkan yardımcısı Tsveta Karayançeva ile sosyalist parti meclis sözcüsü Simov da Kırca Ali milletvekilidir. Son 20 yılda Kırca Ali Belediye Başkanı HÖH Başkan Yardımcısı müh. Hasan Aziz’dir. Arda nehrinin iki yakasına yerleşmiş bu şirin şehir aynı zamanda Bulgaristan Türklerinin de kültür merkezidir.
Cevap Rafet ULUTÜRK; Yukarıda dediğim gibi, 2014 seçimlerinde Deliorman Türk kalesi İsperih (Kemaller) belediyesinden HÖH fahri Başkanı Doğan’ın gösterdiği aday değil, seçmen aday işaretleme usulünden yararlanarak yerli Güney Hüsmen’i Sofya meclisine gönderdi. Bu. HÖH yönetimine başkaldırı anlamında ve meclis sandalyelerini satan HÖH liderine bir şamar niteliğinde, yeni bir bilinçlenme düzeyine ulaşıldığına işaretti. G. Hüsmen HÖH meclis grubundan çıkarıldı ve sonra partiden de atıldı ve GERB partisine geçti ve şimdi Razgrad Valisi seçildi. Bu olay ardından Dobruca ve Deliorman’da 150 bin oyu GERB sandığına akıttı. Olay budur. Bu olay, Kuzey ve Güney bölünmesi anlamında değildir.
Cevap Rafet ULUTÜRK; Bu olay Ağustos sonunda Sofya’da yaşandı. Protestolar başlamıştı. GERB partisi ve başbakan, istifasını isteyenleri oyalarken, Sofya’da milli konferans topladı. Korona virüs yasaklarına uyularak forum açık havada yapıldı. Kürsüde konuşmacı olarak Razgrat Valisi ve İsperih Belediye başkanı da vardı. İkisi de kısa konuşma yaparak konferansı kutladılar. Borisov bu jestle, çok sıkışık günlerinde “Türkler benimle” demek istemiş olabilir…
Amma unuttuğu şey 2017’de seçim öncesi Türk Halkına verdiği “9 TÜRK BAKAN” olacak sözüydü
Cevap Rafet ULUTÜRK; Bulgar parti liderlerinin Türkleri görmezden geldiğini söylemek yanlış olur. Onlar Türklerin bu ülkenin ana dinamiği olduğunu biliyorlar. Ne var ki Bulgar kamuoyunda ve halkında Türklerden korku var. Kendilerini birçok konuda suçlu hissetmelerinden kaynaklanan bir korkudur bu. Yılların manipülasyonun açtığı bir yara. Hatırlıyorum bir defa Başbakan Birisov, “Türklerle işbirliği yapmak çok güzel, ama bir defa girdikleri yerden çıkmayı unutuyorlar, beraberliğimiz son defa 500 sene sürdü” demişti. Türklerin aktifliği de çok güçlü. Son isyana 72 bin kişinin katılmış olması ve T. Jivkov rejimini devirmesi, hatıralarda cap canlı. Kim ne derse desin, demokrasi dönemi hükümetlerinin 3’ünde Türklerin bulunması, Cumhurbaşkanlarının hepsinin Türklerin oylarıyla seçilmiş olması, kendi kendini anlatan olaylardır. Görmezlikten gelmeseler pişmanlık çekerler, o da var.
Cevap Rafet ULUTÜRK; “Cumhuriyetçi Bulgaristan” partisi başkanı Tsvetan Tsvetanov GERB partisini kuran, örgüt yapısını ören, başkan yardımcılığı ve meclis grubu başkanı görevlerinde bulunan deneyimli bir siyaset adamıdır. 2020 başında patlayan yolsuzluklar itilafında partiden ayrılmıştı. Yeni partiyi tescil ettirdi ve seçim hazırlıklarına başlamış bulunuyor. Ön tahminlere göre GERB partisi oylarının % 40’ına talep olan Tsvetanov, 500 bin oyla yanı 25-30 milletvekiliyle parlamentoya girmeye hazırlanıyor. Ayrıca Hristo İVANOV Evet Bulgaristan parti başkanıyla da temas hanindeler. Azınlıklar programı üzerinde görüşmelere başlamaya biz de hazırlanıyoruz.
Cevap Rafet ULUTÜRK; Bulgar devletinin derdi yalnız Türklerle değil bütün azınlıklarla. Sorun azınlık kimliğini değiştirmek ve dillerini yasaklamak, adetlerini unutturmak. Çingene müziğine düşmanlık aldı yürüdü. Azınlık kültürüne düşmanlık var. Tabii bu cepheleşmede Bulgarlar devletlerinin ardında yer alıyorlar. Özünde düşmanlık olan sahte politika halka gerçekmiş gibi dayatılıyor ve destek aranıyor ve birlik olmazsa hesaplaşma başlar korkusu saçılıyor.
Son dönemde Makedon kimliği, tarihi, dili, kültürü Bulgar dış ve iç siyasetinde ana konu oldu, Avrupa Parlamentosuna taşındı. Bir azınlığın kimliği tanınmadan temas ve diyalog da kesiliyor. Diyalog olmayan yerde kavga tek taraflı olur. Halen sadece birikim var ve azınlıklar çözümü sabırlı beklemeye devam ediyor.
Cevap Rafet ULUTÜRK; Bulgaristan’ın devlet yapısının Cumhurbaşkanlığı hükümet sistemini seçeceğini öngörüyoruz. Hükümette Dış Ülkelerdeki Bulgaristan Vatandaşları Bakanlığı kurulacağını ve Türkiye endüstri işletmelerinin Bulgaristan’a akacağını, Türkiye kültürünün Bulgaristan nüfusunda yeni ortak değerler oluşturacağını. Okulların özelleştirileceğini ve eğitim ve öğretimde dil sorunlarının böylece çözüleceğini, Bulgarlar Avrupa Birliği ülkelerine kaydıkça azınlıkların yerel yönetimleri bütünsel ele geçireceğini. Gelecekte Türkiye’nin et, sebze ve meyve ihtiyaçlarının karşılanmasında Bulgaristan tarımının çok önemli bir rol oynayacağını bu günden görüyoruz. Bulgaristan sanayi işletmelerinde üretim dili olarak Türk dilinin yerleşeceğini vs düşünüyorum.
Soru Kadir Canpolat: Bulgaristan parlamentosunun Türk Mezarlığı üzerinde olduğunu yazmıştınız bu doğru mu? Bunu başka bir yerde de bulamadım.
Cevap Rafet ULUTÜRK;
Eski bir Roma kültür merkezi olan “Serdika”, Osmanlı dönemini Sofya (bilgelik) ismiyle yaşamıştır. 1878’den önce Osmanlı’ya Beylerbeyliği de yapan şehirde 29 Türk Mahallesi, 39 cami, 4 büyük hamam, 12 köprüsü 2 medrese, her mahallede ilkokul olduğu bilinir. Günümüzde neredeyse 1.5 milyon nüfuslu şehrin 6 mezarlığı varken, o zaman da 3 kabristanlığı varmış ve Müslüman merhumlar Beyler Beyliği’nin güneyindeki günümüz parlamento binasının yerinde defnediliyormuş. Plevne Savaşı olarak da bilinen 1877-78 Osmanlı Rusya İmparatorluklar arası savaştan ve Sofya’nın yeni Prensliğin başkenti ilan edilmesinden sonra, ilk toplantılarını Tırnova şehrindeki Kaymakam Konağında yapan Bulgar Meclisi’nin Sofya’ya taşınması ve meclis binası kurulması kararlaştırılmıştır. 1882 yılında başlayan inşaat 2 metre derin kazılan ve harfi yatı “İskır” ırmağı boyuna taşınan Müslüman mezarlığında, bugünkü şeklini almıştır. Halen Sofya’da yeni Halk Meclisi kurulmuş ve tarihi meclis binası sanat müzesi olarak kullanılacaktır.
Soru Kadir Canpolat: Kırcaali de saat kulesi ile ilgili yazınız var problem nedir bunu pek anlayamadım?
Kırca Ali Saat Kulesinde totaliter dönemden beri saat başı çalan bir müzikal çağrı var. Bu melodinin güftesindeki sözlerin bir dörtlüğünü vermekle yetiniyorum, yorumunu siz kendiniz yapabilirsiniz: Bu gün her saat eski Rus-Türk harbinde okunan marşlar her saat ayrı ayrı sadece müzikleri çalınmaktadır. Bundan daha kötü ne olabilir ki. Bunu kabul eden bir Türk Müslüman varsa çıksın söylesin. Amma bunu kabul eden HÖH yöneticileri hariç onların zamanı geldiğinde hep birlikte göreceksiniz insanlarımıza selam verebilecekler mi, az kaldı azda sabır.
Yılan henüz küçük iken, / Gelin toplanalım!
Başını ayaklarımızla ezelim, / özgürüz diyelim!
Sözü ezilen “yılan” Türklerdir. Her gün 24 defa tekrar ediyor. Halkımız sabırlı. Buna sinir mi dayanır?
Cevap Rafet ULUTÜRK; Azerbaycan’a yönelik tekrar başlayan ve kardeşlerimizin sivil kayıplara da yol açan bu saldırıları şiddetle kınıyoruz. Azerbaycan devleti ve halkı haklı bir savaş yürütüyor. Bu savaş emperyalizmin maşası Erevan hükümetine karşı, Türkiye Cumhuriyeti ve Türk Dünyası savaşı olarak güç topluyor. Karabağ ve Dağlık Karabağ Azerbaycan toprağıdır. Bu savaşta kazanılan her zafer Türk silahının, Türk askerinin yenilmez ruhunun yüce zaferidir. Çarpışmalarda uygulanan taktik, strateji, Araç ve gereçler, son model elektronik Türk Dünyasını Azerbaycan’ı ve Türkiye Cumhuriyetini Yakın Doğu ve Kafkas bölgesinin kesin egemenliğine taşıyor.
Bizlere 1950-1960 yıllarında Azerbaycanlı kardeşlerimizin Bulgaristan Türklerine desteğini unutmuş değiliz unutamayız. Bizim birbirimizden ayrılmamız mümkün değil çünkü bizler Azerbaycan ile dost değil kardeşiz. Büyük ve Güçlü Türkiye’yi dünya çapında sorunların kesin çözümünde söz sahibi olmaya taşıyor. Azerbaycanlı kardeşlerimizin savaşı Dünyada yaşayan tüm Türklerin geleceğini etkileyebilecek bir savaş olduğunu da çok iyi bildiklerini biliyor ve kendilerine bu kutsal davada başarılar diliyoruz. Türk Dünyasının geleceği bu gün Azerbaycanlı kardeşlerimizin elindedir, Allah yar ve yardımcıları olsun. Bu vesileyle, şehit düşen Azerbaycanlı kardeşlerimize Allah’tan rahmet, yaralılara acil şifa ve Can Azerbaycan’a ve Tüm Türk Dünyasına başsağlığı dileriz.
Bulgaristan Türkleri ve soydaşlarımız Azerbaycan halkının zaferini kutluyoruz. BULTÜRK Derneği olarak her zaman Azerbaycanlı kardeşlerimizin yanında olmuştur ve olmaya devam edecektir. Hepimiz, her zaman Can Azerbaycan’ın ama’sız-fakatsız-koşulsuz yanındadır, yanındayız.
Cevap Rafet ULUTÜRK; Evet Azerbaycan Milletvekili Ganira PAŞAYEVA bizlere Azerbaycan Parlamentosundan teşekkür belgesini göndermiştir. Kendilerine teşekkür ederim. Bizleri Azerbaycan’da yapılan soykırımları yerinde gösterme imkânı yarattı bizleri 10 gün misafir etti ve bu bölgeleri gezdirdi. Bizlerde döndüğümüzde bu gezilerimizi duyurmak için yazılar yazdık ve yayınladık. Bu bizim Türk olarak görevimizdi ayrıca Azerbaycan Türkleri bizlere 1950-60 yıllarında yapmış oldukları yardımları da unutmadığımızı kendilerine iletme fırsatımız olmuştu. Bu onurlu davranışı Türk Dünyasının Gönül Dostu Ablamız Ganira PAŞAYEVAYA tekrar teşekkür ederim. Azerbaycan bizim dostumuz değil Azerbaycan bizim kardeşimizdir ve herzaman kardeşlerimizin yanındayız.
Cevap Rafet ULUTÜRK; Barışçı, kardeşlerimin tüm haklarını elde ettiği, komşuluk kapılarının yeniden açıldığı, çocuklarımızın Türk okullarında okuduğu, yaşlıların sabah kahvesini içerken sohbetlerine Türkçemizle devam ettiği, geleneklerimizle yaşadığımız, edebiyat ve sanatımızın serpilip açtığı herkesin mutlu olduğu bir vatan istiyorum.